Eyvah geç kaldım! Hayat, ajandalarla, alarmlarla bölüştüğümüz zamanı yetiştirebilme çabasından ibaret çoğumuz için. “Şunu da yetiştirirsem, bunu da yaparsam” deyip tüm yetiştirdiklerimizin ertesi sabah başa sardığı bir döngü adeta.
Eskiden insanlar bu derece planlı olma gereği duymadan nasıl yetişiyordu peki her şeye? Sanırım bu sorunun cevabı beklentilerinin ve isteklerinin bizden farklı olmasından başka bir şey değil.
Hepimiz “hayatımızı kolaylaştıran” şeylerin getirdiği zorluklarla mücadele halindeyiz sürekli. Hayatımızı kolaylaştırsın diye yapılan arabaların getirdiği trafik, daha iyi bir hayat için yaptığımız işin getirdiği stres, daha iyi okullar, daha iyi evler… Yapmak istediğimiz çok şey var ama buna ayırabileceğimiz çok az zamanımız var. Bunun üzerine bir de geç kalınmışlık hissi eklenince stres kaçınılmaz oluyor. İş stresi, trafik stresi vb. şekilde kategorilere ayırıyoruz ama “yetişemiyorum stresi” bu aslında.
Kimi komşusunun başarılı çocuğuna yetişemiyor, kimi üçüncü dairesini almış akrabasına, kimi de terfi almış arkadaşına.
Tüm bunların yüklediği stresle boğuşan insanlara bakınca aklıma Tolstoy’un bisikleti geliyor.
Tolstoy, ona hediye edilen bisikleti 67 yaşında sürmeyi öğrendi. Onun bu yaşında bisiklet sürmeyi öğrenmek için geç kaldığını düşünenlere hiçbir şey için geç olmadığını göstermesinden sonra literatüre yeni bir kavram eklendi “Tolstoy’un bisikleti”
Bu kavram bize yaşımız, şartlarımız ya da çevremizin, yapmak istediklerimizden bizi alıkoymaya yarayan bir mekanizmaya dönüşmesine izin vermememiz gerektiğini söylüyor. İstediklerimizi yapmak için gösterdiğimiz çaba olumsuz sonuçlansa bile bu geriye dönüp baktığımızda denememiş olmanın verdiği pişmanlıktan evladır öyle değil mi?
Unutmamamız gereken en önemli şey ise yapacaklarımızın önündeki en büyük engelin başta kendimiz olduğu gerçeğidir.
Öyleyse işe ilk olarak kendinizden başlayın ve kendinize bir fırsat verin. Bisikletin pedallarının nasıl döndüğüne siz bile şaşıracaksınız.