Iğdır Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sait Yıldırım, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aysun Doğutaş’ın koordinesinde akademisyenlerle ‘Kadın-Medya ve Sosyal Medya’ konusunu araştırdı.
Iğdır Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sait Yıldırım, medya ve sosyal medyada kadına dair birçok sorunun yaygınlaşması üzerine konuyu akademik olarak incelemeye karar verdi. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aysun Doğutaş ile koordine ettikleri araştırmada çeşitli üniversitelerden akademisyenlerin görev aldığını ifade eden Yıldırım, yaklaşık bir yıl boyunca inceleme yaptıklarını bildirdi.
Toplam 16 akademisyenin yer aldığı çalışmayı ‘Kadın-Medya ve Sosyal Medya’ başlığı altında kitaplaştırdıklarını kaydeden Yıldırım, çalışmanın amacının kadın, medya ve sosyal medya konusunda uzman çalışmacıları bir araya getirerek, mevcut durumun analizi ve tespitinin yapılarak temel problemlere dair bulgu ve çıkarımları literatüre kazandırmak olduğunu söyledi.
DİZİ VE FİLMLER ARACALIĞIYLA ALDATMANIN MEŞRULAŞTIRILMASI
Araştırma sonuçlarıyla ilgili DHA muhabirine bilgi veren Yıldırım, şunları kaydetti:
“Özellikle dizi ve filmlerde aldatma ve yasak aşk vurguları oldukça geniş bir yer kaplamaktadır. Bu tarz dizilerin popüler olması, aldatma, yasak aşk, şiddet ve cinayet vakalarının da artmasına yol açmaktadır. Burada önemli bir sorun normalleşme ve sıradanlaşmanın bahsettiğimiz sorunları günlük yaşamda görünür kılmaktadır. Dizi ve filmlerde konumlandırılan ilişki ve iletişimler, toplumda aile yapısının öneminin ortadan kalkmasına yol açmaktadır.
Gençlerde evliliğin bir yük ve sorumluluk olarak algılanması yaygın bir kanıya dönüşmektedir. Bununla birlikte evlilik dışı ilişkilerin özellikle yasak aşk ilişkilerinin popülerleştiği de dikkat çekmektedir. Benzer şekilde gündüz kuşağı programlarına bakıldığı zaman dizi ve filmleri aratmayan olay ve sahnelere şahit olmaktayız. Bu noktada gündüz kuşağı programlarında mahremiyet algısı üzerinden bir pazar ve endüstri oluştuğu görülmektedir. Toplumun her kesimini yansıtacak bireylerin bu programlarda yer alması aşırılıkların normal karşılanmasına sebep olmaktadır.”
‘GÖSTERİŞ KÜLTÜRÜ KADIN KİMLİĞİNİ ESİR ALDI’
Yaptıkları araştırmada bir kişinin günde ortalama 5 saat sosyal medya uygulamalarında zaman geçirdiğini anlatan Yıldırım, şöyle devam etti:
“Sosyal medya odağında baktığımız zaman ise gösterişe dayalı bir yaşam biçiminin yaygınlaştığı ve tüketim olgusunun insan yaşamında belirleyici bir unsur olduğu ortaya çıkmaktadır. Ortalama bir kişi en az 5 saat süreyle sosyal medya uygulamalarında zaman geçiriyor. Bu zamanın önemli bir çoğunluğu kendisinin takdir edilmesi ve özendiği insanlar gibi olma çabası amaçları uğruna geçmektedir. Instagram örneğine bakacak olursak bir kişinin tüm gününü kapsayacak bir biçimde rutinleri paylaşılarak kişinin kendi yaşamını teşhir ettiği dikkat çekmektedir.
Beğeni ve takdir edilme odağına dayanan yaşam pratikleri, kadınların kendi isteklerinden ziyade takipçilerinin beğenilerine göre biçimlenmektedir. Benzer şekilde Tik-tok uygulamasına bakıldığı zaman bu uygulamanın gelir getirici bir niteliğinin olmasıyla aşırılıkların olağanlaşması kaçınılmaz olmuştur. Canlı yayınlarda para kazanma, popüler olma unsurları özellikle kadın kullanıcıların kazanma hırsı uğruna ahlaki ve değersel anlamda bir erozyonu ortaya çıkarmıştır. Öyle ki canlı yayınlarda cinsel ilişkiye girip bunu yayınlayarak bir kazanım elde etme çabası bir pazara dönüşmüştür. Kısaca beden ve beden gösteriminin kimliğin önüne geçtiğini görmekteyiz.”
‘ÖZGÜRLÜK ADI ALTINDA KURALSIZLIK’
Bu konularda çıkarım ve söylemlerinin ciddi itirazlara ve bir linç kültürüne esir edildiğini vurgulayan Yıldırım, “Canlı yayında herkesin ulaşabileceği bir mecrada cinsel ilişki yaşamanın ve bunun üzerinden para kazanmanın: tüm bu sürecin de çocuk, genç ve yetişkinlerin seyrine açık olmasının özgürlükle açıklanmayacağını düşünüyorum. Özellikle medya ve sosyal medya konusunda özgürlük algımıza dair ciddi bir sorun olduğunu düşünüyorum. Kısa, orta ve uzun vadede aile, ahlak ve toplumsal değerlere dair sorunların yaygınlaşması önü alınamaz bir hale gelecektir. Bu durum şimdi ‘özgürlük’ adı altında aslında kuralsızlıkların davranış biçimine dönüşmesiyle güçleniyor.
Bu uygulamaların amacı ahlaksızlığı yaygınlaştırmak olmadığı elbette bilinmektedir. Ancak etik değerlerden bağımsız sadece kazanma odağında gerçekleştirilen faaliyetlerde toplumsal ve ahlaki kaygıların olmadığı açıktır. Evlenme, boşanma, kadına yönelik şiddet, intihar ve benzeri sosyal problemlere baktığımız zaman medya ve sosyal medyanın ciddi anlamda belirleyici olduğu görülmektedir. Bu sebeple toplumun tüm kesimlerinden medya etiğine dair bir farkındalığın oluşması gerekmektedir. Özellikle RTÜK’ün kurumsal anlamda müdahalesi ve etkin alternatif programların yapılmasını teşvik etmesi önem arz ediyor. Bizlerin temel amacı, kimsenin yaşam biçimine müdahale etmek olmayıp, kadın ve aileye dair yaşanan ve yaşanacak olan problemlere yönelik tespit, teşhis ve önerileri etik ve vicdani sorumluluk olarak ortaya koymaktır” diye konuştu.