Kariyerim kadar mıyım? Her dönem kendi değer yargılarını oluşturur. Değişim kaçınılmazdır. Yaşanan dönemin baskın kültürüne göre şekillenir bakış açıları.
Günümüzde bir insana neye göre değer veriyoruz? Mesela kendimizi tanıtırken ilk sıralarda hangi bilgileri veriyoruz? Birini tanımaya çalışırken sorduğumuz soruların başında neler geliyor?
Önce ismimizle başlıyoruz doğal olarak. Bizi tanımlayan en genel bilgi o çünkü. Sonra belki yaş belki yaşanan şehir. Fakat üçüncü sırada büyük çoğunlukla meslek geliyor değil mi? Bitirilen ya da eğitim görülen kurum, ardından meslek. Ayak üstü hoşbeş ettiğiniz herhangi bir insanı düşünün. Size sorduğu ilk üç sorudan biri mutlaka mesleğinizdi değil mi?
Bir kişiyle tanışmanızı düşünün. Hangi senaryo size daha yakın geliyor seçin:
A: “Merhaba, ben Şebnem. 23 yaşındayım. Kitap okumaya bayılırım. Bir şeyler üretmeyi, resim yapmayı ve özellikle yazı yazmayı çok severim.”
B: “Merhaba, ben Şebnem. 23 yaşındayım, 2020’de üniversiteden mezun oldum. Sosyoloji mezunuyum x firmasında y olarak çalışıyorum.”
Hazırlanılan sınavlar, kariyer hedefleri, hayaller de bu noktada işin içine girebiliyor. Fakat her kültürde bu şekilde yaşanmıyor. Bazı kültürlerde kişinin işini, eğitimini sormak ayıp olarak bile görülebiliyor. Statü açısından bir değerlendirmeye ve maddi anlamda da bir öngörüye sahip olunacağı için ayıp olarak niteleyen bu kültürler için ise kişinin hobileri, hayata bakış açısı, düşünceleri ve duyguları çok daha önemli. Peki bizim kültürümüzde neden kariyer bu kadar ön planda?
Özellikle büyüklerimizden sıkça duyduğumuz, kolunuzda mutlaka altın bir bilezik olsun nasihati aslında kariyer odaklı bakış açısının bir yansıması. Demek istiyorlar ki okuyun, bir işe girin ve kendi ayaklarınızın üstünde mutlaka durun. Okuyun yavrum, okuyun memur olun! Hadi biraz daha derinlerine inelim ve tarihsel açıdan da bakalım topluma.
Hepimizin mutlaka az çok bilgisi olduğu gibi Türkiye kolay kurulmadı. Savaşlar, açlıklar, göçler, mücadeleler ile dolu bir tarihimiz var. Eskiden kılıç ile olan savaşlar günümüzde şekil değiştirdi ve artık diplomatik olarak sürüyor. Bu kadar zorlu bir geçmişi ve hayatı olan bir halkın, ekmek kapısı olarak görülen iş dünyasına birinci öncelik olarak bakıyor olması elbette şaşırtıcı değil.
Bakış açımızı biraz daha değiştirelim ve konuya bu seferde ihtiyaçlar hiyerarşisi olarak bakalım. Bahsettiğim diğer ülke, yani tanıştığı veya görüştüğü kişinin eğitimi ve mesleğinden ziyade düşüncelerine ve duygularına odaklanan ülke kültür piramidinin hangi aşamasında? Peki biz hangi aşamasındayız? Onlar kendini gerçekleştirme aşaması olan son basamağa çıkmışken bizim güvenlik ihtiyacı basamağında olduğumuzu söylemek abartı mı olur? Yoksa saygınlık aşamasındayız ve bu değeri statüler ile veriyoruz demek daha mı doğru? Kendimizi iş sayesinde maddi anlamda bir güvende mi hissetmek istiyoruz (ikinci basamak güven ihtiyacı) yoksa işimizin başarılarımızı gösterdiği kanaatindeyiz ve özsaygı, başarı içeren dördüncü basamakta mıyız?
Günlük hayatta farkında olmadan dilimize yerleşen söz kalıpları tarihimiz ve kültürümüze dair ne kadar çok ipucu veriyor değil mi? Sosyolojiyi bu kadar sevmemin bir nedeni de bana bu bakış açılarını kazandırmış olması. Her ne kadar iş dünyasının kapılarını açmamış olsa da düşün dünyasının kapılarını açtığı kesin.