Kekemenin manzumeleri! Merhaba sevgili haberton.com okuyucuları bu hafta sizlere yine yazmaya çalıştığım bazı şiirlerimi takdim etmek isterim.
Ancak biraz farklı olarak şiirlerimi yazarken neleri göz önünde bulundurduğumu, nasıl ve kimlere yazdığımı belirten gerekli açıklamaları yapıp, o şekilde sizlerin beğenisine sunmak isterim. Hürmetlerimle…
Efenim ilk şiirim “Müellif Kalem”
“Yazdığım yazıların hiçbiri edebi eser değildir.”
Bu cümleyi çok sık kullanırım çünkü her fırsatta yazdıklarıma olumsuz eleştiri yapan insanlar mevcut. İnsanların bu bakış açıları gerçekten saçma geliyor. Edebi tarihimizi az çok bilen biriyim ve şöyle geriye dönüp bakıyorum da Tevfik Fikret döneminde yaşamış olsaydım şayet karşısına çıkıp “Ben bunları yazdım. Bakabilir misiniz?” diyemem. Korkarım çünkü karşımda bir usta var. Benim cümlelerim onunkilerin yanında cılız kalır. Onun hayal gücünün, düşüncelerinin yanında benimkilerin hiçbir hükmü yok. Fark ettiyseniz Tevfik Fikret’le kendimi kıyaslamıyorum, sadece onun döneminde yaşasaydım şayet Tevfik Fikret, kıymetli vaktini ayırıp cılız cümlelerime bakmazdı belki de. Kendimi eleştiriyorum. Yahya Kemal Beyatlı, Namık Kemal vs. bu isimlerin öğrencisi dahi olmaya layık yazılar yazmadım. Yazamam.
Daha eskiye gitmek gerekirse, Ustad Nef’i öldürülmek pahasına kalemini susturmamış, öldürülmeyi göze alarak padişaha verdiği sözü tutamayıp hicvini yapmıştır ya da susmayıp, fikirlerini dile getirdiği için derisi yüzülerek öldürülen Üstad Nesimi… Bu üstadların yazdıklarıyla, günümüzde yazılmış olan hangi eser- eserler kıyaslanabilir?
Bahsettiğim isimlerle ahirette karşılaşıp, onlarla konuşma şerefine nail olduğumda “ben dünyada yazardım.” Diyemem. Utanırım. Onların hoş muhabbetlerini dinlememi kabul buyurursalar seve seve, büyük bir hayranlıkla çıt çıkartmadan dinleyebilirim sadece.
Bu bağlamda, bu farkındalıkla, edebi bir eser koyma niyetine hiçbir zaman girişmedim. Bugüne kadar eşit olduğum insanlar tarafından çokça susturuldum. Bir ara tek arkadaşım günlüğüm olmuştu hatta. Geçmişte sürekli susturulduğumdan şimdi konuşmak istesem bile kelimeleri unutuyorum, kekeliyorum.
Hal böyle olunca derdimi anlatamıyorum. Derdimi anlatamadıkça daha çok içime kapanıyorum. İçime kapandıkça da psikolojim ister istemez yıpranmaya başlıyor. Düşünün, kapısı ve camı olmayan bir yere hapsediliyorsunuz. Kimseyle konuşmaya izniniz yok. Psikolojiniz belli bir süre sonra ne hale gelirdi? İşte, tam da böyle bir yerdeyim ve yazmazsam şayet bu açık hava görünümlü zindanda psikolojimi daha fazla koruyamam.
Dergilerde, bloglarda yazıp, bir de üstüne kitap çıkarttım diye kendimi asla “Yazar” olarak ilan etmedim. Yalnızca “Yazan” bir kişiyim. Yazarak ruhundaki yaraları sarmaya çalışan biriyim. Hadi bu söylediklerimi kendinizi benim yerime koyarak bir düşünün.
Eleştri yaparken empati kurmaya davet ediyor ve ilk şiirimle sizi baş başa bırakıyorum.
Müellif- Kalem
Havf eylemişler kalemden.
Kalem, ayrı koymamış kendini müelliften.
Müellif, aldıkça gücünü kalemden,
Haset etmişler kalemi,
Müelliften.
Müellif, olmuş münzevi.
Bırakmamış onu kalemi.
Kırmışlar beraber iki kelamın belini.
Müellif ve kalem,
Olmuşlar merdümgiriz…
Olmuşlar Müptedi.
Deyivermişler ey cân ;
‘’Yazamaz şiir!’’
