Konuşma Şiiri üzerinden, Ülkü Tamer’in duvarlarını aşmaya çalışmak yahut salt konuşmak
”Eğer Ülkü Tamer, eşi Tomris Uyar’ı Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Edip Cansever’le tanıştırmamış olsaydı, Türk şiirinde “İkinci Yeni” diye bir akım doğar mıydı?’ Bu oldukça ilginç bir soru. Ne yazık ki bu sorunun cevabını aramaya kalkışmayacak olsam da beni Ülkü Tamer’i araştırmaya iten neden tam da bu sorunun kendisidir.
Onu araştırdıkça şiirlerine iyice daldım ve şiirlerine daldıkça işin içinden bir türlü çıkamadığım anlar yaşadım. İçlerinden biriyse beni en çok etkileyeni olmuştu. İkinci Yeni olarak adlandırmayı tercih ettiğimiz ekolün belki de en çocuk ruhlu yazarı ve bu çocukluktan kaynaklı olsa gerek Cemal Süreya’nın ”O her şeyin amatörüdür. ” diye tabir ettiği Ülkü Tamer’in ”Konuşma” adındaki şiiriydi bu. Yüzeysel olarak bakıldığında son raddeye kadar hiçbir anlam ifade etmemesine rağmen her mısrasında bir yardım çığlığı attığı şiiri, bende o yardım çığlığına karşılık verme hissiyatı ve mecburiyeti uyandırdı. Nasıl oluyor da biraz daha zorlayacak olsa dadaist şiiri andıracak olan ve her seferinde humor, neşe yüklü diye aktarılan eserleri bende bu denli yaralar açıyor ve nasıl oluyor da yine bu yaraların ağrısını daha büyük yaralarıyla unutturuyordu?
Üstelik bunu yaparken kesinlikle maddi bir amaç gütmediği, bu işe tutkuyla bağlı olduğu ve kitapları çok satsın diye lirizme başvurmadığı da aşikar bir durum. İşte bu sorudan yola çıkarak Ülkü Tamer’in gerçekte ne demek istediğini böylesine gizleme sebeplerini –belki de hiç yakınına bile gelemeden- açıklamaya kalkışacak, her mısrayı yüksek ihtimalle aşırı yoruma kaçarak tek tek ele alacak ve son olarak da yaptığım bu çıkarımları toparlayarak ilk okumamla arasındaki farkı değerlendireceğim.
”Aman kendini asmış yüz kiloluk bir zenci” diyerek giriyor şiire Ülkü Tamer. Bu noktada aklımızda ilk etapta üç soru peyda oluyor: Birincisi neden şiire bu şekilde trajik bir olayla giriş yapmayı seçtiği; ikincisi neden şişmanlığı vurguladığı; üçüncüsü ise neden etnik köken belirttiği. Felski’nin Edebiyat Ne İşe Yarar adlı çalışmasındaki ‘Şok’ başlığını şiire girer girmez yaşıyoruz. Çünkü Felski’ye göre şok, çoğunlukla istenmeyen, karşı çıkılan, estetik ölçütlerinden dışlanan bir tepkidir. Tıpkı Ülkü Tamer’in sosyal çevresindeki yeri gibi.
Bu sebeple Ülkü Tamer, şiirdeki söyleyicinin kendisi, söyleyici de zenci çocuğun kendisidir. Şişman ve zenci bir çocuk olarak hor görülen, alay edilen, ailevi problemleri olan, tembel, ezik ve tutunamamış ve pes etmiş bir tiplemenin kendi kendine söylenmesi olarak okunabilir. Şişmanlık aynı zamanda iştahı ve arzuları da temsil eder. Nitekim her şekilde bize bir üçüncü tekil şahsın -ama aslında kendisinin- tanıtımını yapar. Zaten kendisi şiiri ”insanın kendine yönelik bir sanat biçimi” olarak görmektedir ve ”Şiir yazarken kendi kendime sanki kendimi anlatıyorum. ” demektedir.
”Üstelik gece inmiş ses gelmiyor kümesten” diye devam ediyor şiir. Antep’te yaşayıp çocukluk yıllarını geçirdiği ufak yerde mutlaka kümeslerdeki tavuk ve horoz sesleriyle büyüdü. Evet ama kümesten ses gelmemesi ne anlam ifade etmektedir? Mutlaka tecrübe etmiş, en azından filmlerde görmüşsünüzdür. Kümeste sesin kesildiği tek zaman dilimi ya hepsinin aynı anda uykuya daldığı andır ya da kümese kedi gibi yırtıcıların dalıp ortalığı silip süpürdüğü andır. O halde bir çırpıda iki anlam çıkarabiliriz:
Birincisi, kümesten kastı kendi yaşadığı evidir. Evini bir kafes olarak görüyor ve gece indiği için herkes uyuyor ve henüz oğullarını ölü halde bulup feryadı basmamışlar.
