Merhaba sevgili okuyucular. Bugün sizinle sinemayı farklı bir konu başlığı ile paylaşmak istedim.
Birbiriyle alakasız gibi görünse de yazdıklarımız, okuduklarımız, izlediklerimiz, takip ettiklerimiz genel olarak, kendimiz hakkında bize oldukça bilgi verir. Elbette Freud’un psikanaliz teorisini bilenler olacaktır. Lakin bilmeyenler için ufak bir açıklama eklemek istedim. Aşağıda Listeye geçmeden önce göz atabilirsiniz.
Psikanalize göre Id alt benliktir. İlkel beynimiz buradadır. Saldırganlık, cinsellik, açlık gibi temel isteklerimiz, içimizde ki karanlık kısımda kalan fantezilerimiz, ve henüz egomuz oluşmadan önceki temel varlığımız buradadır. Devamında onu takip eden ego, bizim bu dünyaya ve kültürel normlara uydurduğumuz kısımdır. Kısaca bilincimizdir. Üst bilinç dediğimiz süper ego ise entelektüel kısımdır. İçselleştirilmiş ahlaki standartları ve idealleri tutar. Süperego, karar vermek için yönergeler sağlar. Sonuç olarak Bilinçimiz (ego), alt benlik (Id) ve üst benliğin (süper ego) dengesini sağlar. Böylece hayata uyum sağlayabiliriz.
Aşağıda listelediğim filmler, Freud’un psikanalizinin “bence” /Id/ karşılığı. İçimizdeki en ilkel yerlere dokunan, rahatsız eden, üstünde çalışılmış, senaristlerin ve yönetmenlerin fantezilerini ustalıkla uyarladığı yapımlar. Bazı filmlerin gerçek hayattan uyarlama olması ve aşırı şiddet içermesi sağlam bir psikoloji ile izlense bile etkisini bir süre üstünüzde hissetmenize neden olabilir. Bunlar tabiki benim düşüncelerim. Extra önerileriniz olursa benimle iletişim kurabilirsiniz. Şimdi filmlere geçelim.
1- Barda (2007)
Listeye ilk olarak türk yapımıyla başlamak istedim. Bu kadar çarpıcı ve yürek burkan bir seneryo, elbette ki kurgu olamazdı. 1997 yılında Ankara’da yaşanan gerçek bir olaydan uyarlama olan; yönetmen ve senaristliğini Serdar Akar’ın üstlendiğini bu sert film, 2007 yılında gösterime girdi. Bir grup gencin rehin alınarak işkence ve tecavüze maruz kalmasının yanı sıra bilinci (ego) yerinde olmayan kişilerin neler yapabileceğinin en gerçekçi örneklerinden birisi.
2- Parazit (2019)
yönetmenliği ve senaristliği Bong Joon-ho tarafından yapılan, Kore sinemasını iliklerine kadar temsil eden, son yıllarda izlediğim en güzel filmlerin başında geliyor. Bu filmi kesinlikle izlemelisiniz. Abarttığımı düşünebilirsiniz ama öyle değil. İsminin hakkını veren bu yapımda fakir bir ailenin, zengin bir aileye parazit gibi yapışmasını ve günden güne tüketmesini, sınıf ve kast sistemi üzerinden en ince detayına kadar işlemiş. Film çözümlemeye bayılanlar için harika bir katarsis olacağından eminim. Film bittikten sonra mors alfabesini öğrenmek isteyebilirsiniz.
3- Oldboy (2003)
“15 yıl süreceğini söyleselerdi, dayanmak daha kolay olabilir miydi? Yoksa dayanamaz mıydım?” Yönetmenliğini Park Chan-wook’un yaptığı “intikam üçlemesi” serisinin ikinci filmi olan Oldboy, Neo- noir tarzının en belirgin olduğu yapımlardan biri. Ustaca kurgulanmış intikam planı, film hakkında ne kadar açıklama yapılırsa yapılsın, izlemeden tam olarak anlaşılmayacak bir tarzda. 40 ödül ve 28 adaylıkla IMDb En çok oy alan film sıralamasında 75. sırada. İşin kötü yanı filmi izledikten sonra; etik değerlerinizi, ensest ilişkiler üzerinden sorgulayabilirsiniz.
