Hangimiz daha insan? Düşünün. Kendinizi bambaşka bir gezende hayal edin. Bu gezegende kendinizin azınlık olduğunu ve oranın çoğunluğu ise yerlisi olarak adlandırabileceğimiz bir çeşit varlık olduğunu varsayın.
Bu varlıklar öyle bir çeşitmiş ki; kısmen birbirlerine benzelerse de renkleri, davranışları ve yetenekleri birbirlerinden çok farklıymış.
Böyle bir ortamda bulunmak zorunda olduğunuzu düşünün. Ne konuştuklarını anlamıyorsunuz, aynı cins ve ırktan değilsiniz. Siz onlara hiçbir zarar vermiyorsunuz. Hatta konuşarak anlaşamasanız bile kimi zaman onların dostu olup asla nankörlük yapmadan yanlarında bulunuyorsunuz.
Aynı şekilde sizlere karşılık veriyorlar bazen ise sizi, yemek vererek ödüllendiriyorlar. Onun haricinde ise bazen hiçbir neden yokken sizlere şiddet uyguluyorlar. Hatta kimisi öyle ahlaksız cinsten ki sizi taciz etmeye kalkışıyor ve kimi zaman da öldürüyor. Hatta üstelik siz ufacık bir yavru iken ve onlara hiçbir şey yapmamışken. Ne acı bir durum değil mi?
Şimdi o bahsettiğimiz varlıklar yerine kendinizi koyun, az önceki haliniz yerine ise sokak hayvanlarını… Evet. Zaman zaman kimimiz onlara şiddet uygularken kimimiz ise hiçbir karşılık beklemeden sevgi gösteriyor, besin ihtiyacını karşılıyor hatta bazen alıp kendi evimizde evladımız gibi sahipleniyoruz. Her ikisini de yapan biziz. Hepimiz “insan” diyoruz kendimize. Sahiden öyle miyiz?
Bu yazıyı okuduktan sonra ilk sokağa çıkışınızda belediyelere, esnaflara veya vatandaşlara ait kedi – köpek evlerine ve mama kaplarına bakın. Birçoğunda “bu yuvaya dokunma” yazısını veya “hayvanlardan ne istiyorsun?” gibi sitem cümlelerini görebilirsiniz. Çok garip ama yazan kişi de insan, yazdıkları kişi de insan. Bu nasıl kısır döngüdür öyle! Nasıl çelişkidir? Gün içinde vakit ayırdığımız önemli (!) konuların arasına “ben sahiden insan mıyım?” sorusunu da sanırım eklemek gerekiyor.