Gölgelerin izinden ayrılmayan toplumlar için gelişme sürekli olamaz, yıkılmaya mahkumdur.
Puslu bir gün ağarıyor hep uyandığın zaman, bakma sakın, görünür de açtığına o sarı güneşin. Ağaçların altında koşturursan, o büyük ulu ormanların ortasında, adımların değdikçe toprağa ve fışkırdıkça toprak taneleri havaya doğru, bir taşa takılır ayağın, tam hızı yakalamışken, düşmek… elini yüzünü bulaştırmak kara toprağa ve taşa değil de, toprağa küfretmek… Ah!.. hep bu olmaz mı, sorunun özü fark edilmez de, sorun çıkaranın elin de bir oyuncak olanlar hep suçlanır. Bir kitle eğer bu suçlamayı yapansa, oradan kaçmak elzemdir, kimi zaman geri normallerin arasında ileri anormal olmak iyidir lakin her zaman değildir; seviyesine inemez kimse kimsenin, mühim olan seviyelerin eşitlenmesidir, ki bu da en zor iştir, yönetenler bunu yapmak istemez çünkü bilirler vasıfsızlıklarını ve korkarlar halk ile eşit seviye de olmaktan, sığınırlar işte bu yüzden son derece çelişkili ve boş yere anlam katılıp kutsal olarak niteledikleri gölgelere.
İnsanı nasıl ayırırsın özünden, bir ineği ahırından; ya da bir kediyi çöplüğünden ayırmak gibi saçmadır bu da. Özü vahşidir her ne kadar makyajlansa da insanın, o gizlediğiniz ve -ne kadar aptalcadır- hem utanıp hem de övüne övüne anlattığınız cinselliğiniz bile başlı başına sizin ayrışmanızı engeller ‘hayvanlardan’. Pek çok zaman ‘ezikler’ doğrudur lakin gölgelerin tesirin de kalır ve gösteremezler kendilerini.
Ellerimizle var ettiklerimizi ve anlamlandırdıklarımızı pek çok özünde ve aslında anlamlı olan ve değer görmesi gereken düşünceyi bir kenara atıp yokmuş gibi davranarak ve yoktan yere onlara düşman olup, aslında kendimize ve özümüze düşmanlık ettiğimizi bilmeden, günah keçisi ilan ettiklerimize peşkeş çektik ve onları kutsal olarak niteledik. Uğruna savaştık, kan döktük ve katillerin bile katili olduğumuzu kabul etmedik, bir şeyin uğruna savaştığımız için, bu şey, öylesine cazip gelir ki insanoğluna, kolaydır çünkü o, alı koyar ve seni uzak tutar o derin bataklıktan ama bakma seni bataklıktan uzak tuttuğuna bir süredir o ve sen o sıra da onun kolların da gevşemiş bir şekil de uyurken daha fenasına atı verir seni lakin uyanırsan ne ala, var hala bir kurtuluş umudu ama uyanamazsın çünkü sen inanmış ve vermişsin gönlünü o sahteliğe ve kapatmışsınız gözlerini, kör etmişsin.
Uyanınca zordur kurtuluş çünkü o son fenerin yanışına kapatmıştın sen gözlerini, hatırlamazsın da şimdi sen, ah ne kolaydır, silmek istediklerini, ne kolaydır ki ne kolaydır çelişkiye düşmeye mahkum olanları kurtarabilmek için unutmaktan zihnin de, ne çok doğruyu unutmuş ve seni bırakmayıp karşına çıkanları da görmemişsindir sen, ah ki ne ah, düşmüşsün bir bataklığa ve en gülünesi de kendi ‘özgür’ iradenle. Aslında başında kotarabilirdin tüm bu saçmalığı, ne azınlık olacakken ne de çoğunluk… Karar verme anların da özgür olmalısın ama, sandığın ki gibi değil, uçman lazım ve gökten görmen lazım tüm her şeyi aslı ile yani gök yüzünde ki haliyle. Her şey büyütülür yakından bakınca, mühimi gerçeğine odaklanıp dışarıdan ve öz bakabilmektir, hele ki gerçek olduğunu düşündüklerimize.