İkincisi ise, kümesten kastı kendi zihni yahut kalbi ve yırtıcı sözlü insanlar, içinin ölmesine sebebiyet verdiler. Her iki durumda da, durumun acıklılığını kat ve kat arttırıyor şair. Belki de ikisi de değil ve doğrudan kümesin yanından geçip gidiş anını tasvir ediyor fakat mısrada bir dedektif edası olduğu için söyleyicinin bunu biliyor olması imkansız, her ne kadar söyleyici kendisi olsa da.
”Ben olsam utanırım bu ne biçim öğrenci / Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten” mısraları ise sanki bir anda konudan sapmışlık gibi gözüküyor. Az önce intihardan söz ederken, bir anda gündelik bir olaymışçasına ve umursamazcasına bir tavra bürünüp azarlamaya geçiyor. İşte bu noktada yine birkaç farklı olasılık ve yorum canlanıyor kafamızda.
Acaba bu bir azar değil de intihar anında hayatının film şeridi gibi gözlerinin önünden geçişi ve kendisini etkileyen, o noktaya sürükleyen cümlelerin kafasında bir flaş gibi patlaması mı? Yahut dersten kastettiği şey hayatın ta kendisi ve kainata uyum sağlamayı beceremediği için kendisini başarısız bir öğrenci olarak mı nitelendiriyor? Bir zencinin birinci sınıf insanlar gibi bir iştaha sahip olması, onların arzuladığı şeyleri arzulaması, onlarla aynı haklara ve mutluluğa sahip olmak istemesi son derece utanılacak bir şeydi.
Çünkü bir zencinin dersi, yani görevi, efendilerine itaat etmekti. Hem itaat etmiyor, hem de aynı refaha sahip olmak istiyor ve dolayısıyla bu utanılacak bir şeydir diyor şiir sesi. Buradaki bir diğer utanılacak şey ise –ki bu muhakkak zorlama bir yorum olacaktır- kendini öldürmeyi becerememesidir. İhtimaldir ki yakın çevresinden birileri hayatına kendi elleriyle son verdi ve bu kişi Ülkü Tamer’in idol olarak gördüğü, ustası/hocası olarak kabul ettiği birisiydi ve onun yaptığını yapamadı. Bir sürü resmin olduğu, birbiriyle ilişki kurması güç olan karnaval havasında imgeler var şiirde, dolayısıyla sayısız ihtimaller deryasına dalıyoruz ve belki de şairin asıl amaçladığı şeyi gerçekleyip, her birimiz farklı anlamlar çıkarıyoruz. Fakat şu konuda hemfikiriz ki, toplumdan dışlanan ve yaptığı işlerde beceriksiz bir karakterle karşı karşıyayız.
”İyi nişan alırdı kendini asan zenci” şeklinde başlar ikinci dörtlük. Adeta sahne değişir, bir matem havası ortamı süsler ve insanlar onun hakkında konuşur. Bu durumda az önceki ihtimallerden intiharı becerememiş olması seçeneğini boşa çıkaran ve tutarsızlaştıran bir giriş oluyor. Ortada kendini asan bir insan ve bu insan hakkında –belki de nezaketen ve mecburen- hoş sözler söyleme ihtiyacı duyan birileri var. ”İster mermi kullansın, ister oy pusulası, insan iyi nişan almalı. Kuklayı değil, kuklacıyı vurmalı. ” der Malcolm ve bu sözünde kast edilen anlam var burada. Yani kendini asan zenci, kuklayı değil, kuklacıyı vuruyordu.
”Bira içmez ağlardı babası değirmenci” kısmı ise belki de şiirin kendini en açık ettiği anlardan biridir. Söyleyici veya şair hem ilk kez ‘ağlamak’ gibi genellikle gizli saklı yapılan bir eylemi ağzından kaçırıyor, hem de hayatına dair detaylar veriyor. Bu noktada acıklı hayat hikayesiyle tanınan ünlü Hollandalı ressam Rembrandt’ın değirmencinin oğlu olduğu söyleniyor. Belki de Ülkü Tamer, imgeye yaslanan, biçimselliğe önem vermeyen bir şair olduğu için serbest çağrışım sonucu Rembrandt’ın yaşamının onda yarattığı hissiyatı uyarladı şiir karakterine.
Fakat burada asıl mesele, bundan ziyade, bira içmiyor oluşu. Değirmen dediğimiz yer buğday, arpa gibi tahıl ürünlerinin öğütüldüğü yerdir. Bu tahıl ürünleri biranın ham maddesidir. Bundan dolayı, şiirdeki tüm bu tutarsızlık gibi gözüken akışın içinde bile bir ilişki yakalamak ve şiirin başıyla sonunu birleştirmek mümkün. Değirmenciyle, yani babasıyla olan, muhtemelen sadece içselleştirilmiş ve bastırılmış olarak kalan çatışmayı görüyoruz bu mısrada. Kendini asmasının, gece inip evdeki kimseye veda etmemesinin sebebini sezdiriyor burada şair.
