General Sir Ian Hamilton, “İnsan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar uzun müddet ayakta kalamaz. Sadece bugün bin sekiz yüz şarapnel attık. Savaş gemilerimiz aylardan beri gece gündüz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri onları koruyan Allah’larından ayırmak için başka ne yapılabilir ki !”
General Hamilton kaptan köşkünde hafifçe kestirmek için koltuğa uzandı. Zırhlısının Çanakkale Boğazından rahat geçmesi için önceden gönderdiği Ocean ve Queen Elizabeth savaş gemileri nasılsa Türk Ordusunun gücünü kırmıştır düşüncesindeydi.
Bu yüzden içi rahat bir şekilde uykuya daldı. Rüyasında Doğu Roma İmparatorluğu’na başkentlik etmiş, tüm dünyanın sahip olmak istediği kutsal şehir İstanbul’u görüyordu. Gemiden inerken İstanbul’un tüm gönderlerine İngiliz Bayrağı çekilmiş bir şekil de göğsünü kabarta kabarta ilerliyordu. Onu karşılayan mandaterler eteklerini öpüyor ve şehrin anahtarını teslim ediyorlardı.
Uyandığı sırada gemi Çanakkale Boğazının girişinde duruyordu. Uzun bir iç çektikten sonra ayağa kalktı ve dışarıya çıkarak ağır bombardımanın ortalığa bıraktığı is kokusunu derin bir nefes alarak içine çekti. Başarılı olmak zorundaydı. Sadece İngiliz Ordusunu değil tüm İtilaf Devletlerini temsil ve komuta ediyordu.
Ayrıca İtilaf Devletleri’nin diğer cephelerde, Osmanlı Devleti’ni yenmiş olması onun biraz da kibirlenmesine yol açıyordu. Taarruz emrini saatler öncesinden vermişti zaten Hamilton. İngiliz Fransız birlikleri teker teker Gelibolu ve Biga yarımadalarına çıkartma yapıyor, Türk Askerleri ile göğüs göğüs muharebe ediliyordu. Boğaz’ın o güne kadar görmediği teknolojik gemiler, güneye doğru olan akıntıya hükmederek, İstanbul’a doğru ilerliyordu.
O sırada Rumeli Mecidiye Tabyasında görevli Abdurrahman oğlu Balıkesirli Onbaşı Seyit sigarasından son bir nefes daha alarak eliyle söndürdü. İçinden “ Boğaz sizin mezarınız, gerekirse bastığım bu toprak da benim mezarım olacak “ dedi. Ayağa kalkar kalkmaz büyük bir gürültü ile gökyüzünün yere indiğini zannetti. Boğazdan gelen bir top mermisi Tabya’nın cephaneliğine isabet etmiş, beraber göğüs göğüse çarpıştığı arkadaşlarında on dördü o an can vermişti.
Patlama sırasında arkadaşı Ali ile bir tarafa savrulan seyit toz dumanında öksürüklerle yerden kalktı. Burnundan soluyordu. Kulakları çınlıyor ve hiç bir şey duymuyordu. Yere baktığında arkadaşı Ali baygın bir şekilde duruyordu. Eğildi Ali’yi diriltmek için sarstı, Ali uyandığında göz göze geldiklerinde ikisi de olayı kavramıştı ve karşılıklı gözleri dolmuştu. Toz bulutu dağıldığında beraber gördükleri manzara karşısında donup kalmışlardı. Ayağından hafif yara almış ali cephaneliğe doğru dişlerini sıka sıka ilerliyordu. Koca cephanelikte sadece bir mermi sağlam kalmış diğerleri infilak etmişti.
Boğazdan olanları seyreden Hamilton Avusturya ve Yeni Zelanda birliklerine emir göndererek “Saldırın !” talimatını verdi. Kendisi bu büyük patlamanın verdiği gürültü ile iyi bir şey yaptığından emindi. Bu patlamadan sonra boğazda ilerlemenin önü açılmıştı. General Hamilton Müttefik Donanmasının başında bulunan Amiral De Robeck’e haber göndererek. Zırhlıların ilerlemesini istedi.
