Anadolu, Hoca Ahmet Yesevî dergâhında bir düş, Türk’e aranan yurt idi. O devirlerde kıymetsiz ellerde zulmün pençesindeydi, lakin bekliyordu Anadolu.
Cihana şafak gibi doğmak için yüreklerinde boy veren filiz ile gelenleri bekliyordu.
Yesevî sofrasında dem alıp gönül pınarları yol almışlar yollara düşeli. Geçtikleri yerlere sevgi ve muhabbetten tohumlar atalı yeşermeye başladı Anadolu. Uçsuz bucaksız bozkırdan kimi elinde Kur-an ile kimi dilinde Allah ile kopup geldi. Her birinin ortak gayesi vardı; “İlahi kelimetullah!” Kimi zalime kılıç çaldı, kimi gönüllere dolup yürekleri doyurdu. Gün oldu ormanlarında, nehirlerinde, dağlarında ve köhnemiş Rum şehirlerinde akıncıların nal sesleri, Allah Allah nidaları duyuldu. İşte böyle başladı Anadolu; Türk’e yurt olmaya, yurt oldukça ocak olmaya.
Anadolu’nun yüreği bir oldu erenlerle, âlimlerle ve kudretli beylerle. Yıllarca ses verdi kararmış kalplere, sonunda yurt oldu, ocak oldu, sevda oldu Anadolu. Orta Asya bozkırlarında tohum olan kök geliştikçe gelişti. Dili Türkçe olan her bir dağ, ova, nehir, orman… Rüzgârla dost olup kuşlarla haykırdı hasreti, sevgiyle anlattı muhabbeti, sevda eyledi yaratana. Yandıkça yandı, yandıkça yandı ve kül olup savruldu dört bir yana. Lakin her bir kül parçasından bambaşka tomurcuklar boy verdi. Kimi Yunus, kimi Mevlâna, kimi Hacı Bektaşi Veli…
Anadolu biz, biz Anadolu olunca yüzyıllar toz olup zaman değirmeninde ezildi. Asırlar geçtikçe köklü ağaç kıtalara serpildi. Bir gün o filizlerden biri Anadolu’nun içlerinde boy verdi. İsmine Yunus dediler. Gönlü deryalar kadar, yüreği dağlardan ağır ve pamuktan hafifti. Bende oldu Taptuk’un kapısına. Kapı ona, o ormana bende idi. Gönlünde olanlar bir yana dilinden dökülenler yayıldı kıtalara. Külden doğanlardan, kül olup boy verenlerden biriydi.
Toprağa sahip olup onu yurt yapanlar için mesele isimlerinin kalıcısı olması değildi. Gelecek nesillere bırakılacak ocak idi. Ocağın ateşini kılıçla alan ne kadar değerliyse, o ocakta nesiller yetiştirenler de o kadar değerlidir. Tarih, komutanları hatırladığından daha çok bilge insanları, âlimleri, sanatçıları ve insanların yüreklerine dokunan şahsiyetleri hatırlar. Çünkü gönüllerde yer etmek, asırlara kök salmaktır.
Akıncılar gaza ile erenler Kelamullah ile gelip geçtiler. Geride bir medeniyet, cihana nam salan krallıklar ve cihana hükmeden imparatorluk bıraktılar. Şimdi yanan ocaklarımızda tüten duman o günlerde ödenen bedelin neticesidir.
Bugün Anadolu, bize yurt gelecek nesillere ocaktır. Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de coğrafyamızda yaşamanın ağır bedeli var. Gelecekte de öyle olacak. Bize emanet bu vatanı bizden sonrakilere teslim etmek ise ilk yükümlülüğümüzdür. Gönlere çekilen bayrağımız gelecekte daha yükseklerde dalgalanmalı ve gölgesinde çocuklar koşup oynamalı. Gürül gürül akan suların, rüzgârda sallanan yaprakların, verimli toprakların üzerinde ezan sesleri yükselip geleceği inşa edecek bilginlerin dizi dibinde yeni bilginler yetişmeli.
İşte Yunus, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli bir dönem böyle yaşamış, bugünlerin tohumu o günlerden atılmıştı. Bize de düşen gelecek nesillerimiz için yeni Yunus’lar, Mevlâna’lar, Hacı Bektaşi Veli’ler yetiştirmek. Cihana yeni imparatorluklar kurmalı, İlahi Kelimetullah davasını güdecek komutanlar ve âlimlerle bu kutlu yolu yürümeli. Daha adil, daha muktedir ve daha muasır bir medeniyet için önce var olana sahip çıkıp, sahip olduklarımıza değer katmalıyız. İşte o vakit, dünden daha iyi olacak ve yarına daha umutlu bakabileceğiz.
Kıymetli okurlarım, Gönül külünden yayılanlar bugüne ışık olduğu gibi, bugün yetişecekler yarına ışık olacaktır. Bir vakitler Hoca Ahmet Yesevî dergâhında düş olan Anadolu bugün bizim çadırımız. Öyleyse, bugün hayal olanlar, yarın gerçek olabilir. Başarmak için önce inanmak, inandığımız yolda yürümek ve zorluklara göğüs germek bu kutlu yolun ilk ayağıdır. Görünen o ki, yolu yürümek ise bize ve bizden sonrakilere düşüyor. Bu vesileyle hepinize esenlikler diliyorum.