1 Mayıs ve Taksim Meydanı analizi…. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs İşçi Bayramı münasebetiyle yapılacak yürüyüşlere kapalı olduğunu duyurdu. Akabinde muhalif mecradan tepkiler gelmesiyle birlikte Sayın Özgür Özel de yasağın kaldırılmasını istedi.
Bu yılın başındaki kritik gelişmeleri ele alalım. Belediye seçimleri öncesi ardı arkası kesilmeyen saldırılar yaşandı. DAEŞ terör örgütü Sarıyer’deki Santa Maria Kilisesi’ne silahlı bir saldırı düzenlemişti. Çok geçmedi DHKP-C Çağlayan Adliyesi’nde saldırı gerçekleştirdi. Diyarbakırlı Ramazan katledilerek tarikatçı-seküler kavgası tetiklendi. 4 gün önce de İstiklal Caddesi’ndeki kanlı saldırıyı düzenleyen Ahlam Albashir’in cezası onandı. 7 kez ağırlaştırılmış müebbet almakla beraber 1794 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Rusya’da DAEŞ’in yakın zamanda düzenlediği saldırı sonucu 100’den fazla insan yaşamını yitirdi. Amerika’ nın radarına hangi ülke “düşman” olarak giriyorsa Vahabi DAEŞ örgütü hemen bir eylem gerçekleştirmekten geri kalmıyor. Hamas lideri Haniye 10 gün önce Türkiye’ye geldi, Sayın Erdoğan ile bizzat görüştü. Türkiye olarak topun ağzındayız. Hem İsrail hem Amerika hem de içimizdeki terör örgütlerinin tehdidi altındayız. Bu üç unsurun birbiriyle yaptığı anti-Türk ittifakından bahsetmiyorum bile.
İsrail ve ABD ile ilişkilerimizin hiç olmadığı kadar gerildiği bir dönemdeyiz. İsrail gizli servisi Mossad’ın Vahabi terör örgütlerini kullanmaktaki ustalığını bilmeyen yoktur. 1 Mayıs eylemleri sırasında Mossad’ın bir eylem planı içinde olmadığının garantisi var mı? Veya YPG terör örgütünün, elemanı Ahlam Albashir’e verilen cezanın intikamı için İstiklal’deki yürüyüşü yeni bir saldırıyla sabote etmek istemediğini bilebilir miyiz?
Benzer şekilde PKK’nın, DHKP-C’nin, TKP-ML veya TİKKO gibi Sol kökenli terör örgütlerinin molotoflarla yürüyüşü provake etmeyeceğinin hiçbir garantisi yok. Rusya ile Türkiye’nin politik ve ticari ilişkilerinin önemli ölçüde ilerlediği şu zamanda Amerika’nın Türkiye’yi cezalandırmak için bir hazırlık içinde olup olmadığını da bilmiyoruz. 2000 senesinde Türkiye, Avrasya Hareketi ile diyalog kurma çabalarındayken, Rusya ile Kıbrıs konusunda ilişkiler kurulmaya çalışılırken Moskova’da bombalar patlamıştı, Rusya’ya gözdağı verilmişti.
Velhasılkelam ülkenin etrafını saran ateş çemberinden dolayı olası bir tehlikeye karşın Taksim Meydanı için protesto yasağı getirilmiş olabilir. Anlayış göstermek gerekir. Nasıl ki Karl Marx’a göre sosyalizme giden yolda kapitalizm bir ön hazırlıktı ve sosyalizme kapı aralamıştı, demokrasiye giden yolda da totaliter kararlar ve güvenlik tedbirleri bir o kadar gelişim aracıdır. Bundan dolayıdır ki salt demokrasi yoksunluğu eleştirisi yapmak yerine bölgesel sorunlara ve tehditlere dikkat kesilip çözüm üretmek daha sağlıklı olacaktır.
Dün Ve Bugün Sosyalizm
Umutsuz olmaya lüzum yok. Medeniyete ve sosyalizme giden uygun koşullar oluşuyor ve zeminler daha da sağlamlaşıyor. 78’deki gibi Bahçelievler Katliamı, İstanbul Üniversitesi Saldırısı gibi trajedileri solcular artık yaşamıyor. Dönemin korkulu rüyası Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğü gibi devrimcilerin, emekçilerin içeri alınıp sorgu odalarında işkenceye uğradıkları, kayboldukları tarzda hukuksuz işlemler geçmişe nazaran büyük ölçüde azaldı. Terör iltisaklı Yeni Sol akımları dışarıda tutarsak Ulusal ve Geleneksel Sol hareket hiç olmadığı kadar güç kazandı. Basın yayın organları çalışıyor, manifestolar dağıtılıyor, sendikalar güçleniyor, mecliste söz hakları var. 50 yıl önce idam cezasına sebebiyet verebilecek sözleri şimdi Sosyalistler rahatça söyleyebilmektedir. Bunlar güzel ilerlemeler değil mi sizce?
Kaldı ki Taksim Meydanı gibi birçok bölgede yürüyüş pekala mümkündür. Taksim’in olması mecburi midir? Güvenlik endişesi varken bu konuda ısrar etmek ne fayda getirir? Medyanın hem basılı hem dijital manada geliştiği 21. yüzyılda insanlara erişmek, kamu ekonomisinin faydalarını anlatabilmek de yürüyüş kadar etkilidir. Aynı zamanda Sosyalizm ve Solcu kimliğini “1 Mayıs’ta Taksim Meydanı Yürüyüşü” kavramına sıkıştırmak, orada yürüyüş olmazsa Sosyalistlere büyük bir darbe ineceği edasıyla hareket etmek Sol değerlerin aşağılanmasından başka bir şey değildir. Halk tabanında yer bulabilmek, insanlara milli üretim ve kamucu ekomomi modelini anlatabilmemiz, Batı sempatisini silebilmemiz gereken icraatlardandır. Balık tutamıyorsak okyanusu suçlayamayız.
Solculuk-Muhaliflik Farkı
Kararı devlet değil, daha muhalif biri verseydi aynı şiddette tepki verecek miydik? Sanmıyorum… Çoğu muhalif partinin hükümet kadar kapitalist olduğunu, Sosyalizme eşit uzaklıkta kaldığını fark edemiyoruz. İşçi-emekçiler için başlatılan eylemler Solculuk ve neo-liberal ekonomiye başkaldırıdan ziyade muhalif duyguların dışa vurumuna evrildiği için ortada teneffüs edilecek 1 Mayıs atmosferi de kalmıyor maalesef. Taksim Meydanı vesilesiyle “Sosyal eşitlik ve emek” savunulacaksa iki tarafın da Sosyalizme eşit mesafede uzak olduğunu, tutulan tarafın sadece toplumun bir kısmının ideolojisine yakın olduğu için tutulduğunu bilmemiz, fikirlerimizi yeniden yapılandırmamız elzemdir.
Sonuç olarak kitleleri değiştirmek istiyorsak önce kendimiz değişebilmeli, bilinçlenmeli, ne yaptığımızı ve niçin yaptığımızı sorgulamalıyız. Yanılgıya düşmemek, objektif olabilmek adına 1 Mayıs yasağı konusuna daha apolitik yaklaşılmasını öneriyorum.