Geçen sene bir sabah saat 07.00’de otobüse binmiştim. Etrafa uykulu uykulu bakıyordum. Şoför yolcunun biriyle konuşuyordu.
“Otobüse bindiğinden beri ne geri gittin ne ileri. Yolu tıkadın kaldın. Hem engellisin hem engelli kartın yok. Bir de şoförlere dikleniyorsun. Bari biraz kendini acındır. Seni tanıyorum diye kabul ettim. Başka otobüse binemezsin haberin olsun”. Dış görünüşünden engelli olduğu hiç anlaşılmayan adam “geçen gün şoförün biriyle tartıştık kavga edecektim, ben de kızdım kırdım kartımı, yenisini çıkaramadım” dedi.
Gönülsüz bir merakla dinleyip, başını bilmediğim bu sohbette kendimi bir şoförün bir yolcunun yerine koyup anlam vermeye çalıştım. Haklı kim, mağdur kim? Duyduklarım canımı sıktı. Aklıma Doğan Cüceloğlu’nun “korku kültürüyle yetişmiş toplum” tanımı geldi . “Korku Kültürü (Niçin ‘mış gibi) Yaşıyoruz?” adlı kitabında şöyle diyor:
“Bir toplumda “korku kültürü” egemense, orada ne “gerçeğe koşulsuz saygı” vardır ne de ‘can’ önemsenir. Her şeyde olduğu gibi bilimsel düşünce de gelişemez ve hayatlar ancak “mış gibi” yaşanır. Bir toplumda “korku kültürü” egemense insan, insan olma sürecini tamamlayamaz. “İnsanmış gibi” görünür, ama gerçek insan olamamıştır. Bir toplumda “saygı kültürü” egemense insan, insan olma sürecini tamamlayabilir. İnsanmış gibi görünür ve gerçekten insandır ve insan gibi düşünür, duyar ve davranır. Gerçek insan olma sürecini tamamlayamamış insanlar mış gibi yaşarlar.”
Bu hepimizin yaşayabileceği küçük bir örnek olurken bugün toplumsal yıkımın ortasındayız. 6 Şubat gecesi depremi maddi manevi en az hasarla atlatanlardan biriyim ancak toplumsal kayıplarımız, acılarımız atlatılacak boyutta değil.
Bireysel olarak ne kadar hazırdık ki daha büyük sorumluların olması; insan canının hiçe sayılması, mış gibi yapılmış binalar, mış gibi alınan tedbirler, mış gibi çıkarılan yasalar, korkulacak bir güç yoksa her seyi mübah sayan, bilim insanlarına onların uyarılarına kulak tıkayan zihniyet. Hangi birisinden başlayacağız, hangi önlem acımızı öfkemizi yatıştıracak, nasıl toparlanacağız bilmiyorum. Yine de hayattayız ve bu zihniyetle mücadele edeceğiz. Organizasyon konusunda ne kadar yetersiz kalındıysa da toplumsal mücadelede yine yaralarımızı sardık sarıyoruz. Birey, evlat, arkadaş, komşu, arkadaş olarak yavaş yavaş değişecek değiştireceğiz.