Okul mu sınav merkezi mi? Öğrenciler öğrenmeye mi sınava hazırlanmaya mı gidiyorlar okullara? Fark etmeden robotlaşıyor, robotlaştırılıyor muyuz?
Hazır okullar uzun bir süreden sonra yeniden açılmışken yıllardır süregelen eğitim sistemimiz hakkında düşünelim. Öncelikle şuan pandemi tedbirleri ile açılan okullarda önlemler yeterli mi? Okullar yine yalnızca sözde mi önemli, arka plana mı atıldı? Özellikle kalabalık şehirlerde okula ulaşım sıkıntılı sayılabilecek kadar zor. Okullarda sosyal mesafe teneffüslerin dışında, sınıfların içinde de yok. Sınıf mevcutlarının bu kadar çok olması salgın tarafında olumsuzluğa yol açıyor. Öğretmenlerin aşı yaptırmış olması eğer yaptırmadıysa haftada 2 kere yeni yapılmış negatif sonuç vermiş testlere ihtiyaçları var.
Peki şimdi salgının getirdiği olumsuzlukları bırakalım da sistemin getirilerini konuşalım. Bugün ki sistem 4 ilkokul 4 ortaokul 4 lise. Ortaokul 4. sınıfta LGS sınavı ile liseye geçiliyor. Lise 4. sınıfta YKS ile üniversiteye geçiliyor.
Bunları anlatmamın çok önemi yoktur zaten bilinen şeyler. Benim asıl değinmek istediğim konu öğrencilerin bu kadar tek tipleştirilmesi. Aynı dersler, aynı zevkler, aynı gri… Kendi yeteneğini, arzusunu, tutkusu seçemeyen veya bulamayan insanlar çıkıyor okullardan. Oraya öğrenmeye o konuyu benimsemeye değil, sınavda çıkacağı için öğrenmeye gidiyor. Bir başkasının tecrübesine uyup sevmediği bir mesleği yapmaya kendi seçmediği hayatı yaşamaya mahkum oluyor. “Yaz oradan yeğenim işletme.”
Tamam sizin okyanusunuz çok büyük. Bir su damlası kadar değerliyiz belki de nazarınızda. Ama içime sığdırdığım dipsiz okyanus? Hiç güneş almayan, gizli kalmış diplerim? Hiç mi önemi yok anlaşılmayı bekleyen kalbimin? Küstürmeyin ruhumu kendime. Bak nasıl da canlı. Yaşamaya nasıl da can atıyor. İster anla ister anlama. Ama kendimi bulmama köstek olma. Ya kayboluyorum ben bu okyanusta ya da kaybediyorum canlı kısmımı. Karanlıktan ürkmem gerektiğini anlatmayın bana. Dipleri tanımam gerek. Bilmediğim şeylerden korkuyorum. Kendimden yabancılaştırmayın beni. Kendimden kaçırmayın.
Böyle çok düşünmek. Böyle çok kötü düşünmek. Yiyip bitiriyor içimi içten içten. Satırlarca anlatsam kendimi ezberlerinizi unutturabilir miyim? İnançsızlığımdan karaladım tüm defterlerimi ama bak orada başucumda hala vazgeçmedim.
Dizlerim yara olacak diye koşmamalı mıyım yani. Hadi bırak acısın. Acıyı hissetmeyi yeğlerim hissiz olmaya. Ve kendimi değiştirip maskeler ardında, maske olduğunu unuttuğum bir ruhla yaşamayı yeğlemezdim ölüme. Ne cam fanusa hapset beni, ne de uzaklaştır beni tek önemli olduğum yer olan kendimden. İçimdeki okyanustan. Bırakırsam orada ruhumu boğulur, ben biliyorum.
İlla bu ıssız yolda kör karanlıkta kaybolmamı mı bekleyeceksiniz ışıkları yakmak için? Ama o zaman bir önemi olacak mı?
Sınavlar, sınavlar. Daha ne olduğunu bilmeden hayati kararlar. İçimde biriktirdim kelebekler. Her gece biri öldü. Ama sabahında yine umudum oldu bir diğeri. Hadi beni bunun bir değeri olmadığına inandır. Mücadelemin anlamsız olduğuna. Karşılaştırdığın kişilerin düşmanım olduğuna. Önemsiz olduğuma. Yapamazsın… Dünya’nın düzelebileceğine inanan hayalperestin tekiyim ben. Bu apaçık gerçekleri değiştiremezsin kalbimde.
Sözün özü. Kişiye kendini tanıma fırsatı veren bir eğitim sistemimiz yok. Onun yerine sınav ve seçim. Tutkularıyla, yetenekleriyle, ruhlarıyla var olmak isteyen çocuklar var. Ama kendilerini anlayabilecek fırsata sahip değiller. Başarı takıntısı kendini geri plana attırıyor. Bu kilidi kırabiliriz. “Gelecek belirsiz bir karadelik. Ama ses verirsek çıkabiliriz, bizi yutmadan kurtulabiliriz belki.”