Milli Takım’da bir geleneğin yıkılışı… Kuntz: “Yusuf Yazıcı Lille’de oynarsa çağırırız”
Umarım Kuntz’un bu sözleri havada kalmaz ve bundan sonraki milli takım aday kadrosu seçimlerinde aynı düşünceyi devam ettirir. Sakın yanlış anlaşılmasın. Kuntz’u, Yusuf’u aday
kadroya çağırmadığı için eleştirmiyor, tam tersine alkışlıyorum. Çünkü çok uzun yıllardır A Milli Futbol Takımımızdaki yanlış bir geleneği yıkmak adına atılmış büyük bir adım olarak görüyorum bu kararı.
Normalde bir futbolcunun milli takıma seçilebilmesi için kendi takımında oynuyor olması, hatta çok iyi oynuyor olması gerekirken; nedense Türkiye’de böyle bir kıstas aranmıyordu. Milli takıma seçilebilmesi için teknik direktörün kendine yakın gördüğü bir isim olması yetiyordu. Bunun yanında lobisi olan, arkası kuvvetli olan, menajerinin sözü geçen, ismi ünlü olan futbolcular, kendi takımlarında yedek kulübesinde beklerken sadece Dünya Kupası ya da Avrupa Şampiyonası elemeleri değil, bu turnuvaların finallerine de götürülüyor ve hatta ilk on birde maçlara da çıkıyordu. Durum böyle olunca da maç temposu olmayan bu futbolcular yüzünden karşımızdaki diri takımlar karşısında tutunamıyor, başımız önümüzde elenip geliyorduk.
Avrupa’nın hiçbir ülkesinde böyle bir manzarayla karşılaşamazsınız. Profesyonellik bunu getirir. Hatırlayın nice dünyaca ünlü isimler, yıllarca hayallerini kurdukları Avrupa ve Dünya Şampiyonalarına, teknik direktörlerin tercihi doğrultusunda alınmamıştır. Bizde ise aman onu küstüreceğim, aman şundan laf yiyeceğim, almazsam beni eleştirirler ve görevimden olurum
diye diye pek çok haksızlık yapılarak performansı ve formu yerlerde olan yıldız (!) futbolcular
milli takıma seçilirken, gariban futbolcular çok üstün performans gösterdikleri halde bu büyük turnuvaları ekranlardan seyretmek durumunda kaldılar.
Dediğim gibi, umarım Kuntz ve ekibi dış etkenlerden etkilenmeden bu düşüncelerini devam ettirirler. Kazanan kişiler değil, ülke futbolu olacaktır.
Diğer bir konuya gelecek olursak; kanaatime göre Kuntz şöyle de güzel bir yolda. O da; milli takımın iskeletini birkaç takımın oyuncularından kurma eğiliminde. Yıllar önceki başarımızda da bu yol izlenmiş ve o zamanının başarılı Galatasaray kadrosu etrafında diğer takımların yıldız futbolcularından bir kadro oluşturulmuştu. Bu sayede Dünya Kupası üçüncülüğü gelmişti. Ayrıca ne olursa olsun kadro istikrarının oluşturulup sürekli aynı futbolcuların oynatılarak takımın birbirine alışması, birbirlerinin oyununu tanıması ve bir birlik beraberlik oluşturulması taraftarıyım. Tabi yukarıda da belirttiğim gibi bu futbolcuların formda ve fiziki olarak üst düzeyde olmaları şartıyla.
Dün gece alınan galibiyetle umutlarımızı Mart’a kadar taşımış olduk. Play offlardan turnuvaya gitmek gerçekten zorlu bir süreç gerektiriyor. Ama top yuvarlaktır ve futbol öyle bir oyun ki sonucunu hiçbir zaman kestiremiyorsunuz. Bir hafta önce bu aşamayı bile hayal edemiyorken şimdi hala Dünya Kupasından bahsedebiliyoruz. Gönül isterdi ki o basit puan kayıpları yaşanmamış olsaydı ve şimdi Martta yapılacak play offlardan bahsetmek yerine Kasımda katılacağımız dünya kupasının hayallerini kursaydık. Ne diyelim; çıkmadık candan umut kesilmez…
Not: Bu yazı Yusuf Yazıcı özelinde olmayıp, onun şahsiyeti, futbolculuğu üzerine değildir. Milli takımdaki uzun yıllardır gelen bir gelenek üzerinedir. Zamanında Yusuf, bu gelenek yüzünden milli takıma çağrılmıştır anlamı çıkarılmamalıdır.