Seni hem büyütürler hem de yererler. Bir gölgesindir gölgenin yer yüzündeki, bir de nankörsündür. Hazır edin ey diğerleri, namluya sürün o güzel kurşunlarınızı bakın bir derinlik var karşınız da ve hapsedin oradan çıkanları geri çıktıkları yere ve kapayın üstlerini, salınmasınlar özgürce, doya doya, kırlangıçların yuva yaptığı ağaçlara ve başakların boy verdiği o hayal ürünü tarlalar da ve ormanlarda. Salınan her derin, alınan ve verilen her bir nefes, bir ruhun geri çağrılmasıdır gittiği küskünlük mağarasından ve bu ruh ki, nicelerini önüne katıp kovalamıştır belki zamanın da kraliçeleri, belki çarları, belki de sultanları…
Aldanmışsın bilirim, bakma sen yine de anlattıklarına o gölgenin, o öldü çünkü ve yansısını hala gönderiyor beynin gözlerine dalga geçiyor acizliğinle ve sen ne acizsin ki, ölmüş birini hala hatırlayan, gören ve ondan korkup bir köşe de elleriyle yüzünü örten bir ilkokul çocuğu misali bir duvar köşesine sinen bir paranoyaksın, şizofrensin belki de en dikkat edilesi türden ve tıkılası bir garip tımarhane odasına bembeyaz olanından ve içinde nice ‘normal’ senden olan…
Ama çokluğun olduğu yer de gerçek nedir ki, parmakların birbirine aralıklı durduğu bir el üzerinden alındığı yere dönen bir kumdan başka? Bir harekete bakar neyin ne kadarının ve neyin gerçek olduğu, aralık kapandığı zaman ve dönüş durduğu zaman elden toprağa dökülen kum taneleri için, gerçek avucunda kalan ve ona nasıl baktığında gizli. Hiç akıllara gelmez halbuki, sadece ayağa kalkıp, şöyle hafiften bir bakmak ve bütünü algılamak bile kâfi o değişik değişik biçim ve biçemler de algıladığın gerçeği.
Karanlığın aşılmasının en güç tarafı, lamba anahtarını bulabilmektir. Karanlığın için de göremediğin zamandır, hiçbir şey düşünemeyecek olduğun zaman. İşte bu zamanlar da, düştüğün o bataklığa alışmamaya dikkat et, çünkü o bataklık gün geçtikçe daha da pisleniyor ve sen, yine aynı şekil de gün geçtikçe o bataklık ile eş zamanlı bir şekil de pisleniyorsun ve buna alışıyorsun, adapte ediyorsun kendini, sen ki, yücelttiğin zaman gözlerin kapalı kendini ama açıp da baksan nerede olduğuna ve nasıl bir vaziyette olduğuna, acaba buna baksan yine aynı şekil de diyebilir misin ki ben değerliyim, ya da ben en üstün canlıyım diye?
Beğenmeli insan kendini, büyük görmeli ve kendinden düşük olanlarla kendisini ayırt edebilmeli ve düşük seviyeli insanların kontrolünü elin de tutmalı ki, bir vasıfsız ortaya çıkıp da atların önüne vasıflıymışçasına çıkamasın. Bu tür bir durum meydana geldiğinde, ne kadar olursan ol vasıflı ey insan, düşeceksin o yıkım çukuruna. Sen ki kopyacısındır o vakit, sen ki aşağılıksındır o vakit, sen ki cahilsindir o vakit, vasıfsızlar örterler işte böyle, vasıflıları suçlayarak kendi vasıfsızlıklarını.
Sınıflar kesin ve tabiidir, manen oldukça ve madden olmadıkça. Yaşanılan bu mavi gezegende, bir köpek başka bir köpeğin suyuna el atar mı, kendi suyu tehlike de olmadıkça? E peki o halde, sen ayırıyorsan kendini o vahşi sokak itinden, gözünde az gördüğün elinde ki gerçeklikleri bir kenara atıp, neden koşarsın başkasının elindekine? Ne kolaydır bunları gölgeler adına yapmak, onların isteği ile böyle olacak demek… Bir avuç insan var gökten geldiğini iddia eden ve size addettiren, milyarlarcasınız, elleriniz de nice aygıt ve düşünebilme yetisine sahip et parçaları var kafanızın için de, ama üstün müdür onlar ki, bir ekranın önündeki sıfırlar için, o sıfırların kat be katı denginde insan katleden ve sömürenler, sizin gibi sömürülen ve katledilen o masum olduğunu iddia eden lakin onların ekmeğine her gün yağ süren sizlerden? Evet, belki de aşağısındasınız siz onların, onların hizmetinde her yaştan birer köle olarak eğmişsiniz boynunuzu, gölgelerden güç aldığını iddia eden efendilerinizin önünde ve bekliyorsunuz onların sırtınıza çıkıp, bellerinize semer vurmasını.
