Mevlana’nın Şeb-i Arus aşkı… Her birimiz biliyoruz ki Mevlana Celâleddîn-i Rumi’nin yaradana olan kavuşma isteği kendisinin tüm dünyadan soyutlanışı ve yalnızca ibadete olan bağlılığının harükulade yansıması.
Doğumundan 1273, 17 Aralık tarihine dek gayesi yalnızca ahir zamana ulaşmaktı. “Biz yaradanı görmeden de sevmedik mi?” sözünün aslında kıymeti ve hakikati tüm uluslarda ayna gibi yansıma yapıyor. Gelin biraz daha derine inip, Mevlana’yı yakından tanıyalım.
1207 yılında Horasan’ın Belh şehrinde “Alimlerin Sultanı” unvanıyla tanınmış Muhammed Bahâeddin Veled’den ve Belh Emir’i kızı olan Mümine Hatun’dan dünyaya geldi. Her ne kadar lakabı Celâeddin olsa da günümüzde hepimizin bildiği “Efendimiz” anlamına gelen Mevlana unvan onu yüceltmek manasıyla söylenmiş. Rabbine duyduğu müthiş aşk ve saygıyla ön plana çıkan Mevlana Celâleddîn-i Rûmî’nin temel öğretisi tevhid düşüncesinden ileri gelmekte. Henüz 4 yaşındayken babasından felsefe, din ve filoloji dersleri almaya başladı.
Daha sonrasında Aleaddin Keykubat tarafından Konya’da bir medrese yapıldı ve babasının vefatından sonra o medrese de dersler vermeye başladı.
Öğrencileri tarafından da verilen isimle aslında tam adı “Mevlana Muhammed Mustafa Celaleddin-i Rum-i” olur.
1225 yılında Lala kızı olan Gevher Hatun ile evlendi ve 2 oğlu oldu. Sonrasında hanımını kaybeden Mevlana, 2. Evliliğini Kerra Hatun ile gerçekleştirdi ve bu evliliğinden de 2 oğlu ve 1 kızı dünyaya geldi. 1244 yılında İranlı mutasavvıf olan Şems-i Tebrizî ile karşılaştı, gönül dünyasında büyük değişikliklere sebep olan ve Mevlana tarafından yazılan “Dîvân-ı Şems-î Tebrîzî” aslında bir nevi akıl hocası ve sohbet şeyhi olan Şems-i Tebrizî’ye adanmıştı.
Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım.” sözleri ile özetleyen Mevlana Celâleddîn-i Rumi 17 Aralık 1273 tarihinde vefat etti. Ölüm gecesini yaradana kavuşma -Düğün Günü- olarak sayan, “Bizim ölümümüz, ebedi bir düğündür.” diyerek yaradana olan aşkını dile getiren Mevlana, vefatına Şeb-î Arus anlamını yüklemiştir.
Vefatının ardından oğlu Sultan Velet tarafından Mevlana’nın ölümünden sonra XIII. yüzyılda Konya’da kurulan, temeli Mevlana’nın görüşlerine dayanan Sünni bir tarikat kuruldu.
Buna “Mevlevilik” denildi. Gayesi evreni Tanrı’nın bir belirişi sayan, varlık birliği ilkesini benimseyen, insanı evrenin özü olarak gören, müzikli, rakslı törenlerle Tanrı’ya ulaşmayı amaçlayan bugüne değin gelmiş bir tarikat.
Elbette Mevlana’nın ileri gelen alışkanlıkları ve dini düşünceleri üzerine kurulmuş bu tarikatta gelişmiş bir adap ve kural sistemi de vardır. Başlangıcında sema ayini, dervişlerin vecde gelmesi, Kur’an ve gazeller okunmaya başlanılır. Semâ, lügatte işitmek manasındadır. Tam anlamıyla kendini yaradana teslim edip kendinden geçip dönmektir. Belli bir nizâma bağlı kalmaksızın dînî ve tasavvûfî bir coşkunluk vesîlesiyle icrâ edilen sema ayini, “Tennure” giyen ve Allah’a olan aşkını ifade ediş biçimiyle etrafında dönen Semazenler ile pekiştirildi.
Felsefe ile devam eden bu ritüel, asıl amacı olan güzele ve iyiye doğru bir gidiş, insanî bir terbiye halinde tezahür eden ve böylece de realitede amelî karaktere sahip olan bir tasavvuftur.
Her yıl olduğu gibi bu yılda vefatının 748. yılında Mevlana Celâleddîn-i Rumi 7-17 Aralık tarihinde Mevlana Kültür Merkezi Sema Salonunda düzenlenecek olan törenlerle anılacak.
Bu eşsiz anma töreni ülkemizde seyretmeye gelen onlarca insanla birlikte kutlanıyor ve kutlanmaya devam edecek.