4-Split (2016)
Çok saygıdeğer yönetmen Manoj Nelliyattu Shyamalan’ın spritüel filmler konusunda tam bir üstad olduğu kesinlikle tartışılmaz. Aynı zamanda Altıncı His, Ölümsüz, İşaretler, Son Hava Bükücü gibi yayınlandığı andan itibaren büyük ses getirmiş ve kült haline gelen filmlerin yazarı ve yönetmenidir. Bu filmi listeye eklememin sebebi, rahatsız edici olmasından ziyade bilinç dışı dediğimiz olgunun ete kemiğe bürünmüş haliyle bize sunulmuş olması. Split filmi {(Unbreakable)- (Split)- (Glass)} devam filmlerine kıyasla daha çok ön plana çıkmış bir şaheserdir.
“Senin yüreğin saf! Neşelen. Kırılmış olanlar daha gelişmiş olanlardır” James McAvoy’ ın kusursuzca oynadığı bu başyapıt 23 karakterli Kevin’ın doğum günlerinde kaçırdığı 3 kızı rehin almasıyla başlıyor. Gizli Karakter olan canavar ise filmin ortalarına kadar gizemli kalıyor. Filmi ve devam filmlerini izleyecek olanlar için spoiler vermek istemiyorum. Benim tavsiyem, filmi izlerken klasik bir kaçırılma hikayesinden ziyade burada ki canavarı, bilinç dışı olarak düşünmenizi ve üst benlikten gelen bir mesaj olarak değerlendirmeniz yönünde olacaktır. Glass filmini de kesinlikle izlemelisiniz çünkü içinizdeki sonsuz potansiyeli akıl hastalığı olarak değerlendiren mevcut sistemden çıkmak için anahtar olarak kullanabilirsiniz.
5- Clockwork orange (1971)
Bu film için sadece dört kelime yeterli olacaktır. ” Bir Stanley Kubrick filmi” Anthony Burgess’in aynı adlı romanından uyarlanmıştır. Film yayınlanma tarihinden 80 yıl önce piyasaya çıksaydı, Freud’un psikanalitik yaklaşımının ilham kaynağı olmuş diyebilirdim. Belki de Anthony bu yaklaşımdan etkilenmiştir bilemiyorum. Şiddet, uyuşturucu madde bağımlılığı vb. konular tüm yalınlığıyla işlenmişti. Çok etkilendiğim için filmi yıllardır bitiremedim. Bu yüzden yorumu size bırakıyorum.
6-American Psycho (2000)
Bret Easton Ellis’in 1991 yılında yazdığı romanı 2000 yılında Mary Harron uyarlayarak sinemaya kült bir eser kazandırmıştır. Christian Bale’nin Patrick Bateman’ı canlandırdığı ve olağanüstü performansıyla zirveye taşıdığı bu yapımda gerçek bir psikopatı çıplak gözle inceleme fırsatı bulduğunuz su götürmez bir gerçek. Patrick kendisine aşırı takıntılı ve mükemmeliyetçi birisidir. Bu mükemmelliğin altında ise insanları acımasızca öldüren psikopat bir seri katil vardır. Bilinç (ego) ile alt benliği (ıd) arasında mükemmel bir uyum vardır ama üst benliğini ( süperego) kullanamadığı için hayata uyum sağlayamaz. Filmin etkileyici kısmı ise bütün bunlar Patrick’ in fantezisi mi yoksa gerçekten yaşandı mı? İkilemini ayırmak mümkün değil. Filmin sonunu yönetmen izleyiciye bırakmış. Filmi izledikten sonra spora başlayabilirsiniz :)
7-Bad Boy Boby (1993)
Filmin başında bir uyarı geçer. “Bu filmin +18 olmasının yanı sıra, çocukların gelişiminde psikolojik olarak çok derin yaralar ve tahribata yol açabilecek; şiddet, sapkınlık,ensest muhteviyat ve ateist mesajlara sahip olup evinde hayvan yetiştirenlere asla tavsiye edilmez.” Seneryosunu Rolf De Heer yazıp yönettiği Yeraltı (underground) esintileri olan bu bozuk filmin konusundan biraz bahsedecek olursam; Bobby 35 yaşına kadar annesi tarafından evde tutulan ve sürekli aşağılanan biridir. Temel faliyetlerden yoksun olsa bile 35 yaşından sonra evden çıkan Bobby dış dünya ile tanışmaya çalışır. Ama bilinci (ego) gelişmediği için toplum içinde taklitle var olma savaşı verir. İzlemesi çok zor olduğu için tabiki bu filmi de tam anlamıyla bitiremedim. Psikolojik olarak yıpranmadan Freud etkili bu filmi analiz etmek çok zor. Eminim filmi sonuna kadar izleyebilenler kendince bir analiz çıkaracaktır. İyi seyirler.
