Sokak hayvanları ile sevgi… Bugün bu yazıyı yazmamın sebebi sevdiğim bir arkadaşımın bir kaç gün önce kaybettiği patili dostu için yas tutması.
Kedisi olan biri olarak onun paylaşımına yorum yaparken ister istemez günü geldiğinde siz de kendi dostunuzu uğurlayacağınızı düşünüyorsunuz ve bu acı veriyor. Daha önce sevgili köpeğim Arap kız’ı kaybeden biri olarak onu anlıyor ve acısına saygı gösteriyorum.
“Dünyanın pek çok yerinde savaşlar oluyor bebekler ve insanlar ölüyor sen neden bahsediyorsun” diyebilirsiniz. Bu gerçek olabildiğince acı ve nefret verici ancak dünya sadece biz insanoğluna ait değil. Sadece insanların yok olmasına üzülüp geri kalanına duyarsız olamayız. Canlı ve cansız doğa ile bir bütünüz ve bunu kabul etmeliyiz.
Hayvan sevgisi de bunlardan biri ve bu sevgi tanıştığınız hiç bir sevgiye benzemiyor çünkü karşınızdaki canlı karşılık görmediğinde size kin duyan, nefret eden, kötülük yapmak için planlar kuran biri değil. Onlara dokunmadan sadece fark etmek, göz göze gelmek bile sevinmelerine sebep olurken, tek bir kere başını okşadığınızda size bir vefa duygusu ile cevap veriyorlar. Bende eskiden bunun farkında olan biri değildim. Evet, hayvanları sevmeyi ve onlara iyi davranmayı çocukluğumuzda öğrenmiştik ama ne denli varlıklar oldukları, cani insanoğluna karşı nasıl bir yaşam savaşı verdikleri konusunda hiçbir bilgim yoktu.
Onların yaşam alanı sokaklardı. Üstelik doğru sanılan yanlışlar söylemi de vardı. “Hayvanlar sokakta yaşamaya alışıktır. Kendileri yiyecek bulabilirler, üşümezler çünkü tüyleri bunun için vardır.” Oysa ki tamamen yanlış. Onlarında bizim gibi barınmaya, yiyeceğe ihtiyaçları var. Üşüyor hatta soğukta donabiliyorlar. Ben ilk farkındalığımı her yaz gittiğim sahil kasabasında asil bir kızla tanışınca yaşadım.
Arap bir sokak köpeğiydi. Her yıl oraya gitmeme rağmen ne ben ona yaklaşmıştım, ne de o bana. Sanırım birazda korkuyordum üstelik bir kere bile havlamamasına rağmen. Kendisi gibi siyah ve kahverengi iki kardeşi vardı. Biri sokağın bir ucunda diğeri ortasındaki bir bahçede, Arap’da öteki ucunda dururdu. Bilinmeyen biri tarafından kardeşi zehirlenince Arap kız ve Çakır isimli kardeşi kalmıştı. Arap uzun bir süre onun yasını tutmuştu. Onun civarda tanınmış, sevilmiş hatta ün yapmış olduğunu oraya yerleşince öğrenmiştim. Mahalleleri dolaşır, kendini esnafa yada mahalleden geçenlere sevdirir sonrada kaldığım evin bahçesinde yatardı.
İlk kez üzgün bir anımda göz göze gelmiştik. Kapkara gözleri vardı ve o kadar anlamlı bakmış tı ki ona “Seni sevebilir miyim” demiştim. Elimi uzatıp başını okşadım, tepki vermeyince cesaretim artmıştı. O gün ona yiyecek bir şeyler ayarladım, ilerleyen günlerde o kadar güzel dost olmuştuk ki artık onu sevmeme izin veriyor, hatta nereye gitsem peşimden geliyordu. Onun için sevgi önemliydi. Yanında durduğum sürece sadece sevgi istiyor ben ayrılmadan mama yemiyordu. Komşuya, plaja, markete, pazara her yere birlikte gidiyor, başka mahallenin köpeklerine karşı tıpkı bir annenin çocuğunu sahiplenmesi gibi beni sahipleniyordu. O kadar büyük bir kalbi vardı ki kardeşi Çakır öldüğünde de günlerce yemek yemeden onun yerinde yatarak yas tutmuştu.
Yaşlıydı koca kız, 7 harika yıl geçirdik birlikte ve onun sayesinde sokakta yaşayan tüm hayvanlara karşı bir farkındalık oluşmuştu. Hepsi benim için dosttu artık. Ömrüm boyunca bu kadar saf, bu kadar derin bir sevgi ile hiç karşılaşmamıştım. Arap kızım bana hayvanların da duyguları olduğunu, düşünebildiklerini öğretmişti. İnsanlarda bulunmayan bir merhamet vardı onlarda, konuşamıyor olmalarına rağmen duygularını ifade edebiliyorlardı. Besin zincirinin en tepesinde, düşünen ve konuşan bir varlık olan biz bu denli saf bir sevgiye sahip değiliz. Kim ne derse desin ilişkilerimiz hep karşılıklı çıkarlar üzerine kurulu.
Yaradanın bu sessiz kullarının, kendi cinsini bile sevmeyi beceremeyen insanoğluna gerçek sevgiyi ve merhameti öğretmek için var olduğuna inanıyorum. Bu bir sınav ve çoğumuz bu sınavdan çoktan kaldık. Zira her gün bilmediğimiz yerlerde pek çok hayvan dostumuz, umursamadığımız, görmezden geldiğimiz, dikkatsizliğimiz yada görevlerimizi doğru yerine getirmediğimiz için acı içinde hayatlarını kaybediyorlar.
Bunun yanı sıra sokak hayvanlarından hoşlanmayan, varlıklarına bile tahammül edemeyen insanların onların” saldırgan ve vahşi olduğunu”söylediklerini duyar gibiyim. Doğru saldıranların olmadığını söylemeyeceğim ancak bunun sebebi de biz insanlar değil miyiz? Yaşam alanlarını işgal ederek her yeri binalarla doldurup, su içebilecekleri, avlanacakları hiç bir kaynak bırakmadan işkence yaparak, eziyet ederek, zehirleyerek, aç bırakarak başka çare bırakıyor muyuz ki?
Yine de pek çoğu bunca eziyete ve açlığa karşı insanoğluna olan umudunu kaybetmiyor. Zaten Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi diyerek uçan, koşan, yüzen, sürünen her hayvanı tüketiyoruz bari besin zincirine dahil olmayan hayvanları koruyabilelim. Herkes sevmek zorunda değil ama zararda vermeli değil mi? Her ne kadar hayvan dostlarımızı sevmeyenlerin yavaş yavaş azınlıkta kaldığını düşünsem de insanlığın hala uzun bir yolu olduğuna inanıyorum en azından sevgisiz caniler için.
Her canlının yaşam hakkı var ve hiç birinin diğerinden üstün olduğuna inanmıyorum. Herkes var olan dünyanın dengesini sağlamakla görevli ve içinde zerre kadar sevgi barındırmayan, insan olmanın farkındalığına varamamış kişilerin konuşuyor olması çok büyük bir özellik değil, zira papağanlarda konuşmayı öğrenebiliyorlar. Önemli olan insan olarak yaratılmanın karşılığını hakkıyla verebilmek öyle değil mi?
Uzun lafın kısası, hayatınızı neşelendiren ve anlam katan bir patili dostunuz varsa, sizi seçtiği şanslısınız demektir. Onlarla aynı hayatı paylaşmak, kalplerimizi sevgi yolunda buluşturabilmek ise bize bahşedilen bir lütuf…