Çağdaş devletlerin vatandaşlarına sağlamayı vaat ettiği Güvenlik ve Refah başlıkları altında iki temel sorumluluğun bulunduğu bilinir.
Başlık olarak ifade ediyoruz çünkü bu iki ana başlığın altında vatandaşın anayasalardan itibaren tanımlanmış hak ve ödevleriyle devletinden beklentilerine ilişkin birbiriyle ilintili bir çok işlev ve sorumluluk yer alıyor.
Birbirini doğrudan etkileyen güvenlik ve refah başlıklarınının altını en temel ölçütlerle biraz dolduralım: Güvenlik başlığı altında her türlü iç ve dış tehdide karşı ulusal güvenlik ile vatandaşın can ve mal güvenliği, refah başlığı altında vatandaşın onurlu ve mutlu bir yaşam sürmesi için gerekli ulusal ve bireysel gelir, temel hak ve özgürlükler alt başlıklarını ifade edebiliriz.
Güvenlik konusu tüm ilintileriyle daha sade ve anlaşılabilir bir bütünlük içerisinde belirli bir uzmanlık alanında ele alınabilirken refah konusunun ilintileri ve günümüz insan profilinin beklentileri itibariyle çok daha karmaşık ve göreceli bir karaktere sahip olduğu söylenebilir. Refah konusu neden karmaşık, göreceli ve daha zorlu bir karaktere sahiptir. Genel bir yaklaşımla, “insanoğlunun hem nüfus hem de refah ihtiyaçlarındaki artışa karşılık mevcut kaynaklardaki azalma ve kaynaklara erişim ile adil paylaşım sorunu” olarak cevap verebiliriz.
Yaşadığımız son üç yılımıza damga vuran hatta bizlerde derin izler ve etkiler bırakan iki hususu vurgulayarak yazımıza devam edelim. Bunlardan birincisi son asırda yaşanan en ağır salgın olarak öne çıkan Covid-19 ve diğeri İkinci Dünya Savaşından bu yana son 80 yılın en yüksek yoğunluklu askeri çatışma olarak niteleyebileceğimiz Rusya-Ukrayna savaşıdır.
Bu iki hususun evrensel ve ulusal güvenlik ve refah üzerine etkileri oldukça güçlü ve yıkıcı olmuştur ve söz konusu etkiler devam etmektedir. Bu açıdan evrensel güvenlik ve refah ihtiyaçlarının sinyalleri onlarca yıl öncesinden de verildiği üzere son üç yıldan beri çok daha farklı bir eğilim ve sıkışma ile öne çıktığı, süreçteki belirsizliklerin yine evrensel ve bölgesel güvenlik ve istikrarı örselediği gözlemlenmektedir. Bu kapsamda, küresel ya da bölgesel güvenlik kaygılarının refah önceliklerinin önüne geçtiğini ve terazideki dengeyi güvenlik ihtiyaçları lehine belirgin bir şekilde bozduğunu söyleyebiliriz.
Salgın süreciyle birlikte zaten kıt olan kaynaklara ilaveten üretim ve tedarik zincirindeki aksamalar tüm dünyayı ve insanlığı tedirgin etmiş, başta petrol ve doğalgaz ürünlerinde olmak üzere arz ve fiyat istikrarını bozarak yüksek enflasyonu da beraberinde getirmiştir. Söz konusu kaygılar ve tedirginlik ilgili ülke yönetimlerinin tedbir amaçlı özel koruyucu politika tercihleriyle sonuçlanmış ve dünya ekonomisi ve ticareti salgın öncesinden daha farklı bir sistem ve mantıkla işler hale gelmiştir.
Salgın sürecinin yıkıcı etkileri ve karmaşık sonuçları henüz karşılanmaya çalışılırken ikinci vahim olay olarak Ukrayna-Rusya savaşı karşımıza çıkmıştır. Doğrudan Ukrayna ve Rusya arasında cereyan etmekle birlikte savaşın aslında birbirleriyle ihtilaflı çekilmeli baskın bloklar arasında devam ettiği bilinmektedir. Coğrafi, tarihi ve ticari açıdan savaşın tam da ortasında kalan Türkiye izlediği tarafsız ve barışçıl politikayla yıkıcı etkileri asgari düzeylere indirme gayretlerini sürdürmektedir. Güvenlik kefesinin çok daha ağır basmaya başladığı bir dönemde ortaya çıkan savaş yine terazideki güvenlik kefesinin ağırlığını tüm dünya ülkeleri ve insanları için artırmıştır.
Bugün komşularımızdan itibaren başlayıp dikkat çekici biçimde Balkanlar’da ve genel olarak da tüm dünyada artan silahlanma eğilimi güvenlik kefesinin fazlasıyla ve domine etkisiyle ağırlaştığı gerçeğini teyit etmektedir. Ulusal güvenlik ve savunma ihtiyaçları kapsamında ülkelerin savunma sanayii alanları çok daha öncelikli ve kıymetli hale gelmiştir.
Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayiindeki üretim ve dış bağımlılıktan kurtulma çabaları ve ulaştığı seviye ile genel gidişat memnuniyet verici olmuştur zira dünya güvenlik mimarisi refahınız/paranız olsa da güvenlik için ihtiyaç duyduğumuz silah ve gereçleri tedarik edemeyeceğimiz, bu suretle de milli savunma sanayiinin gelişiminin zorunlu olduğu bir trende daha keskin bir şekilde yönlenmiştir.
Arzu ettiğimiz refah hedeflerimiz veya seviyesinin çok gerisinde kalmış olmak Türkiye ve Türk halkı olarak bizleri mutsuz ve tedirgin etse de daha baskın ve sınırlayıcı güvenlik hedeflerine daha bağımsız nitelikte ilerliyor olabilmek bizleri kısmen rahatlatmakta ve geleceğe dair daha ümitvar olmamızı sağlamaktadır.
Daha genel olarak ifade etmek gerekirse bugün güvenlik ihtiyaçlarındaki artış güvenlikçi politika ve yaklaşımları reddeden düşünce felsefelerinin güçlü varlığına rağmen güvenlik paradigmasının ağırlığını iyiden iyiye artırmış, refah önceliklerinin önüne tıpkı bir blok gibi yerleşmiştir. Bu gerçeğe rağmen ihtiyaç duyulan ve hedeflediğimiz refahtan da vazgeçilmiş değildir, güvenlikle birlikte refah da sağlanmak durumundadır. Bir kefesinde güvenliğin bulunduğu terazinin diğer kefesinde hafifleyen veya zayıflayan refah düzeyindeki aşırı kötüleşmenin ulusal güvenliği ciddi biçimde tehdit edebileceğinin örnekleri de görülmüştür.
Türkiye’nin önceliği jeostratejik ve jeopolitik konumu gereği güvenlik olmakla birlikte hak edilen refah düzeyinin gerçekleşmesi de elzemdir. Daha güvenli ve daha müreffeh bir Türkiye hepimizin ortak hayalidir.