6 Şubat’ta yaşanılan deprem Türkiye ve dünya olarak hepimizin yüreklerine ateşi saldı, halen hazmedemiyoruz, hepimiz sınıfta kaldık…
Göçük altında kalanlar, muhabbet kuşunu avcunda tutan çocuklar, soğuktan donanlar, günden güne yükselen ölü sayısı vb. Felaketlerin dostlukları geliştirdiği söylenir; insanların ırk, din, dil ayrımını bir kenara bırakarak birbirlerinin yardıma koştuğu ve insanların yaralarını sardıkları zamanlardır. Sorun da burada fakat! İnsanlar ayrımcılığı sadece “kenara bırakıyorlar” tamamen kurtulamıyorlar. Bu ayrımcılığı, politikayı unutarak yardımlaşma süreci kısa süreli olmaktan öteye geçmiyor.
Cennette görmek istediğimiz yardımlaşan ve sevecen insan profilinin sadece cehennemvari ortamlarda filizlenmesi ne kadar acı değil mi? Daha da acısı bu filizlenmenin kısa süreli olması. Nadir milletler var ki felaketler sırasında edindikleri toplumsal kolektif bilinci hafızalarına kazıyarak devam eden. Her şey düzelince yine mezhep savaşları, politik çamur kampanyaları, insanın insana saygısızlığı, açgözlülük ve sosyal bölünmeler bakteri gibi üremeye başlar. Bütün milletler bu konuda hep sınıfta kaldı, nadir milletler geçebildi sınavı… Birkaç ülkenin yaşadıkları felaket sonrası tekrar geriye dönmelerine, daha beter olmalarına değinelim biraz, en son da kendimizden bahsedelim.
A.B.D: 1861-1865 arası 600.000 kişinin öldüğü iç savaş gibi büyük bir felaket yaşadı. Zencilerin köle olmasına gönülleri razı olmayan Yankee grubu, yani Kuzeyliler köleliğin kaldırılması uğruna bir savaşa girip galip geldiler, kölelik kalktı. Sonra ne değişti? Eskisinden de kötüleşti. Zencilerin bindikleri otobüs, okudukları okul, su içtikleri çeşme bile farklıydı! Fiziki kölelik şiddeti kalktı fakat 1964 Medeni Haklar Kanunu ile ayrımcılığın yasaklanmasına kadar psikolojik şiddet ve siyah-beyaz ayrımcılığı devam etti. 2017 yılında Harvey Kasırgası Texas’ı yıktı, yok etti.
Yüzlerce insan evsiz kaldı, her yer sel altında kaldı. 16.000 kişi kapasiteli devasa kilise sahibi 50 milyon dolar şahsi serveti olan Joel Osteen kapılarını mağdurlara açmadı; gerçi sonra kamuoyundan ve halktan gelen tepkilerle açmak zorunda kaldı… Kasırga bitti, değişen ne oldu? Yaralar sarıldı fakat evsizler, fakirler yine unutuldu. ABD’de evsiz nüfusu yarım milyonken yarım milyon da kilise var. Kim onlara sahip çıktı? Kimse bunu ülke geneli bir akıma çevirmek istemedi, kimse onları düşünmedi unuttular gitti. Meğer Bay Osteen’e yapılan baskı “bencil” bir baskıymış, sosyal bir farkındalık fitilini ateşleyemedi. Yine ben merkezli, yine kendini düşünen basit bir toplum… ABD, sınıfta kaldın.
Kore: 1910 yılında Japonlar tarafından işgal edildi, ciddi travmalar yaşadılar millet olarak. 1939-45 arası 670.000 erkek ülkelerinden alınarak işçi toplama kamplarına götürüldü. %5-%7si ağır koşullarda zulüm altında can verdi. Japon işgalinden kurtulunca ne değişti? 5 yıl sonra aynı dili konuşan aynı düşünen aynı hisseden bu halk Kuzey-Güney olarak ikiye bölündü. Sovyet destekli Kuzey ile A.B.D destekli kapitalist Güney birbiriyle savaşa girdi.
4 milyona yakın insanlarını kendi kafalarında yarattıkları ideolojiler yüzünden kurban ettiler. Biri sorguladı mı biz aynı milletteniz, neden dış ülkelerin dövüş horozları, ideolojik kobay fareleri oluyoruz? Hayır, aksine daha da bağnazlaştılar. Bugün Güney Koreliler “Komünist” kelimesini duyunca korkar, irkilir, hakaret algılarlar. Neymiş travmaları varmış. Dünyanın teknoloji merkezi, dünyanın en kaliteli akademisyenlerini yetiştiren Güney Kore bunu mu aşamadı? Kusura bakma Kore, sınıfta kaldın.
