Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Berrin Pehlivan, “Kanser tedavisinde radyasyonu sıfırlayan yöntem Türkiye’de de olmalı” dedi.
Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Berrin Pehlivan, kanser tedavilerinde artık tümöre karşı bağışıklık yanıtı artırıcı yöntemlerin öne çıktığını vurgulayarak, bunu başarıyla sağlayan tedavilerden ‘proton terapi’nin, Türkiye’de de mutlaka olması gerektiğini söyledi.
Prof. Dr. Pehlivan, proton terapi alması gereken hastaların yurt dışına gönderildiğini hatırlatarak, “Biz, klasik radyoterapide tümörü yok etmek için X ışını kullanıyoruz ve bu, tümöre ulaşana kadar ve ulaştıktan sonra çevre dokuları da etkiliyor. Oysa proton terapide yüksek enerjili proton parçacıkları kullanılıyor. Işın, tümör içinde en yüksek dozuna ulaşıyor. Dokudan çıkış dozu sıfıra yakın. Kansere karşı bağışıklık yanıtını da artırdığı için, klasik tedavilere göre çok daha az yan etkiyle daha iyi sonuçlar veriyor. Özellikle çocuk hastalar için çok gerekli” dedi.
Kanser tedavilerinde pek çok paradigmanın değiştiğini ve artık tümörlerin ortaya çıktığı organlara göre değil bağışıklık yanıta göre ele alınacağını vurgulayan Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Berrin Pehlivan, bilim dünyasının “sıcak tümör” ve “soğuk tümör” kavramlarına odaklandığını söyledi. Prof. Dr. Pehlivan, “Yeni yüzyılda tümörler tamamen immünolojisine göre yani bağışıklık sistemine göre sınıflandırılacak ve biz tümörleri çok yakın zamanda sıcak tümör veya soğuk tümör diye ayıracağız. Sıcak tümör, bağışıklık sistemi hücrelerinden zengin olan tümörler.
Soğuk tümörler de bu hücrelerin bulunmadığı yapılar. Araştırmalar ve tedavilerdeki amaç şu olacak, sıcak tümörlerde en etkin tedaviyi nasıl sağlarız? Soğuk tümörleri sıcak tümör haline nasıl getirebiliriz? Çünkü biz kemoterapi veya radyoterapi, tedavi için hastaya ne veriyorsak verelim, aslında hastanın tümörünün verdiği cevabı belirleyen, bağışıklık sistemi hücrelerinin orada olup olmaması. Yani bir anlamda kanser mikro çevresinin nasıl olduğu önemli. Bir tümör bağışıklık sistemi hücrelerinden fakirse, oradaki tümör dokusunun tedaviye verdiği yanıt çok daha az oluyor” dedi.
“ÇEVRE ÜLKELERDE VAR BİZDE YOK”
Proton terapi ve derin hipertermi gibi yöntemlerin bu açıdan önem kazandığını belirten Prof. Dr. Pehlivan, proton terapinin daha çok cerrahi olarak ulaşılamayan veya çevresinde kritik organlar olduğu için klasik radyoterapi ile tedavi edilemeyen hastalarda tercih edilen bir yöntem olduğunu söyledi. Pehlivan, derin hipertermi cihazının da tümörün bulunduğu organa ısı vererek tümörün hücre yapısını bozduğunu ve radyoterapi veya kemoterapinin etkisini artırdığını kaydetti.
Prof. Dr. Pehlivan, şunları söyledi: “Özellikle immünolojik etkilerinin çok daha fazla olduğu açıklandıktan sonra her iki yöntem de önem kazandı. Proton terapi, radyoterapinin bir uygulama şekli ve daha az toksisite veriyor. Bu cihazdan sadece Amerika’da 40 merkezde var. Gürcistan’da, Mısır’da, Rusya’da, Çekya’da, pek çok yerde proje halinde ya da halihazırda aktif proton merkezleri var.
Çocuk hastalarda çok büyük önem kazanıyor bu yöntem. Çünkü çocuklara radyoterapide ne kadar az ışın verirseniz gelişimi o kadar az etkileniyor. İmmünolojik etkisinin de fazla olduğu tanımlandıktan sonra dokuya ne kadar az radyasyon dozu verirsek immün sisteminde o kadar az etkilendiğinin ortaya çıkmasından sonra proton terapi artık yeni çağın vazgeçilmez tedavilerinden biri oldu.”
“HASTALAR ONBİNLERCE AVRO ÖDENEREK YURT DIŞINA GÖNDERİLİYOR”
Normal radyoterapide kullanılan X ışınının vücuda belli bir dozla girdiğini ve hem tümöre ulaşana kadar, hem de tümöre ulaştıktan sonra yolun üstündeki normal dokuyu da etkilediğini dile getiren Prof. Dr. Pehlivan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz her ne kadar yeni cihazlarla ışın demetlerini tümöre konsantre edebilsek de yine de belli bir giriş ve çıkış dozu oluyor. Bu nedenle X ışınının normal doku dozu da çok fazla oluyor. Ancak proton terapinin vücuda belli bir giriş dozu var, en yüksek dozunu tümörün içerisinde veriyor ve sonrasında sıfır çıkış dozu var.