Boğaz’da İtilaf Devletlerinin gemileri süzüle süzüle Osmanlı’nın göz bebeği İstanbul’a doğru ilerlerken, denizdekiler yarına parti planları yapıyor, karadakiler ise bu işin henüz bitmediğini söylüyorlardı.
Bir Gürültü ile tüm boğazın yanı sıra Anadolu coğrafyası ve Ege adaları da dikkat tazeledi. Herkes ne oldu diye birbirine bakarken, cihanı titreten bu ses boğazda bulunan Bouvet Zırhlısından gelmişti. İnanılmaz şekilde koca zırhlı, Nusrat Mayın Gemisinin bir gece de gizlice boğaza döşediği mayınlar yüzünden batıyordu. Mürettebat denize atlayarak canını kurtarmaya çalışırken, o anda General Hamilton ilk defa tedirgin olmuştu. Henüz Bouvet’in gürültüsü geçmemişti ki Irresistible Zırhlısıda aynı gürültüyü çıkararak batmaya başladı. O sırada Türk Orduları Allahuekber nidalarını göğe gönderiyor, ve Nusrat’ın onlara verdiği enreji ile “Ya Allah !” diyerek saldırıyorlardı.
Boğaz’da İtilaf Devletleri’ne ait tek bir zırhlı kalmış ve toplarıyla iki yarım adayı da dövüyordu. O an on dört arkadaşını kaybeden seyit cephanelikte kalan tek sağlam mermiyi de sırtladı. Arkadaşı Ali gözlerine inanamıyordu. O top mermisi tam İki yüz on beş kilogramdı. “Seyit bırak şunu.” diye bağırdı ama nafile. Sırtına aldığı mermiyi yavaşça topa doğru ilerlerken Ali gözleriyle gördüğü bu olayı daha sonraları “O an Seyit mermiyi kaldırıp ilerlerken kemiklerinin çatırdadığını duyabiliyordum.” diye anlatacaktı.
Koca Seyit yerleştirdi Mermiyi Topa 16 kişinin yapması gereken atışı tek bir hamle de kendisi ve arkadaşı Ali ile beraber yapacaklardı. Normal de 4 kişi mermiyi kaldırır el arabasına koyar El arabasını iki kişi beraber kaldırarak mermiyi Topa götürür. Bir vinç yardımı ile mermi yukarıya kaldırılarak iki kişi tarafından namluya yerleştirilir. Bir kişi nişan alır, bir kişi top makinesini hareket ettirir bir kişi de ateşleme mekanizmasını çalıştırırdı. Ama tüm bu saydıklarımızı yapması gerekenler şehit olmuş bir şekilde yerde yatıyordu. Tümünü Seyit yapmıştı. Nişanı Ocean Zırhlısına doğru aldığında artık yapacağı tek bir şey kalmıştı Seyit Onbaşı’nın Ateşleyerek sonucu görmek. Kaldırdı ellerini semaya “ Allahu La İlahe İllahu “ dedi. O Allah ki ondan başka ilah yoktur. Ayetel Kürsü’yü bitirdikten sonra son bir kere daha “ Menzellezi yeşfeu indehu illa bi iznih “ dedi. “Allah’ın izni olmadıkça katında kim şefaat edebilir ki.”
“Ya Allah !” diyerek ateşledi Seyit…
General Hamilton diz çökmüştü. Son zırhlıyıda boğazın derinliklerine doğru gönderirken şu sözleri söylüyordu. “İnsan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar uzun müddet ayakta kalamaz. Sadece bugün bin sekiz yüz şarapnel attık. Savaş gemilerimiz aylardan beri gece gündüz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri onları koruyan Allah’larından ayırmak için başka ne yapılabilir ki ! “