8- The Skin I Live İn (2011)
1984 yılında Thierry Jonquet tarafından yazılan Mygale (Tarantula) adlı eseri, İspanyol yönetmen Pedro Almodóvar’ın 2011 yapımı filminin ilham kaynağı olmuştur. Biraz spoiler gibi olacak ama özellikle erkekler arasında sinirle söylenen o kutsal sözün; “Bekle olum!! seni karım yapıcam!?” gerçek hayata tezahür etmiş hali diyebiliriz. Filmin ilerleyen dakikalarında eklenen başka detaylarla iyice rahatsızlık veren bu film, erkek izleyicilerde extra hasara neden olabilir.
9- Martyrs (2008)
Yaptığınız işkenceyle ölümden sonrası hakkında bilgi alacağınızı bilseydiniz, bir insana ne kadar işkence ederdiniz? Fransız sinemasının klasik, bol kanlı korku filmleri bilirsiniz. Her şeyin iki tık üstü bu film de ölümden sonrasını merak eden bir grup saygın üyenin genç kızları kaçırıp akıl almaz işkencelere maruz bırakarak onların kutsallaşacaklarına inanmaları hakkında. Seneryosunu yazan ve yöneten Pascal Laugier’in hala hayatta olması da biraz şaşırtıcı aslında çünkü bildiğiniz üzere tarikat deşifrecisi çoğu yönetmen artık bu dünyada değil. Yönetmenin 2004 yılında çektiği Saint Ange (ayrıca House of Voices olarak da bilinir ) filminden anlaşılacağı üzere genel düşüncesi; İnsan bu dünyada ölse bile (aslında başka bir yaşamda hayalet bile olsa) kaldığı yerden devam ettiğini vurgular nitelikte. Bu görüşü savunan farklı bir filme denk gelmiştim (The Discovery 2017). Kısacası filmin sonunu getirmek çok zor olsa bile içeriğinde önemli mesajlar barındırıyor. Filmi izledikten sonra anlamadığınız yerlerin detaylı incelemesini internette bulabilirsiniz.
10- Pink flamingos (1972)
Kim daha iğrenç yarışmasına katıldın ama rakibin Divine!?!? John Waters, Pope of Trash ve Prince of Puke takma adlarıyla anılan film yapımcısı, yazar, aktör ve sanatçıdır. Çöp Üçlemesi olarak adlandırdığı Pink flamingos, female trouble ve Multiple Maniacs filmlerinden Pink flamingos’ u önermeyi tercih ettim. Siz bu 3 filmi de izleyebilirsiniz. Hepsi bir birinden rahatsız edici olan bu filmler, birbiriyle iç içe geçmiş absürt hikayelerden ibaret. Pink flamingos için kesin ve net olan bir şey var ki o da Divine karakterinin John Waters ile tamamen bütünleşmiş olması. Benim tavsiyem absürt komedi seviyorsanız midenizin bulunmasını göze alarak bu film üçlemesini izlemelisiniz.
11- Salo ya da Sodom’un 120 Günü (1975)
Böyle acımasız ve seksüel öğelerin rahatsız edici derecede yüksek olduğu bir film sıradan bir kurgudan ibaret olamazdı. Sadizimin kurucu babası Fransız erotik edebiyat yazarı, Marquis de Sade’nin, şatosunda yaptıklarını kaleme aldığı aynı isimli kitabını, yönetmen Pier Paolo Pasolini sinemaya aktarmıştır. Dört zengin erkeğin, 4 yaşlı kadının işbirliği ile 9 kadın 9 erkek olmak üzere 18 kişiyi bir yere kapatarak üstünde cinsel, psikolojik ve fiziksel işkenceyi, sadistik bir zevkle nasıl uyguladıklarını en ince detayına kadar göstermiştir. Bazı yorumcular için filmdeki pornografik öğelerin seksüellikle ilişkisi yoktur. anlatılmak istenen şey faşizm ve iktidar eleştirisidir. Bazıları için durum böyle değil olacak ki 2 Kasım 1975’te yönetmen Pasolini’nin cesedi parçalanmış bir şekilde Ferrara’da bir plajda bulunmuştur. Kimin neden yaptığı halen bilinmesede birkaç teori vardır. Bu sansasyonel filmlerden sonra öldürülen yönetmenler hep bir soru işareti bırakmıştır. Bonus: Eyes Wide Shut(1999) filminin son halini sunduktan 4 gün sonra ölen Stanley Kubrick örnek verilebilir.
