İki savaş bir fark.. Bu hafta iki benzer savaşın farklı durumları üzerine konuşarak benzer iki durumda farklı milletlerin tavırları hâliyle davranış biçimleri üzerine değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Kıymetli okurlarım, hayatın yoğunluğu yüzünden bir süre sizlerden uzak kaldım. Evvela gecikme için mazur görmenizi rica ediyorum. Bu hafta yine tarihten kesitler sunarak, o kesitlere farklı perspektiflerden bakışlar üzerine konuşacağız.
Savaş, bildiğiniz üzere dünya tarihinde en çok cereyan eden olaylardan birisidir. Gereklilik dışında keşke hiç olmasa demekten kendimi alıkoyamıyorum çünkü savaş kazanılsa dâhi kötüdür. Ancak vatan savunması, masum ve mazlumu ve/veya kutsalları korumak müstesnadır. Bu hafta iki benzer savaşın farklı durumları üzerine konuşarak benzer iki durumda farklı milletlerin tavırları hâliyle davranış biçimleri üzerine değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Osmanlı İmparatorluğunun I. Dünya Savaşı’na giriş hikâyesi az çok herkesin malumudur. O dönemde kara ordumuz her ne kadar Balkan savaşları esnasında yıpranmış olsa da donanmamızın durumu kötü değildi. Kimileri donanmanın Haliç’te çürütüldüğünü iddia etse de, dünya savaşına girişimizin hemen akabinde donanmamız Karadeniz’e açılmış ve Odessa Limanı’nda bulunan Rus donanmasını bombalamıştır. Rus Donanması henüz yeterince güçlü değildir ve sürekli kaçmak durumundadır. Zaman sonra Ruslar, baskın yapmak isteyerek Karadeniz’de bulunan Sulina Donanma Limanımıza gece yarısında saldırır.
Baskını tahmin eden o gün ki amiraller hazırlıklıdır ve Rusların kaçış yollarını da kapatarak donanmayı sıkıştırır. Baskın girişimi Ruslar açısından felâket olur. Neredeyse tüm gemiler ya batar ya alabora olur. Lakin Türk bahriyesi yetişebildikleri her Rus askerini denizden çıkarır ve boğulmaktan kurtarır. Hayatlarını garanti altına alıp esir olarak misafir eder. Yanlış bilmiyorsam o esirler kısa süre sonra Rus Devletine belli bir bedel ve esir değişimi şekliyle iade olunur.
Bu olaydan yaklaşık 145 yıl evvel, tarihler 1768’i gösterdiğinde Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında savaş ilan edilir. 5 yıl süren savaş tarihe 1768-74 savaşları diye geçer. Savaşın bir yanında kara orduları varken diğer yanında donanma savaşları da yapılmaktadır. Karadeniz’de o gün ki şartlarda Rus Donanması çok güçsüzdür ve destek için Baltık Denizinden çıkan gemileri, Atlantik Okyanusu ve Cebelitarık boğazı rotasıyla Akdeniz’e getirir. Amaçları, Osmanlı İmparatorluğunu zayıflatmak, Mora Yarımadasında Yunanlılar aracılığıyla isyan çıkarmak ve Rusya yanlısı bir Yunan devleti kurulmasını sağlamaktı.
1770 yılının Temmuz ayında Çeşme Deniz Savaşı diye tarihe geçen savaş yaşanır. Maalesef donanmamız tamamen yok edilir. Ruslar kesin bir zafer kazanmışlardır. Yaklaşık 145 yıl sonra Sulina Limanında Türk askerinin yaptığı insanlığı ve savaş adabını tarihten de ders almadıklarından olacak ki, leventlerimizi denizde ölüme terk etmişlerdir. Daha kötüsü ise, (Halen kütüphanemde olan eski bir tarih mecmuasından okuduğum kadarıyla) Ruslar, ellerine geçirdikleri balyoz, kanca gibi aletlerle denizden kurtulmak için Rus gemilerine sığınmak isteyen leventlerimizi denize doğru ittirerek veyahut mızraklarıyla askerimizi oracıkta şehit etmişlerdir.
Nedense, kanca ile içinde insanların olduğu botların denize doğru ittirilmesi görüntüsü pek yabanı gelmedi değil mi değerli okurlarım. Son yıllarda Yunan ordusunun Adalar Denizinde kendilerine sığınmak için giden Suriyeli vatandaşların botlarını ittirerek kanca veya o insanları hayatta tutan botları mızraklarla delerek onları ölüme terk ettikleri videolar hafızalarımızdan henüz silinmedi. O masumları da yine Kahraman Türk Bahriyesi kurtardı. Daha önce Adalar Denizinde binlercesini kurtardığı gibi.
Kıymetli okurlarım, bugüne değin kaleme aldığım köşe yazılarımın çok büyük kısmı batı dünyasının anlayış ve yaklaşım biçimleri ile Türk İslam geleneğinin yaklaşım ve davranış biçimleri üzerine olmuştu. Çünkü batı hiçbir zaman adil olmadı. Batının kuzu postuna bürünmüş kurt olduğu hususundaki fikrimizi ispat etmeye bunca örnekten sonra lüzum olmadığı kanısındayım. Oysa şükürler olsun ki, ne milletimiz ne ordumuz 2250 yıldır hep aynıdır. Savaşın bile şerefi var ve o şerefi her daim Türk korumuştur. Bu düşüne gerçekten insanı yüreklendiriyor.
Kıymetli okurlarım, tarihin yaprakları arasında henüz üzerindeki tozu alınmamış ve bilinmeyen nice sırlar, açığa çıkmamış olaylar vardır. Bilinenlerde de gizli kalmışlarda da Türk hep beklenen, davet edilen, sığınılan olmuştur. Çünkü Türk adildir, merhametlidir. İslam ile şereflendikten sonra ise İslam’ın kılıcıdır. Bu kılıç inşallah kıyamete kadar kırılmadan ellimizde kalacaktır diyor hepinize esenlikler diliyorum.