Anadolu’nun kadim topraklarında geçmişten bugüne gelen toplumsal bir gerçekliktir lakaplar. Kara Cuma’nın torunuyum…
Kişinin kimi zaman fiziksel görümünü kimi zamansa kişisel özelliklerini vurgulamak için kullanılan lakaplar, bir sözcükten fazlasıdır aslında kişi için. Çünkü lakaplar bir kültür aktarımıdır.
Çocuktuk, kentlerin kalabalıklarından kaçarak yaz tatillerinde doğayla bütünleşmek için ailece köyümüze dede evine giderdik. Çevremizde geçen birçok olgunun nedenini merak ederdik. Köye vardığımızda her yeni gelene duyulan merak gibi bizleri de merak eder hoş geldiniz demek için gelenler olurdu ellerinde çay ve şekerle. O vakit duymuştuk dedeme takılan ‘Kara Cuma’ lakabını. Dedem Cuma Çalışkan keklik beslemeyi, doğada gezmeyi ve dağları çok severdi. Şahsına münhasır bir kişiliği vardı. Merhametliydi. Esmer teninden geliyordu lakabı.
Köyde herkesin bir lakabının olduğunu söyledi babam bir süre sonra. Ninemin babasının lakabının ‘Sarı Memo’ dedemin babasınınsa, biraz kaba olmasından kaynaklı ‘Dingil İbrahim’ olduğunu öğrendik. Lakaplarla ilgili önemli bir noktanın altına çizmek isterim. Kişiyi toplumsal olarak aşağılayacak, duruşunu ayıplanacak şekilde değil de daha masum, daha içten pazarlıksız sözcükler seçildiğini, birbirlerine hitap ederken incitmeden, kırmadan iletişimler kurduklarının hikayelerini dinledik. Günümüzde, empati kavramının olmadığı kadar empati, merhamet kavramının olmadığı kadar da merhamet kavramının olduğunu söylemekte geçmişi yaşayanlarımız.
Anılarımızı biriktirdiğimiz topraklarda takılan lakaplar, üç nesil sonra atalarımızın hikayelerini derinlemesine dinlememize neden oldu. Dedem ve ninem gibi şu an hayatta olmayan tüm güzel ruhların, ruhlarının şad olmasını diliyorum.
Edebiyata, sanata ve insana dair tekrar görüşmek üzere…