Cemil düşünceye daldı. Bütün gece çalışacak! Herhalde iyi para kazanıp cemaatte derecesini yükseltir, belki de Urfa imamı olur!
Yazı yazmak boşuna; kafamızı ruhumuzu harcamak, hayallerimizi satmak, durup dinlenmeden hareket içinde olmak ve hep bir amaç peşinde koşmak. Sonra da yazmak, yazmak ve gene yazmak,…dönen bir tekerlek gibi, bir makine gibi yazmak!
Yarın, öbür gün daha öbür gün hep yazmak! Tatil yok! Ne zaman duracak ne zaman dinlenecek bu adam, durup dinlenmeden hoca efendi için çalışacak adam ve arada zamanı kalırsa fen lisesine müdürlük yapacak, öğrencilerle ilgilenecek, sohbete katılmayan öğrencileri odasına çağırıp bir güzel uyaracak.
Cemil boş masanın üzerine baktı ve yine kendisinin yeni doğmuş bir çocuk gibi gamsız kaygısız uzanıp yatabildiğine yüz parça olmadığına ruhunun ve bedeninin güçlerini ötede beride harcamadığına şükretti!
Bedenini ve enerjisini matematik için harcıyordu, belki Hamilton gibi yeni bir cisim bulurdu! Hamilton köprüden karşıya geçerken kuaterniyonik sayıları bulmuştu, tam adımını attığı an aklına gelmişti ve o taş yerinden sökülüp bir abideye dönüştürülmüştü. Sökülen o taş dört boyutlu bir cismin var olduğunu yani uzay-zaman üzerinde iki farklı işlem tanımlandığını ispatlamıştı ve abideye şu yazılmıştı: i.j=k;jk=i;ki=j
Birdenbire:-Ya kahyanın mektubu? Ya apartman işi? dedi ve düşünceye daldı. Kapının zili çaldı. Cemil ağa yeni ziyaretçiyi beklerken: Nedir bu? Kabul gününe döndü bugün! dedi. Odaya yaşı ve yüzü belirsiz bir adam girdi. Ne güzel ne çirkin ne küçük ne büyük ne sarışın ne esmerdi yaradan ona göze çarpan bir özellik vermemişti. İsmini ilk defa duyan adam hemen unutuverirdi. Adıyla birlikte yüzü de sözleri de hatırdan çıkardı. Geldiği yerde bir şey değişmez gittiği yerden bir şey eksilmezdi, düşük profilli bir kişilikti.
Dış görünüşü gibi zekasının da rengi özelliği kişiliği yoktu. Çevresindekileri gördüğü ve işittiği şeylerle de eğlendiremiyordu, çünkü Harran’da doğmuş zorunluluk dışında başka bir yer görmemişti
Bu nedenle başkalarının gördüğü ve bildiği şeylerden başka bilmezdi, kesinlikle okumazdı. Böyle bir insan sevilir mi sevilmez mi nefret eder mi acı çeker mi? Herhalde sever de nefret de eder acı da çeker; çünkü hiç kimse bunlarsız edemez. Fakat nasıl oluyor da bu adam herkesi sevmenin kolayını buluyor.? Böyleleri insanlarda bir tür düşmanlık ve öç alma duyguları uyandırır.
Onlara ne kötülük etseniz gene gelir size sokulurlar, ama şu da var ki duydukları sevgiyi sıcak soğuk diye ölçmeye kalkarsak bunlarınki hiçbir zaman ortayı aşmaz. Herkesi sevdikleri için iyi sayılırlar; oysa kimseyi sevmezler ve kötü olmadıkları için iyidirler. Böyle bir adamın önünde bir fakire sadaka verirseniz o da verir; ama alay edin o da fakir ile alay eder. İşyerinde sürekli ve belirli bir görevi yoktur ;çünkü ne arkadaşları ne de amirleri hangi işi dahi iyi hangisini daha kötü yaptığını görüp neye istidadı olduğunu kestirememiştir.
Kendisine iş verildiği zaman onu o şekilde yapar ki amiri ne söyleyeceğini bilemez; bakar, bakar, okur, okur ve sonunda der ki: “Ben bu işe sakin kafa ile sonra bakarım” yada “aşağı yukarı istediğim buydu” Yüzünde hiçbir zaman tasa bir düşünce belirtisi görünmez; içinde bir hayat var mı yok mu anlayamazsınız, gözleri hiçbir zaman merak içinde bakmaz. Yolda bir arkadaşı ona rastlar da nereye gittiğini sorarsa: “Çarşıya, dolaşmaya yada işe gidiyorum der arkadaşı ise bırak canım benimle dolaşmaya gel derse hemen kabul eder işi bırakır birlikte dolaşmaya giderler. Doğduğunu herhalde annesinden başka fark eden olmamıştır yaşadığını da pek az kimse bilir fakat ölümünü kimse fark etmeyecek, öldüğü için ne sevinen olur ne de üzülen.