12- Irréversible (2002)
Sevgili yönetmen Gaspar Noe sanat, sanat içindir görüşünü savunuyormuş gibi açıklamalar yapsada, filmlerinde yer alan çarpık seks ve şiddet sahneleriyle toplumsal gerçeklere aynalama yapmaktadır. Böyle bir giriş yapmak isterdim ama yönetmenimiz için pornografi ve şiddet, sanat için ekmek ve su kadar önemli. Süt içen kedi ile seks yapan insanları kayıt altına almayı aynı kefeye koyan Noe, olağanüstü çekim teknikleriyle hafızalara kazınan bir yönetmen. Herşeyi ile ters olan bu film, başınızı döndürebilir. Kendisi yazdığı için mi bilmem ama bu kadar sert bir filmi ustalıkla beyaz perdeye aktarması taktire şayan. Bilinçaltı sapkınlığı ne diye sorarsanız ben bu film derim. Benim tavsiyem eğer film hoşunuza giderse yönetmenin diğer filmlerine bakmanız olacaktır.
13- The Platform (2019)
Çıktığı dönemde listeleri alt üst eden, çarpıcı ve dramatik gerilimle dolu bu filmi, David desola ve Pedro Rivero yazmış, Galder Gaztelu Urrutia ise yönetmenliğini yapmıştır. Bu film diğer paylaştığım filmlere göre daha az rahatsız edici lakin, psikanalitik bağlamda değerlendirdiğimizde, hayatta kalma gibi temel bir dürtünün sınırının olmadığını çok iyi bir şekilde açıklamış. Bir çok yorumcuya göre içinde Hıristiyanlık dininden parçalar ve mesajlar da içermektedir. Her ne yorum getirilirse getirilsin listenize eklemeniz gereken filmler arasında olduğunu düşünüyorum. Benim tavsiyem sakin bir kafayla dinlene dinlene izlemeniz ve kendinize en uygun mesajı almanız yönünde olacaktır.
14- A Serbian Film (Srpski) 2010
Srđan Spasojević’in yönettiği, başrolünde kendisinin oynadığı, yayınlandıktan sonra filmi bir kere izleyenin, porno filmlerini bir daha izlememek üzere tövbe ettiği o film. Filmin başında ve sonunda yönetmenin bize açıkça verdiği bir mesaj var. Filmin başında Milos’un (Srđan Spasojević) arabada yönetmen Vukmir’in (Sergej Trifunović) yanına giderken yaptıkları bir konuşmayı duyarız ” Senin kişisel, benim profesyonel faztezilerime doğru bir geziye çık ” Sonrası tam bir vahşet olan filmin sonlarına doğru ise Vukmir’in “İşte bu Milos, işte sinema bu!” Diye bağırdığını duyarız. Kendi fantezilerini, sektör üstünden kadın, bebek demeden mide bulandırıcı bir şekilde anlatmayı tercih etmesi filmin birçok ülkede yasaklanmasına ve filmden parçaların eksiltilerek yayınlanmasına sebep olmuştur. İzlemeden önce iki kere düşünmenizi tavsiye ederim.
15- Hostel (2006)
Senaristliğini, yönetmenliğini ve yapımcılığını Eli Roth üstlenmiştir. Devam filmleri vardır. Filmin bu kadar rahatsız edici olmasının sebebi, o dönemlerde teori üstünde olan günümüzde komplo teorisi olmaktan çıkmış, özel müşterilere hizmet etmek için kurban edilen insanlardan üstü kapalı bahsetmiş olması. İlkel zihinlerini (Id) kontrol etmek zorunda olmayan süper zengin insanların, keyiflerine göre başka insanları istediği şekilde fantezilerine dahil etmesinin yanı sıra sahnelerin içeriğinin kan donrurucu olması ve gerçekten böyle şeylerin var olduğunu bilmek psikolojik olarak extra hasara neden olabilir. Tatile çıkmadan önce izlemenizi tavsiye etmiyorum. Gittiğiniz yerde paranoyak olabilirsiniz.
