Esma ile Veysel ailelerinin isteği ile zorla evlendirilen iki insan Veysel sonradan iyi ki evlenmişim diyor ama Esma hayatı boyunca bu cümleyi hiç kurmayacaktı.
Esma, o gece yıldızlara baktığında gözlerini kapatıp, umutla beklediği güzel günleri çok yakında görebilmeyi dilemişti. Gözleri doldu ve yutkundu. İçinden bir ses sabretmesi gerektiğini ve yıldızların kaybolduğu anda güneşin doğabileceğini söyledi.
Islak gözlerinden yanağına süzülen yaşları eliyle sildi ve minik yüzünde o an bir gülümseme belirmişti. “Umut” dedi kısık bir sesle… “Umut korkuların sona erdiğinde, sevincin yeşerdiği yerdir.” dedi ve kapattı gözlerini.
Veysel’in bu puslu gecede kapatacak gözleri yoktu. Çünkü daha yedi yaşında kardeşleri gibi o da çiçek hastalığına yakalanmış ve bir gözünü kaybetmişti. Diğer gözünü de ilerleyen yıllarda bir kaza sonucu kaybetmesi, ne kadar da bahtsız biri olduğunu göstermişti. Büyük yüreği ve iki kör gözü ile büyüdükçe büyüdü Veysel yaşadığı köyde herkesin güvenini kazanmış, sevilen biri olmuştu. Onun için ailesine sürekli “delikanlı çocuktur” gibi övgü sözleri geliyordu.
Esma ile Veysel’in yolu bu yaşlarda kesiştiğinde ikisi de hevesli değildi aslında bir yuva kurmaya. Esma Veysel’i tanımıyor ve küçüklüğünden beri gönlünün başkasında olması onun bu evliliğe sıcak bakmamasına sebep oluyordu. Veysel ise tüm sorumluluk bilinci ve gerçek erkekliğin ona verdiği inanç ile “ Bu körlük ile daha kendimi bakamıyorum bir aile nasıl kurabilir, dahası ileride çocuk sevgisini nasıl yaşayabilirim.” düşüncesi ile bu evliliğe razı gelmiyordu. Esma çok küçükken uyumak üzere kurduğu hayallerin gerçekleşmeyecek olmasının düşüncesiyle her gece dolan gözlerinin sebebini ileride başına geleceklerini bilmesinden kaynaklanıyordu. Çünkü hiç bir zaman sevgi, aşk ve heyecanlara önem verilmediği bir Anadolu köyünde büyümüştü. Küçük yüreği, o aşka tırmanan avuçları bir gün bir lanet hegemonya yüzünden son bulacaktı. Öyle de olmuştu aile baskısı sonucunda çocukluk aşkı Hüseyin ile değil Veysel ile evlendirildi.
Seneler geçtikçe Veysel bu evliliği “iyi ki yapmışım.” demeye başladı. Lakin bir kez olsun eşi Esma’nın gönlünü incitecek bir harekette bulunmadı. Beğenmediği yemek olduğunda bile, aslında o yemeği çok sevmesine rağmen “ … yemeği güzel yapıyorsun da ben zaten bu yemeği beğenmiyorum.” gibi cümlelerle eşini incitmeden çok sevdiği yemekten ömrü boyunca mahrum kalabilecek kadar alçak gönüllüydü. İkisi beraber bağ bahçe iş güç işleri ile ilgilenip geçinip gittiler lakin Esma Hüseyin’i unutamamış. Lakin Veysel’i de üzmeden uzunca seneler aşkını içinde yaşamıştı.
Veysel aslında olanları göremiyordu görmesine ama eşinin onu sevmediğini hissediyordu,. Lakin karşılıklı olarak aralarındaki saygının ileride nasılsa sevgiye dönüşebileceğini düşünüyordu ama Esma öyle düşünmüyordu. Eşinden bin kere razıydı fakat ona aşık değildi. Esma o gece aşkına yenik düştü “Umut” dedi yine kısık bir sesle ve o küçükken kendisine söylediği cümle aklına geldi. Ertesi gün olduğunda Hüseyin’e gidecek ve kendisini kaçırmasını isteyecekti. Sekiz yılda huzurlu binlerce günü olmuştu ama heyecanlanmamıştı Esma…
Hüseyin ile ertesi gün buluşup ona durumu anlattı. Çocukluk aşkı ile gece yarısı herkes uyuduğunda kaçacaklardı. Gün boyunca tarlaya dönüp eşi Veysel ile akşama kadar çalıştı. Ona yemek ve su getirdi. Kördü gözleri, çocukken ister miydi böyle bir rahatsızlık geçirmeyi, ablalarını bile bu hastalıktan kaybetmişti, bunu biliyor ve yaşadığı için Allah’a sürekli hamd etmeyi eksik etmiyordu. Yüreğinde öyle bir ateş vardı ki inanın dışarı çıksa tüm köyü yakardı ancak o ateş tüm şiddetiyle bir tek Veysel’i yakıyordu. Yoruldu Veysel “Yeter” dedi hanımına “ Yeter bu kadar hadi evimize gidelim.”
Veysel gün boyu yaptığı işlerin verdiği yorgunluktan erken yatmıştı zaten ama uyumuyordu eşine sırtı dönük bacaklarını karnına kadar çekmiş halde yatıyordu. Saatler ilerleyince Esma kalktı yatağından, eşyalarını sessizce dolabından alıp evin salonunda üzerini sıkı sıkı giydi. Hüseyin ile evlerinin az aşağısında bulunan çeşmede sözleştikleri gibi buluştular. El ele tutuşup arkalarına bakmadan koşarak uzaklaşıyorlardı.
