Magazin basını ve toplumdaki gelir farklılıkları… Geçtiğimiz hafta sonunu havaların soğuk olmasından dolayı evde geçirdim. Doğal olarak geç kalkma, geç kahvaltı ve tembel bir ruh halinde geçirilen koca iki gün.
Hafta içinin tüm yorgunluğunu atarken, normalde pek de zaman bulup izleyemediğim televizyonun karşısında da az zaman öldürmedim bu cumartesi pazar. Ve ne yazık ki bu sayede; Türkiye’deki magazin basınını ve bir kesimin halkın ekonomik durumundan ne kadar bihaber olduğunu da görmüş oldum.
Bir kere magazin basını denilen kavram yirmi yıl önce neyse, on yıl önce neyse hala o vaziyette.
Bir gram ilerlememiş. Hatta daha da geriye gitmiş diyebilirim. Cumartesi ve pazar günleri
sofranın başında geç kahvaltımı yaparken göz ucuyla baktığım bu programları büyük bir
hayret içerisinde izledim.
Bir kere her iki günde verilen haberler aynı haberler. Ve nasıl oluyor da insanlar iki gün üst üste bu programlara katlanabiliyorlar anlayamadım. Bir de klasikleşen ve artık insanları iğreti eden, her haber sonrası aralara sıkıştırılıp, altında “az sonra” ya da “haberin ayrıntıları birazdan” yazan ön teaserlar resmen insanın kulağını tırmalıyor. Ama demek ki; alan memnun satan memnun ki bu bayağı yöntem hala iş görüyor.
İzleyenler istediği kadar izlesin bu programları diyecek hiçbir şeyim olamaz. Hür bir ülkede
yaşadığımıza, her malın bir alıcısı olduğuna, rating denen kavram da televizyoncular
açısından birincil sırada olduğuna göre demek ki ratingler hala yüksek ki bu programlar bu
şekilde yapılmaya devam ediliyor.
Ama benim bu yazıyı yazmama neden olan konuya gelince; işte orada bazı tespitlerim ve
kendimce yanlış bulup üzüldüğüm konular var maalesef. İki tane dizi çekip, bir tane albüm
yapıp, herhangi bir program ya da sosyal medya sayesinde meşhur olan sanatçı (!) ya da
meşhurların giydiği kıyafetten, taktığı aksesuara, yaptığı tatilden, yediği yemeğe, yaşadığı
evden, bindiği arabaya kadar lüksün de lüksünde yaşanan hayatların izleyicinin gözüne bastıra
bastıra gösterilmesi gerçekten beni çok rahatsız etti.
Bir terliğe, çantaya, eşofmana, aksesuara binlerce lira vermeler, Maldivler’de, Seyşeller’de ultra lüks tatiller yapmalar, normal bir insanın rüyalarında bile göremeyeceği arabalara binip, evlerde yaşamalar. Ve bunların bedellerinin ekranda söylenip, bu insanlar için normal bir yaşam olarak gösterilmesi.
Türkiye’de gerçekten çok büyük bir ekonomik kriz yaşanıyor ve bir taraf ultra lüks bir yaşam
sürerken, diğer kesim ay sonunu nasıl geçireceğini ya da normal standartını nasıl koruyacağını
kara kara düşünüyor. Emin olun, ucuz bir sosyal tepki peşinde değilim. Tabi ki her ülkede
belli bir kesim zengin sınıfında yer alırken diğer bir kesim orta gelir ve altı seviyesinde bir
gelire sahip olmaktadır.
Ama şu günlerde bu durumun hassasiyetin farkında olunmaması beni büyük üzüntüye boğdu. Sürekli deniyor ya “bu ekonomik kriz neticesinde zengin daha da zengin, fakir daha da fakir oldu” diye. Bu programları izleyince gerçekten de öyle olduğu izlenimi daha da artıyor. İşin ilginç ve daha da üzen kısmı ne biliyor musunuz ?
Bu kişilerin, yani ünlü olup sefalar içinde hayatını yaşayan, aşk ve kıskançlık konuları dışında dertleri olmayan şahsiyetlerin hemen hepsinin geçim sıkıntısı ya da endişesi geçiren halk sayesinde
bu hayatları yaşayabiliyor olmaları. Sakın şu da yanlış anlaşılmasın. Yıllarını sanata vermiş olan, buralara tırnaklarını kazıya kazıya gelen sanatçılara hiçbir lafım olamaz. Bunu anlayamamış olan çocuklarına olabilir ama kendilerine olamaz. Çünkü cidden büyük zorluklar çektiklerine eminim. Aklınıza şu soru veya eleştiri de gelebilir “kendileri kazanmış, kendileri yiyor. Sana ne ?” Doğru
haklısınız. Bana veya bize ne. Ama unutmayalım dinimizde “komşusu açken tok yatan bizden
değildir” diye bir hadis vardır. Keza ailelerimiz daha çocukken “yediğinle, gezdiğinle, aldığınla başkalarına gösteriş yapma” diye öğütler verip o terbiye ile büyüttüler bizleri.
Bir taraf fakirken, belki de işsizken, çocuklarına ne yedireceğini, ne alacağını düşünürken diğer
tarafın bu kadar lükse kaçması pek hoş bir durum değil. İnsanlar arası bu gelir farkının açılması bana üçüncü dünya ülkelerini anımsattı. Biliyorsunuz ki; Orta Doğu ülkelerinde halk açlıktan kırılırken belli bir kesim lüksün içerisinde at koşturuyor. Ya da Hindistan’da Bollywood yıldızları paraya para demeyip, yedikleri önünde yemedikleri arkasında yaşarken fakir halk Ganj nehrinde yıkanıyor. Biz bir batı ülkesi değiliz. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa, Avustralya, Japonya değiliz. Oradaki ünlüler de lüksün üst boyutlarını yaşıyorlar ama halkın büyük bir kesimi de belli standartlarda yaşam sürebiliyorlar. Kaldı ki son zamanlarda, özellikle de koronavirüs salgını sonrasında bu ülkelerde dahi gelir seviyelerinde düşüş, enflasyon ve işsizlik gibi sorunlar baş göstermeye, halkta huzursuzluklar çıkarmaya başladı.
Koronavirüs öncesi sinemalarda hasılat rekorlar kırıp, ödüller alan “Joker” ve “Parazit” gibi
filmleri izlediyseniz benim ne demek istediğimi anlayacaksınız. Her ikisinde de toplumun
farklı gelir seviyelerindeki insanların nasıl yaşamlar yaşadıklarını, bunalımlarını, umutsuzluklarını ve sonunda nasıl bir reaksiyon gösterdikleri anlatılmaktadır. Bu iki film gibi daha nicelerini sayabiliriz.
Bazılarınıza göre belki de çok hassas davranıyorum ve gereksiz, bazılarınıza göre de doğru
tespitler yapıp haklılık payı olan bir yazı oldu bu seferki köşe yazım. Umarım yanlış anlaşılmamışımdır. Burada kişiler veya kurumlar değil, zihniyeti eleştirmek istedim. Normal
insanların da bu durumu bir kez daha düşünerek, bu programlara ve/veya kişilere ona göre
yaklaşmalarını, kafalarında bir soru işaretinin belirmesini istedim. Herkesin rahat bir yaşam
süreceği, bazı şeylerin lüks değil normal bir ihtiyaç olacağı, çağdaş medeniyeti yakalamış
ülkelerdeki halkın yaşamının aynısını yaşayacağı güzel günlerin en yakın zamanda bu güzel
ülkemizde olması dileğiyle, esenlikle kalın.