16- Titicut Follies (1967)
Frederick Wiseman tarafından yazılıp yönetilen bu film, belgesel tarzında çekilmiştir. Amerika’da Hollywood Massachusettes Bridgewater Eyalet Hapishanesinde ki akıl hastası mahkumlarının gündelik yaşamlarını ve tedavilerini kayda almıştır almasına ama film tam 25 yıl yasaklanmıştır. Yinede bütün bunlara rağmen 1992 yılında yeniden yayınlanmaya başlayan bu belgesel, ayrıca ikilemde kalmanıza sebep olacak kadar yoğundur. Gerçekten ağır suçlar işleyen insanların böyle bir muamele görmesi hak mı? Yoksa batıl mı? diye vicdan muhasebeside yapabilirsiniz. Tek seferde izlemek çok zor. Sadistik işkence tarzı yapımlar hoşunuza gidiyorsa izleyebilirsiniz ama duygusal bir insansanız, bu filmi atlamanızı öneririm.
17- Eraserhead (1977)
Sürrealizmin babası “David Lync” klasiği desem yeterli olacak bu yapımda, rahatsız edici içeriklerden çok, filmin ne anlatmak istediğini anlamak için harcanan çabanın daha rahatsız edici olduğu bir gerçek var. Hayal ile gerçeğin iç içe geçtiği bu filmde hiçbir şey göründüğü gibi değil ama göründüğü gibide olabilir. Aklımda kalan tek şey mutant bir bebek, komşu ve Henry. Zaten yönetmenin filmleri çok kişisel olduğu için yoğun eleştiriye de zaman zaman maruz kalmıştır. Sayın Tarantino’nun bile yorum yaptığı bu filmi izleyip izlememek size kalmış. Bonus: Bilinçaltına yolculuk yapmak ve film üzerinde uzun uzun düşünmek istiyorsanız herhangi bir David Lync filmini listeye ekleyebilirsiniz. Benim tavsiyem Mulholland Drive olacaktır.
18- İnsan Kırkayak (2009)
Yapımcılığını, yönetmenliğini ve senaristliğini Tom Six’in yapmıştır. Zaman zaman hepimiz garip düşüncelere ve fantezilere yer veririz. Bunları hayata geçirmeyiz, çünkü sadece faztezidir ve gerçek hayata uyarlamak biraz suç teşkil edebilir. Filmde baş karakterimiz Heiter içinse fantezisi bir tutkudur ve hayata geçirilmelidir. Heiter, İnsanları anüsten ağıza bağlayarak tek bir dolaşım sistemiyle insan kırkayak oluşturmak isteyen psikopat bir doktordur. Tıpkı Yılmaz Erdoğan şiirinden bir kesit gibidir. Bir beyaz kağıda/her şey yazılabilir/senin dışında/güzelliğine benzetme bulmak zor/ İşte bu dizeler gibi ne yazsam eksik, hangi benzetmeyi yapsam yarım kalır. İnsandan kırkayak böceği olur mu? Diyebilirsiniz oluyormuş. Ayrıca yetinmeyip devam filmlerini de çekmiştir. İçerisinde rahatsız edici dışkı öğeleri bulunduğu için yemek yerken izlemenizi tavsiye etmiyorum.
19- Hush(2016)
Slasher filmlerini bilirsiniz. Psikopat bir katil vardır ve kurbanlarını avlayarak öldürür. Bunu öldürmek için yapmaz esasında zevk almak için yapar. Senaristliğini yapan Kate Siegel’in başrolünde oynadığı yönetmenliğini ise Mike Flanagan’ nın yaptığı 2016 yapımı Hush filmi bunlardan biraz farklı. Diğer slasher filmlerinden ayıran ve korku unsurunu iki katına çıkaran faktör Madison ( Kate Siegel) sağır olduğu için konuşamaz bu yüzden yardım isteyemez. Madison’un duymadığını fark eden katil, elektrik ve internet bağlantısını da kesmiştir. korkunç bir kedi fare oyununa dönen bu filmde Madison uzun süre bu halde kalınca bir takım sanrılar görmeye başlar. Bu beynimizin limbik sisteminin bir tepkisidir. Filmi izlerken limbik beyinde yer alan ve hayati tehlike durumlarında ortaya çıkan Don-kaç veya savaş tepkisini en ince detayına kadar anlamış olacaksınız.
Eklenecek bir çok film olmasına rağmen konu başlığı ile alakalı en popüler filmleri ekledim. Peki sizin etkisinde kaldığınız filmler var mı? Yorumlarda buluşalım. Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Başka bir yazıda görüşmek üzere sağlıcakla kalın…