Bizim delikanlı ise doğruldu yatağında, olan biteni anlamıştı zaten, ne yaptıysa bir türlü kendini Esma’ya sevdirememişti. Ellerini semaya kaldırarak “ Ben senin buyurmadığın hiç bir şeyi yapmadım. Haramdan sakınıp helale doydum. Bir kez olsun bana emanet ettiğin kadınıma tek kelime kötü söz söylemedim. Bana verdiğin derde hamd ettim dermana şükrettim. Rızan olmadığı bir şey ile kimseyi üzmediğim gibi eşimi de üzmedim. Ben ona hakkımı helal ettim. Dilerim senin huzurunda o da bana hakkını helal eder.” dedi ve yorganını üzerine alıp tekrar uzandı yatağına…
Esma sevgilisi Hüseyin ile köyün çıkışına gelmişlerdi fakat bu onlar için yeterli değildi. Daha çok uzaklaşmak hatta o köye bir daha dönmek istemiyorlardı. Koşmaya devam ettiler. Soluklanmak için bir ara duruyorlar. Yol kenarında bir taş üzerine oturuyorlar. Esma bunu fırsat bilip sevgilisi Hüseyin’e dönüp “ Evden çıktığımdan itibaren ayakkabımın içinde bir şey beni rahatsız ediyor.” dedi. Esma ayakkabısını çıkarıyor elini ayakkabısının içine sokuyor ve bir tomar para ile karşılaşıyor. Gözlerine inanmamıştı.
Ayakkabıdan bir iki aylık geçimlerine yetecek kadar para çıkmıştı. Hüseyin ile göz göze geldiler ve sonra Esma köye doğru dönüp baktığında anlamıştı tüm olup biteni. Veysel başkası ile kaçacağını anlamıştı Esma’nın ama üzerinde emeği olduğunu da hiç bir zaman aklından çıkarmamıştı. “Benim önüme her gün sıcak yemek koydu. Hastalandığımda bir an yanımdan ayrılmadı.” diyerek yaban ellerde yokluk yaşamasın, namerde muhtaç olmasın diye ayakkabısına para koymuştu.
Bu öyle bir sevgiydi ki kendisini aldatan eşine başka biriyle kaçarken bile kıyamamıştı. Yine aynı sebeple gönlünde açan çiçeğini başka bir adamın söküp almasına izin vermişti. Çünkü biliyordu, o çiçek başka bir gönülde açmayı diliyordu.
Veysel acısından eline aldığı Saz ile tüm Türkiye’nin göz bebeği olmuş ve yazdığı tüm Türküler ile milletin gönlünde taht kurarak “Aşık Veysel” olmuştu. Büyük Ozanımızın “Uzun ince bir yoldayım.” türküsünü dinlerken ne kadar acı yaşadığını anlayabilir misiniz ? Gönlü çok kırılmıştı. Terk edilmenin verdiği üzüntü ile şu dizeleri dile getirmişti…
“Bir vefasız zalim yare bağlandım, Tarih üç yüz otuz beşte evlendim.
Sekiz sene bir arada eğlendim, Zalim kafir yetim koydu kuzumu.”
Bir erkek daha ne kadar acı çekebilir ki, kör gözleri yüzünden yaşayamadığı çocukluğu için mi acı çeksin yoksa yetişkinliğinde terk edildiği için mi ? Acısını eşini yok ederek çıkarmak istemedi. Olaya namus gözüyle bakmadı. Eline bir tabanca, tüfek alarak sevgilisi Hüseyin’i aramaya koyulmadı. Terk edildiğinde büyük bir örneklik göstererek, kendi gönlünde açmayan çiçeğin solmasına izin vermemişti. “Varsın gitsin. Varsın toplum bana farklı gözle baksın. Hiç bir şey Allah rızasından önemli değil ya” diyerek sevginin hiçbir zaman kişisel hırslarına yenik düşmemesi için sabrediyordu.
Sabırla acısını saz tellerinden çıkartıyordu Aşık Veysel. Esma’nın gidişi onun eline saz almasına vesile olmuş. İyi ki de olmuş.
Bugün 25 Kasım… “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” Uzak yerlerde, televizyon dizilerinde, farklı coğrafyalarda örnek aramaya gerek yok. İşte size kör gözleriyle insanlık ve erkeklik veren bir kahraman. Bugün terk edilmenin acısını sevgilisinden çıkaranlar, çoluğunu çocuğunu “namus davası” diyerek annesiz bırakanlar, Eşinin ayakkabısına tüm birikimini koyan bir erkeğe karşılık eşine terlik, kemer, bardak, kaşık fırlatan bir erkek kimliğine nasıl büründük. “Benimle konuşmadı” diyerek bir kadına nasıl el kaldırabildik. Bir konteyner içine koyup canlı canlı yakacak şekilde insanlığımızı nerede bıraktık. Türlü türlü saçma sapan bahaneler ile bir insan kadınına, eşine, kızına nasıl el kaldırabilir. Tüm varlığını bir kadına borçlu olduğunu bildiği halde nasıl bir kadının canını acıtabilir.
“Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” tüm farkındalığı ile kutlu olsun.
“Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Kadınlar size Allah’ın emanetidir.” Hz. Muhammed (SAV) – Veda Hutbesi