Her çağ kendi kahramanlarını yaratır demişti yoldan geçen bir çöp emekçisi ve ben kaybolmuştum o an. Modern Çağın Kahramanları…
Kapitalizmin günümüzdeki en büyük silahı yine iş başındaydı ve suçlunun suçsuzu kullanması için yaratıldığının farkında olarak asli görevini yerine getiriyordu…
Bir bakla tanesinin varoluş sebebiyle, kendi varoluş sebebimiz arasındaki karmaşık ve girift ilişkiden hayata dair anlamlar çıkarma çabasının çaresizliğinde yoğurulan bir döneme denk geldik. Hayat bu derece anlam yüklenesi bir olgu muydu? Yoksa her şey göründüğünün aksine bir yansımayla mı kendini ifade ediyordu?
Zaman sadece kendisine gülümseyen bir palyaçoydu aslında.
Kaybolmaktan korkan bir benliğin var olabilmesine imkan yoktu. Sadece ulaşılması gereken nokta nerede ve nasıl kaybolmamız gerektiğiydi. Kaybolmaktan çok nasıl kaybolacağımız olmalıydı korkularımız. Nasıl kaybolmamız gerektiğine ilişkin çaba benliğimizin derinliklerinde gizlenmiş gerçekliğimizi ortaya çıkarabilirdi. Kaybolmak yaratmakla, yaratmak keşfetmekle paraleldi aslında. Önce kaybol sonra keşfet sonrada yarat ve yarattıklarının içinde yeni şeyler keşfet…
Sanatla siyaset arasındaki en temel farkta buydu galiba sanat keşfetme üzerine kurulurken, siyaset keşfedileni törpüleme üzerine kuruluyordu. Hayatın ritmini keşfetmeden oluşturulan kalabalık toplulukların zamansız bir var olma çabası. Kaybolmaktan korkan ama asıl aradığı şeyin bir kaybolma hikayesi olduğunun farkında olmayan bir toz bulutu. Her çağ kendi kahramanlarını yaratır demişti yoldan geçen bir çöp emekçisi ve ben kaybolmuştum o an. Bir dehliz açılmış ve zamanın içinde kahraman kavramının varlığını aramaya koyulmuştum.
Kimdi bu kahraman? Acaba hayatın en kaybolmuş insanı mıydı? Kendi yansımasını mı bulmuştu yoksa hepimizin yansımasının var olduğu o kaynağı mı? Kahraman dediğimiz kişi hepimizin korkularından beslenen bir dahi mi yoksa çok zeki bir sahtekar mı? Tarih bize hayatın kahramanlara ihtiyacı olduğunu gösteriyordu ama tanımı nasıl yapılmalıydı veyahut yapılmalı mıydı? Aslında kahramanlığın tanımı 19 Mayıs 1919 da tam olarak yapılmıştı! Fakat modern zamanlardaki kahramanların tanımını ise sistem yeniden dizayn ediyordu. Belki de en büyük utançlarımızdan ortaya çıkıyordu belki de en büyük korkularımızdan ya da sadece bir boşluktu yarattığımız. Uzay denen boşlukta kaç kahraman daha bizi bekliyordu? Neyse Kafka’nın Dönüşümüne uğramadan kurtulmalı bu hamam böceği kılıklı düşüncelerden.
Siyaset demiştik galiba, ne garip bir sözcük değil mi? Her şeyden uzak ama her şeyin de tam ortasında! Demokrasi denen hiçbir şeyin yansımasına benzemeyen ama her şeyde bir iz düşümü olan bir ütopya. Hep kandıran ama hiç kandırılamayan bir yol . En kanlı köşelerimizin baş aktörü en kandırılası taraflarımızın bir tanecik sevgilisi. Hep kaçtığımız bir çıkmaz sokak ve en büyük saklama kabımız. Her türlü zayıflığımızı içine koyduğumuz bir gelin sandığı. Bu ülke bu sandığa saklananlar yüzünden çok bedeller ödedi ve masalara vurdukları kanlı ellerine eşlik eden apaçi çığlıklarıyla 3 -3 diye bağıran “binaenaleyh” büyük liderlerlerimizin gölgesinde 3 gencecik fidanın utancını da içine sığdırdı. “Binaenaleyh” Katiller öldü ve iktidar seviciler tarafından yine badem gözlü oldu ama o sandık içindekilerle en derin acılarını yaşamaya devam etti.
Noel babanın çuvalından çıkan dini istismar balonlarının patlamaya başlaması sandığın derinliğinde sadece gülümseyen bir kaybolmuşluğun mirasıydı bizlere. Ve biz aya çıkacağımız o günü İple çekerken sandığın içinde hapsolan ruhları serbest bırakmadığımız sürece sadece bir korkak olarak yaşamak zorunda kalacağımızı çok iyi biliyorduk. Korkaklığımızın verdiği saadete eşlik eden tozpembe yaşamlarımızın ışıltısında Çav Bella dinlemek gibiydi hayat.
Bu kadar yozlaşmışlığın içinde kahraman rolünü oynamak yine sistemin en karanlığına hapsolmuş bir adama düşüyordu. Toplum olarak ağzımızdan salyalar akarak izliyorduk, yıllarca söylenen gerçeklikler sanki hiç duyulmamış bilinmiyormuş gibi yeniden anlam ve önem kazanıyordu zihinlerde. Kapitalizmin günümüzdeki en büyük silahı yine iş başındaydı ve suçlunun suçsuzu kullanması için yaratıldığının farkında olarak asli görevini yerine getiriyordu. Yeşil devin($) en sevdiği yiyecekti suçsuzun suçluya hayranlığı. Zaman insan çeşitliliğini ve karakteristik özelliklerini hiç değiştirmiyordu.Sadece hayatın içindeki bağımlılık çeşitlerini değiştiriyordu.Ve Bir ülkeyi yönetenlerin ahlakıyla açlıktan ağlayan bir çocuğun gözyaşları arasındaki fark kadardı gelişmişliğimiz. Ve mutlu son.