Doğru, yazamıyorum sürekli şiir.
Hoş, kelamlarım da hiç olmadı şiir.
O yüzden, diyemem kendime ‘’şair’’
Garip bir müellifim ben.
Anlamam, haset dilinden.
Konuşamam,
Dem vuramam, dermansız halimden.
Bir kalemim var,
Onu da almayın benden.
Efenim ikinci yazmaya çalıştığım şiirim “Kekemenin kelimeleri.”
Susturulduğumdan bahsetmiştim. Çevrem tarafından susturulup sonrasında konuşmam istenince kekelemeye başladım. Aslında her daim hazır ve nazır olan kelimelerimi konuşurken unutmaya başladım. Bu yazmaya çalıştığım şiirim tam da bu dönemde çıktı işte.
Konuşamadıklarımı anlattım sizlere.
“Kekemenin kelimeleri” şiirimi sizlerin beğenisine sunuyorum efendim. Derdimi anlamanız ümidiyle…
KEKEMENİN KELİMELERİ
Unutmayacağım!
Umut ararken, umutsuzluğu önüme yol edenleri.
Umut diye ağlarken, umutları kapalı bir kutuda,
Kapalı kapılar ardında gizleyenleri, gizlenenleri.
Çaresizliğimi haykırırken, ağzıma kilit vurmaya çalışanları.
Unutmayacağım!
Hatırlayacağım!
Zorlaştıranlar yerine kolaylaştıranları.
Hatırlayacağım!
Kapalı kapılar ardında gizlenen umutları,
Ellerindeki anahtarla açan güzel adamları.
Daima hatırlayacağım!
Çaresizliğimi haykırırken,
Sesimi duyan ve güzel cümleler kuran insanları,
En çokta Kıvırcık saçlı adamı, Mayıs’ı…
Hatırlayacağım!
Ve susmayacağım!
Kekeme olsam da,
Konuşacağım!
Anlatacağım, zorla dilsiz şeytanlık yaptırdıklarını.
Konuşacağım!
Hatırladıklarımı.
Konuşacağım!
Unutmayacaklarımı.
Konuşacağım!
Umutları gizleyenlere inat.
Konuşacağım!
Haykıracağım umutlarımın ardından koşacağımı.
Konuşacağım!
Umutlarına koşanlara yol açacağımı.
Gerekirse umuda giden yol olacağım.
Tüm beyazlığımla mavilere uçacağım.
Bekleyen hayallerime kavuşacağım.
Ama asla durmayacağım!
Bundan önceki iki şiirim realist yazmaya çalıştıklarımdı. Dilerseniz biraz romantikleşelim. Fark ettiyseniz yazdıklarıma tam anlamıyla “şiir” diyemiyorum. Hatta “yazdıklarım” bile diyemiyorum. Benim için bunların hiçbiri yazılamamış yazılardır aslında. Ancak insan kendini bir şekilde de olsa ifade etmek istiyor. Hele ki konu gönül meseleleri ise…
Söyleyemediklerim ve yazamadıklarımla sizi baş başa bırakıyorum efendim.
“Manzumem” ve “Geçiyorum” sizlerle.
Manzumem
Öyle bir yârim var ki sormayın gitsin dostlar.
Yok, tanımazsınız.
Dedim ya, sormayın boşuna kim olduğunu.
Yani benim gönlümdeki halini tanımıyorsunuz.
İnancımıza göre, Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan geldik.
Buna göre, tanıma ihtimaliniz çok yüksek.
Belki de dış görünüşünü bilenleriniz vardır da gönlümdeki görünüşünü sormayın vallahi anlatamam.
Ah … Kelimelerimin tükendiği tek manzumem.
Ne yazdığım kitapta ne de başka yerde anlatamadığım bir gönül yaram var.
Gönlümde bir yârim var.
O yâr öyle bir yâr ki;
Asla gönlüme yara olmadı bilakis canıma yâr olarak var olan yaralarıma derman oldu.
Benim gönlümden onu bir görseniz… göremezsiniz. O da göremedi.
Yanımda olsun istemedim hiçbir zaman.
Benden uzaktayken mutlu, neden bozayım ki mutluluğunu?
Bana gülümsemese de onu gülümsetecek sebepleri vardı.
Gülümsüyordu.
Sonuçta mutluydu.
O gülümsüyor ise ben, dertdaş edinirdim umutsuzluğumu.
Dilim lal olur onu görünce.
