Kral, ülkenin geldiği felaketi hiçe sayarak çok güçlü bir kralı sarayında ağırlamaya karar verdi. Saraydaki herkesin bütün isyanına rağmen bencil kral kararlıydı.
O misafir gelecek ve onu en iyi şekilde ağırlayacaklardı. Kralın en güvendiği adamı, “Kralım, halk sefalet içinde. İnsanlar yiyecek ekmek bulamıyor. Siz başka bir kralı ağırlayacağınızı söylüyorsunuz hem de en iyi şekilde. Sizce bu doğru mu?” Diye sorunca. Kral küplere bindi. “Sen benden daha mı iyi bileceksin?” Diye küstahça cevap verdi. Adam, susmak mecburiyetinde kaldı. Kralın gözleri iyi görüyordu fakat kalp gözü körelmişti. Kendinden başka kimseyi düşünmüyor, halkı ölüme terk ediyordu.
Halkın durumu da kraldan farksızdı. Gözleri görüyor fakat gördüklerini algılayamıyordu. O ülkede herkes manevi yönden kördü. Halk, âdeta yaşayan ölüye dönmüştü. Kimse kralın bencilliğini anlayamıyor, sanki yaşanan her şey gayet normalmiş gibi davranıyordu.
Kral, ta bir ay önceden hazırlıklara başlamıştı. Misafire özel odalar, yeni yataklar, yeni çarşaflar, şatafatlı süs eşyaları, çeşit çeşit yemekler, tatlılar, meyveler ve daha neler neler…
Kral, halkına göstermediği özeni bir misafir krala gösteriyordu. Ülkesinin geldiği hal onun için önemli değildi. Başka ülkelerin onları nasıl gördüğüyle ilgileniyordu. Varsın halk ölsün ama bunu diğer ülkeler öğrenmesin.
Nihayet misafir kral geldi. Halk da dahil herkes onu neşeyle, güllerle karşıladı. Misafir kralın göğsü kabardı. Bu ilgiyi beklemiyordu. Kral, misafir kralı en iyi şekilde ağırladı. Dilediği gibi yedirdi, içirdi. Bütün ilgisini ona verdi. Kral, misafirini kuş sütüyle beslerken, halk yavaş yavaş yok oluyordu. Halkın olmadığı yerde kral ne işe yarardı?