İsrail: Yakın tarihin en büyük katliamını yaşadı, milyonlarca Yahudi savaşta can verdi. 1967 yılında 6 gün savaşına girdiler, 1973’te Yom Kipur savaşını tecrübe ettiler. Binlerce insanlarını kaybettiler, birçok asker annesi evlatsız kaldı. Toplumda ne bilinci uyandı? Laik İsrailli laikle dindar da dindarla dost olan bir ülke. Ülkedeki 1 milyon Haredi ,aşırı dindar Yahudiler, askerlik yapmaz, ülkeye vergi vermez hatta çalışmaz! Devletten yardım alıp Yeşivalarda(ilahiyat okulu) Tevrat okurlar. Laikler de onlara düşman, bizim çocuklarımız aptal mı 3 yıl askere gidiyor, vergi veriyorlar diye.
Avrupa kökenli Aşkenaz Yahudileri, Arap Yahudileri ve Doğunun Mizrahi Yahudilerini hor görür, onlara tepeden bakar. Şabat günü iş yapmak dinen yasaktır. O gün herhangi bir iş yapmaya çalışan laik Yahudilerle, iş yasağını savunan dindarlar birbirine girer, dindar mahallelerine arabayla girmeye çalışanların arabaları taşlanır. Netanyahu’nun sırf nüfus artsın diye beslediği 8 çocuk yapan dindar Yahudiler toplumdaki uçurumu ve nefreti daha da arttırdı. Dindar, dinsiz vaktinde ayırt edilmeksizin toplama kamplarına götürülüşlerini, nasıl katliama uğradıklarını unutup birbirlerine düşman oldular. Sosyal bilinç hiçbir şekilde kazanamadılar. Yani onlar da sınıfta kaldı…
Rusya: Nadir ülkelerden ki sınıfta kalmadı. 1891-92 yılları arası Çarlık Rusya’sı ciddi bir kıtlığa maruz kaldı, Volga Nehrinden Ural dağlarına, Karadeniz’e kadar 400.000 çiftçi Çar 3.Aleksander’ın yanlış politikaları, önlem almamaları sonucu -30 derecede ürünleri donmuş bir vaziyette hayvanlarıyla, çocuklarıyla, eşleriyle birlikte can verdi.
Bunu yayın etmek isteyen gazeteleri de engellemişti. Halk bunu unutmadı. Sene oldu 1905. Halk aç, fakir… Çar ise gözünü diktiği Mançurya ve Kore için Japonya ile savaşa girdi. Halkın parasını gereksiz yerlere yatırıp emperyalist hedefler peşindeydi. Savaşı da kaybetti zaten. Çiftçiler, askerin ve diğer emekçinin de katıldığı bir devrimle ırk, kimlik fark etmeksizin birleştiler ve devrim gerçekleştirip birtakım imtiyaz koparabildiler. Zira kendilerine tahsis edilen tarlaları ne elden çıkarabiliyorlar ne ipotek ettirebiliyorlar ne de ürünlerini satabiliyorlardı.
25 Ekim 1917, çanlar Çarlık rejiminin sonu için çalıyordu. 1891’de yaşadıkları o kıtlığı, yönetimsel mekanizmanın eksikliğini ve kendilerine verilmeyen değeri hafızasından kazımayan halk, Tatar, Kırgız, Çeçen, Başkurt, Rus demeden Çar 2. Nikolas’a karşı ayaklandı. Tek amaçları halkı daha ileriye taşımak, felaketten aldıkları dersi unutmayarak çiftçiyi, üreteni baş tacı yapmaktı ki yaptılar da… Eşitlik ve işçinin ezilmesine karşı kurdukları düzen 1990ların başına kadar süregeldi. Yaşadıkları felaketten, kaybettikleri canlarının ruhlarını onurlandırır bir şekilde ders çıkarmışlardı. Irk, din, dil, politik görüş ayrımı ortadan kalkmış, her millet eşitliğin çatısı altında toplanmıştı. Böyle bir ülke kurdular yaşadıkları felaketin sonuçlarıyla. Sınavı geçmişlerdi toplum olarak.