Baba figürü –Ülkü Tamer’in gerçek hayatında olmasa bile en azından şiirdeki söyleyenin hayatında- onu aşağı çeken, evini kümes gibi hissettiren bir kavram olarak sunuluyor. ”Sizden iyi olmasın boşanmada birinci” diye devam ederken burada bir bilinçsel sapma yaşayarak kendisinden, zenciden veya başka birinden değil; doğrudan babasından bahsettiğini düşünebiliriz. Söyleyenin bir annesi yok, sebebi boşanma ve evde babasıyla –nefret beslediği, uyum sağlayamadığı babasıyla- yaşıyor. Bu da pekala bir kendini asmasının tetikleyicilerinden biri olarak düşünülebilir.
Son mısra ise şiirin belki de en vurucu noktası: ”Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.” Bu mısra diğerlerinden daha fazla üzerine düşülmeyi gerektiriyor. Burada bize bahsettiği kişiye, yani kendine seslenir şair. İnsanların çalımlı keyfiyetine olan öfkesini yansıtan, bu öfkeyi kendi içinde çocuksu bir dışavurumla aktararak şiddetin büyüklüğünü hafifleten, bunu yaparak kendini teskin eden bir tercihe yöneliyor. Yaptığı muhasebe sonucunda, ilk dörtlükteki kendini suçlayışı ve ikinci dörtlüğün ilk üç mısrasındaki itirafları onu kendisinin aslında suçsuz olduğu algısına götürüyor. Gerçekte aradığı şey ölüm veya yaşam değil, yalnızlık ve pişmanlıkla geçen vaktini dolduracak bir sestir sadece. Vakti doldurmak, vakti değerlendirmekten daha zordur.
Vakti değerlendirmek için yapılan faaliyetler anlık, tek kullanımlık mutluluklar doğurur fakat vakti doldurmak sürekli olmasa da uzun vadeli bir huzur sağlar. Buradaki kuş vurma eylemi de bu can sıkıntısını atlatmak niyetiyle teklif edilen bir eylemdir. Basit bir can sıkıntısından ziyade kalıcı hasarların yarattığı travmatik bir ruhsal bunalım olduğundan kuş vurma teklifi -çözüm olmayacağını bile bile- öylesine yapılmış ve artık en azından durağanlıktan çıkılmak istenmiştir. Bir dost eli uzanıp ona kuş vurma eyleminde eşlik ettikten sonra bile bu ruh halinin geçmeyeceğinin farkındadır. Şairin, söyleyenin, zencinin ihtiyacı anlatmak veya atlatmak değil; çaba sarf etmek zorunda kalmadan anlaşılmaktır. Bu farkındalıktan kaynaklı olsa gerek, Haluk Bilginer de, ben de şiirin bu kısmında ağlamaya başlarız. Ülkü Tamer yalnızlıklardan bir kalabalık oluşturmayı bu mısra ile başarır.
Bir bakıma modern hayatın gerçekliğinden ziyade kendi-içindeki gerçekliği arzulayan bir iç-beni okuruz Ülkü Tamer’in ‘‘Konuşma’’sında. Şiirin sadece şiir olarak kalması ve algılanması gerekliliğine vurgular ve kendisi de daima bu çaba içindedir. Yaşamanın, sadece bir yerde bulunmakla değil, insanın o yeri içinde yaşatması olarak belirtir. Şiiriyle ilgili Cemal Süreya‘nın şöyle bir tespiti vardır: “Kısa şiirlerinin çoğu karnaval bileti gibidir, sevinçle doludur. Uzun şiirleri ise hemen hemen her zaman trajik öğelerle çalışır.”
Fakat bu kısacık şiire koskoca bir çocukluk, onlarca hüzün sığdırmıştır Tamer. Belki de niyeti bu değildi, belki de gerçekten öylesine bir ‘konuşma’ydı. Zaten şairler yazarken bunları düşünerek yazmazlar, bizler bir anlamlandırma uğraşına gireriz. Okurun kendi deneyimlerinden yola çıkarak sözcükleri kendi içindeki boşluklarına kondurmasıdır. Şiir de zaten bunun için değil midir?
Kaynakça
- ‘‘Çocukların ve kuşların şairi Ülkü Tamer.’’, Habertürk, 8 Nisan, 2018.
- Felski, Rita. Edebiyat Ne İşe Yarar?. Çev., Emine Ayhan. İstanbul: Metis, 2010.
- Tamer, Ülkü. Yaşamak Hatırlamaktır Anılar Kitabı. Şehir: Doğan Kitap, 2011.
- Hızlan, Doğan. ‘‘Şiirin Atsız Süvarisi’’. Nedir Şiir Onun İçin?. 2004.
- “Çocukların ve Kuşların Şairi Ülkü Tamer,”, Habertürk, 8 Nisan, 2018
- Cemal Süreya.
- “Çocukların ve Kuşların Şairi Ülkü Tamer,”, Habertürk, 8 Nisan, 2018
- Rita Felski, Edebiyat Ne İşe Yarar, ç. Emine Ayhan (İstanbul: Metis, 2010)
- Ülkü Tamer, Yaşamak Hatırlamaktır Anılar Kitabı (İstanbul: Doğan Kitap, 2011)
- Malcolm X.
- Doğan Hızlan, ‘‘Şiirin Atsız Süvarisi’’, Nedir Şiir Onun İçin?, 28 Şubat 2004