Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Banu Aktaş Yılmaz, “Ülkemizde hipertansiyon farkındalığı hakkındaki verilerin pek iç açıcı değildir. Türkiye’de hipertansiyon hastalarının yüzde 40’ı durumlarının farkında, bu kişilerin de sadece yüzde 31’i kan basıncını düşürücü tedaviler alıyor. Tedavi alanların da ancak yüzde 20’sinin kan basınçları kontrol altında” dedi.
Hipertansiyonun kan basıncının yüksek olması olarak da tanımlanabileceğini belirten Liv Hospital Ankara Hastanesi’nden Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Doç. Dr. Banu Aktaş Yılmaz, yaptığı açıklamada, “Fazla kalorinin ve gerekenden fazla tuzun tüketildiği, oldukça hareketsiz geçen günümüz yaşam şekli obezite, diyabetes mellitus (diyabet) gibi hastalıkların yanı sıra hipertansiyonun gelişmesi açısından da önemli bir etken. Hipertansiyon sıklığının yaşla beraber artış gösterme ihtimali vardır. ABD ve Avrupa’da yapılan çalışmalara göre erişkin nüfusta hipertansiyon sıklığı yüzde 25-30’dur. Ülkemizde de kardiyoloji, nefroloji ve endokrinoloji branşlarının saygın derneklerinin çalışmalarında hipertansiyon sıklığının erişkin nüfusta yüzde 30,3-36,5 olduğu belirtilmiştir” diye konuştu.
‘TAKİP EDİLMEDİĞİNDE CİDDİ HASTALIKLARA YOL AÇABİLİR’
Muayeneler esnasında tekrarlanan kan basıncı ölçümlerinin 140/90 mmHg’den yüksek olarak kaydedilmesinin hipertansiyon olarak kabul edildiğini söyleyen Doç. Dr. Yılmaz, “Hipertansiyonun tespitinin oldukça önemli olduğunu ve uygun şekilde tedavi edilmeyen hipertansiyon koroner kalp hastalığı, kalp yetmezliği, inme ve böbrek yetmezliği gibi kişilerin ömrünü kısaltan, yaşam kalitelerini bozan ciddi hastalıklara yol açmaktadır. Bu kadar ciddi bir durumla mücadele edebilmek için öncelikle hastalığı tespit edilmesi ve hastalar tarafından kabul edilmiş olması gereklidir. Ülkemizde hipertansiyonun farkındalığı hakkındaki verilerin pek iç açıcı değildir. Hipertansiyon hastalarının yüzde 40’ı durumlarının farkındadır. Sadece yüzde 31’i kan basıncını düşürücü tedaviler almaktadır. Tedavi alanlarının da ancak yüzde 20’sinde kan basınçları kontrol altında” dedi.
‘SAĞLIKSIZ BESLENME VE HAREKETSİZ YAŞAMDAN UZAK DURULMALI’
Hipertansiyonun gelişmesinde etkili olan genetik, cinsiyet, etnik köken gibi durumların değiştirilemeyeceğini belirten Doç. Dr. Yılmaz, “Değiştirilebilir ya da kontrol edildiğinde hastaların yaşam kalitesini artıran, ilaç ihtiyacını azaltan, sağlık harcamalarını azaltan faktörler oldukça önemlidir. Değiştirilebilir risk faktörleri sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam tarzı, obezite, sigara kullanımı, fazla alkol tüketimi, kontrolsüz diyabet yönetimi olarak özetlenebilir.
Hipertansiyon ve tuz tüketimi arasında doğrusal bir ilişki vardır. Günde 5 gramın üzerinde sodyum tüketilmesi kan basıncı yüksekliği açısından risk oluşturmaktadır. Bu miktar yaklaşık 12 gram tuza denk gelmektedir. Tuz alımının 5-6 gram (bir tatlı kaşığını geçmeyecek şekilde) sınırlandırılması önerilmektedir. Potasyum ve kalsiyum alımının da artırılması önerilmektedir. Sebze, meyve tüketimin artırılması bu hususların sağlanmasında önemlidir. Gıda takviyelerinin kullanımı açısından da dikkatli olunmalıdır. Örneğin, fazla selenyum tüketiminin hipertansiyonu artırıcı etkileri olabilir” diye konuştu.
‘YÜRÜYÜŞ VE EGZERSİZ YAPMAK HİPERTANSİYONDAN KORUNMADA ÖNEMLİ’
Doç. Dr. Yılmaz, hipertansiyona karşı dikkat edilmesi gereken durumlara ilişkin şunları söyledi: “Günlük hayatta oturma sürelerinin kısaltılması, günlük en azından yarım saat süren yürüyüş ve diğer egzersizlerin uygulanması da hem kan basıncının kontrolü açısından hem de hipertansiyona eşlik eden obezite, diyabetes mellitus gibi diğer hastalıkların kontrol edilmesi açısından da önemlidir. Sonuçları bu kadar önemli olan bir hastalığın kontrolü her şeyden önce durumun tespit edilmesini gerektirmektedir. Özellikle fazla tuz tüketimi hakkındaki farkındalığın artırılması, hipertansiyonun yaygınlığını önemli derecede azaltacaktır.”