Türkiye: Ne acılar yaşadın Türkiye, ama her felaketten sonra unuttun, eski haline döndün. 1918-22 Milli Mücadele zamanı sadece Batı cephesinde 640.000 insanımızı kaybettik…. Nasıl bir felaket… Kimlik gözettik mi yan yana savaşırken? Sen o politik partidesin, sen şu cemaattensin dedik mi? Vefat edenleri sorguladık mı şunun milleti, dili neydi diye? Kınından çıkmış bir kılıç gibi indik düşmanın tepesine, yaralarımızı sardık, ölen anzakları bile bağrımıza bastık, birlik olduk. 1939 yılı Erzincan Depremi yaşandı, nasıl bir acıdır ki 40.000 insanımız o dondurucu soğukta enkaz altında can verdi. Yılbaşı kutlamalarını iptal ettik, parti balolarını iptal ettik ve ülke olarak depremzedelere destek çıktık. Ne yazık ki kısa sürdü birliktelik bilincimiz…
1950 oldu sene, “sen Menderesçisin, sen şucusun, yok ben şu cemaattenim, bizim üstazımız asrın müceddididir, ahir zamanda geri gelecek, sizin şeyhiniz kim ki” şeklinde abes ithamlarla sosyal bölünmeye başladık. Sene 68, Amerikan 6. Filosu ülkeye girdi. Elin emperyalistinin filosunu protesto etti diye kardeşlerimizi tutuklayıp işkence etmedik mi? Kendi kardeşimizi, Vedat Demircioğlu’nu, Atlantik’ten gelen askerlere karşı çıktı diye camdan atmadık mı? O sağcı bu solcu birbirimizi yedik.
Sene 77 oldu, farklı mezhepten diye kardeşlerimizi katlettik. 80ler geldi, terörist ASALA 42 diplomatımızı şehit etti, kimi tekken kimi çocuklarıylayken… Herkes yasa boğulmadı mı? Aydınlık getiren o insanların ölümü sırasında kim düşündü etnik kökenini, dini inancını veya hangi partiye mensup olduğunu. 90lar geldi, doğulu batılı bölünmesi başladı, 2000ler oldu, partizanlık, başladı. Millet birbirini tuttuğu partiye göre yargılar oldu. Her yaşadığımız felaket sadece ses misali bir kulağımızdan girip öbüründen çıktı. Şimdi de 2023 6 Şubat depremi… Kayıplarımız çok, seferber olduk ne olduğumuza, kayıpların ne olduğuna, nereye mensup olduklarına bakmaksızın.
Ders alacak mıyız? Halen alamadık. Türkiye bu zamanda siyaset orucu tutar diye düşünürken bu işi siyasi ranta çevirip “Depremin sorumlusu sensin, yok sorumlusu bu, deprem … rejimini çökertti” gibi söylemlerle oy fırsatına çeviren insanlıktan nasibini almamış varlıklar da mevcut. Biri geliyor, yardım getiren insanımıza “Defol İngiliz Uşağı” diyor. Diğeri 10 defa deprem olsa da ….’ya oy yok diyor. Lütfen insan olun, utanç verici olmayın. Yaralarımızı saralım, zaman siyaset zamanı değil birlik olma zamanı.
Bu zamanda geçecek elbette, sonra ne olacak? Ayrışmaya, ideolojik, ırki, milli, dini bölünmelere devam mı edelim? Artık işçinin, yardıma muhtacın yanında durup derdini dinleyecek miyiz? Yaşadığımız felaketlerin vaktindeki gibi tek vücut kalacak mıyız yoksa tekrar eskisi gibi insanları tuttuğu partiye göre değerlendiren, önyargıyla yaklaşan, saygısızca yorumlar yapan, insanı milletine, ırkına göre ayıran insanlar olmaktan vazgeçecek miyiz? “Sorumlusu şu kişidir, bu kişidir” diyenlerin politikayı bırakıp da imar izinlerinin araştırılması, yapı denetimiyle ilgili yeni düzenleme getireceği günler gelecek mi?
Politikayı saldırı aracı olarak kullanmak yerine ülkemizde yılların yarattığı hem sosyolojik hem ekonomik mikro çatlakları, ayrımcılık mağdurluğunu hep beraber onaracak mıyız? Vakit birlik olma vakti diyorum ama yanlış anlamayın, şimdi değil sadece, her vakit birlik içinde olalım. Unutmayın lütfen, ülkenin atmosferini değiştirecek güç politik figürlerde veya seçimlerde değil, sosyal bilinci yakalamış bireylerin oluşturduğu toplumlardadır. Eğer bundan yoksun ise ülke, istediği kadar politik figürler ülkeyi şekillendirmeye çalışsın, dışı cilalı içi çürük elmadan farkı olmaz. Allah yaralılarımıza şifa versin, ölmüşlerimizin de mekânını cennet etsin.