Çocuk hastalara bu terapide öncelik veriyoruz. Aynı klasik radyoterapi ile ışınlayamayacağımız, yüksek dozlara çıkıp tedavi edemeyeceğimizi düşündüğümüz hastaları da yurt dışında gönderebiliyoruz. Sağlık Bakanlığı (SGK kapsamında) ödüyor. Ama tabii ki hastanın bir konseyden geçmesi gerekiyor. Konsey kararından sonra da yurt dışındaki bir merkezden de kabul alınması gerekiyor. Biraz meşakkatli bir süreci var açıkçası. Yılda 100 civarında hasta bu tedavi için yurt dışına gönderiliyor.
Sadece tedavi için 50 ila 70 bin avro ödeniyor ve ek masrafları da var tabii ki aileye. İnternete proton terapi veya hipertermi yazdığınızda ise direkt olarak sağlık turizmi sayfalarına yönlendiriliyorsunuz. Gürcistan, Mısır gibi ülkelerde varken Türkiye’de bunun olmaması ve bizim her yıl yüzlerce hastayı büyük masraflarla, büyük bir özveriyle yurt dışına gönderiyor olmamız bu konuya biraz daha fazla kafa yormamız gerektiğini düşündürüyor.”
“UZUN VADEDE SAĞLIK MALİYETİNİ DE DÜŞÜRÜYOR”
Proton terapinin pahalı bir yöntem olarak düşünülse de hasta başı tedavi maliyetleri açısından bakıldığında klasik tedavilere nazaran uzun vadede çok daha verimli olduğunun altını çizen Prof. Dr. Pehlivan, “Tedavi maliyet analizlerini özellikle İsveç çok çalışmış proton terapi için. Belli hastalık gruplarında maliyet analizi çıkarmışlar. Örneğin sol taraf yerleşimli bir meme kanserli hastada sol tarafı ışınladığınızda akciğer ve kalp de belli bir doz alıyor, hasta ileride buna yönelik yan etkiler yaşıyor.
Protonla kalpte yan etki riskini azalttığınızda, hastanın sonraki 10 yılında devlete, sigorta sistemine maliyeti çok daha az. Sağlık turizmi merkezi olan ve çok iyi hastanelere sahip ülkemizde bu cihazın olmaması çok acı. Evet radyoterapi cihazlarımız inanılmaz iyi ve yaygın, Fransa’da Almanya’da birkaç tane olan bazı cihazlardan Türkiye’de çok sayıda var. Ama birkaç tane de proton terapi cihazının Türkiye’de olması gerekiyor” dedi.
“HİPERTERMİ İLE KANSER HÜCRESİNİN YAPISI BOZULUYOR”
Hipertermi cihazının da kemoterapinin etkisini artırması nedeniyle kanser tedavilerinin artık vazgeçilmezi olmaya başladığını anlatan Prof. Dr. Pehlivan, kanserle ilgili her türlü tedavinin bulunduğu ülkemizde bu cihazdan da olmadığını kaydederek sözlerini şöyle noktaladı: “İmmünolojik etkiyi arttıran bir de hipertermi tedavisi var. Hipertermi, ısı tedavisi ve öncelikle altını çizmek istediğim şey, tek başına bir tedavi şekli değil. Hiperterminin, özellikle radyoterapi ve kemoterapi ile kombine kullanılması gerekiyor ve yurt dışındaki merkezlerde genelde radyoterapi cihazları ile radyoterapi merkezleri içerisinde yan yana oluyor.
Hasta, hipertermiye girer ve oradan radyoterapiye alınır ya da tam tersi olur. Ama ikisi birlikte olur ve hipertermi, radyoterapinin etkinliğini artırır. Kemoterapinin etkinliğini artırdığına dair de datalar var. Ancak en önemlisi, immünolojik etkisinin de çok fazla olduğunun yapılan araştırmalarda ortaya çıkması. Türkiye’de maalesef derin hipertermi cihazı da yok. Bazı arkadaşlarımızda yüzeyel hipertermi cihazı var. Ancak bunlar sadece cildi ısıtıyor. İçeride, derinde yerleşmiş organlardaki tümörleri ısıtacak bir hipertermi cihazı Türkiye’de maalesef yok.
Hipertermi, hücreleri 43 dereceye kadar ısıtıyor ve bu derecede protein denatürasyonu yapıyor. Yani proteinin yapısını, hücre zarının yapısını bozuyor. Salgılattığı stokinler etkisiyle, beraberinde uygulanan radyoterapi veya kemoterapinin etkinliğini arttırıyor. Türkiye’deki radyasyon onkolojisi merkezlerinde mutlaka bu cihazların olması gerekiyor. Bunlar olmadan kanser tedavileri artık yeni paradigmalar sebebiyle eksik olacak gibi görünüyor.”