Ha bir de;
Arada sırada fotoğrafına denk geliyorum da bir kalp çarpıntısı başlıyor.
Engel olamıyorum.
O çarpıntıları bir duysa deli diyecek ama hiçbir şey bilmeyecek.
İçimde hep bir giz olarak kalacak.
Gizliden gizliye gidecek.
Gizliden gizliye gönlüm ondan vazgeçecek.
Camekanın içindeki değerli bir eşya misali,
Dokunamazdım ona, hakkım yoktu.
Umutsuz bir aşkın içerisindeyim.
Ne sevgimi dile getirmeye
Ne de sevdiğimin ismini dillendirmeye hakkım yok.
Aşk, hakkın olmasa da sevgini, kendi içinde dile getirmekmiş.
Aşk, hakkın olmasa da sevdiğinin ismini içinden dillendirmekmiş.
Aşk, hiç olmayacak birini sevdiğini kendine itiraf edebilmenmiş.
Aşk, mutluluğuyla mutlu olmakmış.
Aşk, hiç görmesen de sevmekmiş.
Asla bilmeyecek diyorum. Neden bilsin? bilirse mutsuz olur ve onun mutsuzluğuyla mutlu olamam.
Biliyorum, hakkım yok onu sevmeye ama gönül bu.
Sevmemek için çok direndim ama ‘’sevme!’’ diyemedim.
Biliyor musunuz? Suçmuş onu sevmek.
Yasakmış bana…
Aslında her şeyin farkında olduğunu biliyorum.
İmkansızlığımızın, yasaklığımızın, suçumun…
İlk gördüğüm anda “tamam” demişim ama o bir padişahken ben bir hizmetkarım. Hiç padişah ve hizmetkar olur mu? Hikâyede de öyle değil miydi zaten? Koskoca cihan padişahına, hizmetkârı tam aşkını dile getirecekken oracıkta kalp krizi geçirir.
Öyle bir yârim var ki sormayın gitsin dostlar. Yok, tanımazsınız sormayın boşuna kim olduğunu. Yani benim gönlümdeki halini tanımıyorsunuz ama inancımıza göre Hz. Adem ve Hz. Havva dan geldik. Buna göre tanıma ihtimaliniz çok yüksek. Belki de dış görünüşünü bilenleriniz vardır da gönlümdeki görünüşünü sormayın vallahi anlatamam. Ne yazdığım kitapta ne de başka yerde anlatamadığım bir gönül yaram var. Daha doğrusu gönlümde bir yârim var. O yâr öyle bir yâr ki asla gönlüme yara olmadı bilakis canıma yâr olarak var olan yaralarıma derman oldu.
Her harfte onu bulurken görmezden gelmek zor olacak.
Ancak, hayatım onu severek güzel olacak.
Evet, evet. Onu severken kendi hayatımı güzelleştiriyorum. Kendi hayatımı ihmal etmiyorum çünkü ona bağımlı değilim sadece seviyorum. Kendi hayatımı ihmal etmiyorum çünkü o, benim hayatım olmuş hayatımı güzelleştirmek istiyorum.
GEÇİYORUM
Geçiyorum,
Menzilinden.
Görüşür müyüz? Bilemem.
Dünya denen misafirhanede,
Geçerim her gün menzilinden.
Görmeyi umar,
Görememeyi bulurum.
Kırıklıklarla kalsam da menzilinde,
‘’Efulim’’ diyemem. Lâl olurum.
Çizim yeteneğim de yok.
Kelimelerim ile suretini kâğıda resmeder dururum.
Ey visal zevkini tadamadığım mahbubum;
Vuslattan umudu kestim de,
Mevla’dan ümidi kesemiyorum.
Seni, sana olan sevdamı Vedûd’a emanet ediyorum.
Söz,
Geçmeyeceğim artık menzilinden. Vazgeçiyorum.
Mevla’ya ulaşmak için geçersin ya Leyla’dan,
Adım attığın yollardan
Bir başkası adım attığında bile kıskanıyorken bu aciz,
Çekiliyor…
Sana ulaşmak adına girdiği tüm savaşlardan.
Umurumda değilsin artık.
Yüzündeki geçmişi ellerimle temizlemek,
Kalbindeki buzları ısıtmak,
Sırtındaki yükünü omuzlamak istesem de,
Umurumda değilsin.
Ve adını yazmaya korktuğum,
Geçiyorum,
Menzilinden.
Görüşür müyüz? Bilemem.
Bir daha geçmem mevkiinden.