Ah ne büyük saygıdır ve değerliliktir, aslında senin var ettiklerinin önünde saygıyla eğilmek, ne de güzel addettirirsiniz kendinize, hiç olmayacak ve akla ve mantığa uyamayacak derecede yaptığınız aptallıklarınızı, kapatmış ve tıkamışsınız ama netice de düşünmeye giden o narin yolları. Normallerden kaçın şüphe ettiğiniz ortamların, onlar ki yanlış yoldadırlar, onlar ki cehalet batağında boğulan ve bundan trajikomik biçim de zevk alanlardır, onlar ki, eğer onlardan uzak durmaz ve onları kendinizden ayırıp köle etmezseniz bir süreliğine ve eğitmezseniz onlardan süre gelecek olan yeni nesli, hiç kuşkusuz ne açtır onlar ve sizi de çekeceklerdir o cehalet bataklığına ve sizi de birer normal yapacaklar kendi aralarında.
Bakmayın sakın daha iyi bir hayat sonradan size bahşedilecek diyenlere. Sen bir kez geldin ve bir daha görmeyeceksin başka bir gün. Sondur o korktuğun ölüm ve gelmeyecek ondan sonra başka bir hayat. Her şeyinle duracak kalbin, tüm ahlaksızlıklarınla, tüm hırsızlıklarınla, ve daha nice tüm kötülüklerinle ve aynı şekilde iyiliklerinle. Sen sondasın artık, senden geriye bir şey kalmadı, sadece ölümünden sonra ortaya çıkacak olan leş kokun dışında.
Kandırırlar işte seni ve sizleri böyle, eşit olduğu birer aldatmacadır her insanın ve ne aptalcadır ki her insan örtmek için kendi kusurlarını dört elle sarılır bu aldatmacaya.
Hadi, çokluğun yanın da az olan o güzel vasıflılar, vakit geldi, hatta geçiyor, azınlık da kaldıkça biteceksiniz ve eline geçeceksiniz o atların. Susmak çare değil, gizlenmek ve kendini sadece kendine adamak. Zordur lakin biçilmiş kaftandır sizler için, o gür haykırışı dile getirmek. Etmek koltuklarından nicelerini, kotarmak bu adi düzeni.
Eşitliği sağlamak boş bir hülyadır ancak hepsi için geçerli değildir bu değişmez kural. Eşit derece de girmeli herkesin kursağından o coşkun akan derelerin suyu, ya da ulu ormanların ağaçlarından sarkan o meyveler. Bu iyidir ve gerçek eşitlik olmasa da, arttıracaktır vasıflıların sayısını atların arasından sıyrılacak o hevesli ve meraklı insanlarında sayısını.
Gerçeğin peşin de koşmak her insan için farzdır. Özün bu senin, tıpkı Demokritoslar, Thalesler ve daha nice doğanın filozofları gibi. Keşfetti onlar, gölgelere rağmen, gölgeleri amaç değil araç edindiler ve yürüdüler durmadan aydınlığa ve hazırladılar gelişme zeminini dünyada.
Yıkılmaya mahkumdur her uymayan şey insanın doğasına ve yine o şeyi yaratan insan tarafından. Engelleyemez ve gizleyemez hiçbir şey özünü insanın, belki yarar bir süre insanın kendini aldatması kendisine, belki çözüm bulur ve ilerler o kandırmacanın eşiğin de, kurtulur yiyip bitiren kendisini o sorulardan. Uygun olan öze yakın olmaktır lakin popüler anlatımla değil, popüler olan her şey bozulmaya mahkumdur ve özünü ve özüne olan yakınlığını yitirir. Öz, hayvanlığını kabul etmektir insan için, insanın özü bir maymun gibidir, eline verilen muzun miktarı kadar susar ve uysallaşır ama uzaklaşmak biraz da olsa düşünebilmek ve geliştirebilmek için kendini insanın. Bu gereklidir, öz iyidir lakin her şey gibi bir süreliğine, yakın durmak gerekir, uzaklaşmamak ve de tam o olmak.