İnsan olmak neyi gerektirir? Merhamet, vicdan, şefkat ve etik sahibi olmak, adab-ı muaşeret kurallarına hakim, terbiyeli, haya’lı, empati kurabilmeyi ve bunun gibi birçok şeyi gerektirir öyle değil mi?
Peki, Türk Toplumu nasıldır? Bu saydıklarıma ek olarak; misafirperver, ikramda bulunan, anlayışlı, yardımsever, iyi niyetli, sabırlı, azimli, sıkıntılı zamanlarda kolayca düşmanlara karşı birleşip, tek kuvvet olabilen bir toplumdur. Doğru değil mi?
Bununla birlikte; milli duygularımız çok güçlüdür. Türk Dili ve Edebiyatının tüm dünya ülkelerinde de yaygınlaşmasına, öğrenilmesine katkıda bulunan eğitim gönüllülerimiz ile her türlü maddi manevi destek verdiğimiz ve yardıma muhtaç olanlara yardımlar götürdüğümüz kardeş ülkelerimiz ve dost gördüklerimiz de var. İyi niyet kapsamında yapılmış olan faaliyetler de bulunurken, iyi niyetlerinin suistimal edildiğini fark edemeyenler sizce mağdur sayılır mı yoksa işbirlikçi mi sayılır? Doğru ile yanlışı ayırt edebilmenin yanı sıra bence mağdurları ve işlediği suçun farkında olanları doğru tespit edip ona göre muamele yapmak gerekiyor. Birçok kişi kullanıldıktan sonra mağdur olduğunun farkına vardı. Oysaki o an bu bilinçte değildi. O dönem nice gereksiz yere zan altında bırakılmış, devlete küstürülmüş ve hala da süre gelen bir muamelenin yaratmış olduğu travmaları atlatamamış insanlar tanıyorum.
Yurt dışında kardeş ülkelerde yaşayan, yok eğitime destek, yok okul yapılacak, yok su kuyusu açılacak, yok bir çok finansal destek vb. birçok konuda iyi niyet göstererek vicdanının sesini dinleyen, kandırılmış, farkındasızlık içinde insani bir şekilde yapılan icraatlerinden etkilenerek katkı sağlamak istemiş, yani elini taşın altına koyarak misyon üstlenmiş, aslında trollenmiş nice ötekileştirilmiş insanımız var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu halde gurbet ellerde olup da yıllarca kendi vatanına gelmekten imtina eden, baba ocağına ziyarete gidemeyen, darbe girişiminden yıllar öncesinde 3. dünya ülkelerinde sömürgecilerin kan emici gibi istila etmesine karşın, o yöre halkını bilinçlendirme ve iş güç sahibi yapmak için emekler sarf edip kalkınmalarına ve bilinçlenmelerine katkı sağlamak adına hayatını adamış iş adamlarımız var.
Humanist bir şekilde, ayrım gözetmeksizin, herhangi bir örgüte mensup olmadan yaftalanarak, mağdur edilen, zan altında bırakılan bu kişiler neden hayata, ülkesine ve devlet büyüklerine küstürülüyor? Her vatandaş yerleşik olarak yaşadığı ülkede kendi ülkesini temsil eder ve bu bilinç ve sorumlulukla hareket eder. Bir kasa sağlam domates kasasının içinde bir kaç çürük domates var diye o kasayı mı direkt çöpe atarız, yoksa içindeki çürükleri toplayıp onları mı çöpe atarız? Bence bu konuda elimizi vicdanımıza koyup düşünmeliyiz. Bizler belki masum normal vatandaşlarız ama onların yerinde de olabilirdik. Hangimiz maddi gücü yettiğince sadaka vermiyor? Ya da bazı kurum yada kuruluşlara bağış yapmıyoruz ki? Kimin ne olduğunu ve bu paranın nereye hangi hakka hizmet ettiğini ne kadar araştırıyoruz? İyi tanıdığımız bir dostumuz arkadaşımız, akrabamız, komşumuz veya onların referansıyla gelen, yardıma ihtiyacı olan birine yada iyilik dernekleri, vakıfları vb. sivil toplum kuruluşlarını ne kadar araştırıp destek oluyoruz? İlk etapta kalbimizin sesini dinlemiyor muyuz?
Sorgulamadan, iyiliğe vesile olanların bize iyilik yapma fırsatına katkıda bulunduğu için huzur içinde hissederek duygusal bağ kurarak “hediye işi gönül işidir” diyerek yardım yapmıyor muyuz? Ben bu bağlamda düşünen ve yaptığı iyilikleri sorgulamadan yol alan gönül dostu insanların mağdur edildiklerini düşünerek, inisiyatif kullanarak fikirlerimi beyan etmek istedim. Suçu olmayanlar, mağdur edilenler, bence gönülleri alınmalı ve kendi vatanına korkusuzca gelip gidebilmelidir. Kendi vatanında olanlara da iade-i itibar edilip topluma kazandırılmalıdır diye düşünmekteyim…