Günümüzün en ironik çelişkilerinden biri, hiç olmadığı kadar kalabalık bir dünya içinde yaşarken giderek artan bir yalnızlık hissine kapılmamız.
Artık yanımızda sürekli birileri var; sosyal medya arkadaşlarımız, her an ulaşılabilir mesafede olan iş arkadaşlarımız, toplantılar, etkinlikler, hatta sokakta yürürken bile sürekli yanımızdan geçen onlarca insan… Yine de kendimizi derin bir boşlukta hissettiğimiz anlar azalmıyor, aksine çoğalıyor.
Bu yalnızlık, aslında çok daha karmaşık ve görünmez. Fiziksel olarak kalabalıklar içinde yer alırken bile içsel dünyamızdaki kopukluk, boşluk duygusu ve yabancılaşma gittikçe derinleşiyor. Birçoğumuz bu yalnızlığı anlatmakta zorlanıyoruz; çünkü insanlar “Yalnız değilsin, işin var, arkadaşların var” diyor, ama anlatmak istediğimiz şey fiziksel değil, çok daha soyut bir eksiklik. Sosyal medya bize kendimizi daha bağlı hissetme illüzyonu yaratıyor, ancak çoğu zaman bu sanal bağlantılar içi boş ve yüzeysel kalıyor. Bir an paylaşmak için neşeyle telefon ekranına bakarken, birkaç dakika sonra içsel bir tatminsizlikle doluyoruz. Aslında paylaştığımız fotoğraflarda, gönderdiğimiz mesajlarda her şey güzel görünse bile, içsel yalnızlığımızı bu paylaşımlarla aşmak pek mümkün olmuyor.
Peki, neden bu kadar yalnızız?
Belki de sebeplerden biri, her şeyin “hızlıca tüketildiği” bir dünyada yaşıyor olmamızdır. Duygular, ilişkiler, hatta anılar bile hızla gelip geçiyor; hiçbir şeyin anlamını ve derinliğini tam olarak yaşayamıyoruz. Bu yüzden kendimizi, kalabalıklar içinde kendi iç dünyamıza hapsolmuş şekilde buluyoruz. Kendimize ya da başkalarına derinlemesine bağlanmak yerine sürekli “yetinmeye” alışmışız.
Bu modern yalnızlık, bizi kendimizi sorgulamaya itiyor: İlişkilerimizden gerçekten ne bekliyoruz?
Duygusal bağ kurmak için zaman, emek ve samimiyet gerekiyor. Ancak giderek hızlanan hayatlarımızda bu derin bağlara zaman ayırmak lüks gibi görülmeye başlandı. Bir diğer sorun da, ilişkilerdeki yüzeysellik ve güvensizlik; insanların düşüncelerine gerçekten güvenememek ya da kendimizi tam olarak açmaktan çekinmek…
Bu yabancılaşmadan çıkmak mümkün mü?
Belki de ilk adım, kendimize dönüp içsel yalnızlığımızı anlamaya çalışmak ve birilerini “sayı” olarak değil, gerçekten “varlıklarıyla” görmeye çalışmak olabilir. Anlamsız paylaşımlar ve zorunluluklar arasında boğulmadan, “gerçek” insan ilişkilerine zaman ayırmak için cesur olmamız gerekiyor. Yalnız değiliz; ama gerçekten “birlikte” miyiz? İşte asıl sorgulamamız gereken bu. Modern dünyanın ritmine kapılmadan, ilişkilerimizi, duygularımızı ve insanlığımızı korumanın yollarını aramak, belki de bu derin yalnızlığımızı sonlandırmanın tek çözümü…