Kıymetli okurlarım bu hafta sizlerle büyük bir medeniyetin yıkılışına ve dünya tarihindeki vahşet dolu olaylarda sıralamaya girebilecek(!) bir dönemden bahsedeceğim. Düğün değil kan ittifakı…
Tarihin sayfalarında elbette farklı nedenleri ve sonuçları olan bu meseledir. Ancak bunun bir evlilikle hızlandırılmış olması batının farklı bir yönünü daha ortaya koymaktadır.
Bildiğiniz üzere M.S. 711 yılında Tarık Bin Ziyâd, beraberindeki 7000 mücahit ile bugün ki İspanya kıyılarına çıkmış ve büyük bir mücadele ile orada dünyaya ışık olan medeniyetlerden birini kurmuştur. Endülüs; bilimde, sanatta, tıp ve diğer birçok bilimsel dalda büyük ilerleme kaydetmiş bir krallıktı. Batı dünyasının onlara düşmanlığının tek bir sebebi vardı, Müslüman olmaları.
Tarihler 1200’lü yıllara geldiğinde bu krallıkta bazı problemler ortaya çıkmaya başladı. Başta yöneticilerin basiretsizliği, yetersizliği ve yetişmiş âlimlere, sanatçılara yeterli ilgi ve desteği gösterememiş olmaları sonucu bozulmalar görülüyordu. Bozulma orduda ve krallığın bütünlüğünü sağlayan idari sistemde de görülmeye başlayınca batı dünyası harekete geçmesi gerektiğini anladı. Kaldı ki, buna zorundaydılar. Eğer daha fazla beklerlerse Endülüs orduları Avrupa’nın içlerine ilerleyebilir Fransa ve Roma’yı tehdit edebilirdi. Zaten doğu da Osmanlı İmparatorluğu Bizans’ı yıkmış ve balkanları ele geçirmiş, Avrupa’nın içlerine ilerlemek için hazırlık yapıyordu.
M.S. 1469 yılına gelindiğinde Papalık ve batının ileri gelen devletleri Endülüs’ü yok etmek ve İspanya’yı geri almak için bir plan hazırlandı. Bölgedeki en güçlü iki siyasi figür olan Aragon Kralı II. Fernando ve Kastilya Prensesi I. İsabella evlendirildi.
Bir düğün, insanların aklına hep mutluluk ve neşeli bir eğlenceyi hatırlatabilir ama bu bir düğün değildi. Kan ittifakıydı. Batı, bu evliliğe destek vererek ve lojistik sağlayarak birleşen askeri güçleri Endülüs üzerine gönderdi. Burada dikkate alınması gereken bir mesele daha var; Kastilya Prensesi I. İsabella’nın Müslüman ve Yahudilere karşı taşıdığı büyük kin. Bu kin, onu lider yaptı ve kan kaybeden Endülüs üzerine acımasızca yürüdü.
Endülüs ummadığı bir yara aldı ve çok geçmeden dağıldı. Krallığın yıkılışı dünya tarihinde eşine nadir rastlanan olayların yaşanmasına neden oldu. Yahudi katliamı, Müslümanların katledilmesi ve sürülmesi tarih severlerce az çok bilinen olaylardır. Dönemin İslam sancaktarı Osmanlı İmparatorluğu’nun padişahı II. Bayezid Han’dı. Padişah onca uzaktaki devletlere savaş açamayacağı için Burak ve Kemal Reisleri görevlendirdi. Tecrübeli kaptanlar onca zorluğa göğüs gererek gemiler dolusu Müslüman ve Yahudi vatandaşı Osmanlı topraklarına getirdi. Orada yaşanan vahşet, akıtılan kan I. İsabella’nın büyük kinini bastırmış mıdır bilemem lakin etrafındaki yobazlar, kendilerinden bekleneni yapmışlardır.
Endülüs’ün büyük kenti, bugün ki ismiyle Cordoba, o dönemde Kurtuba olarak yaşıyordu. Kurtuba Camii bugün dahi dünya mimari tarihinde en büyük eserler arasındadır. Orada var olan kütüphane dönemin en büyüğüydü. Ne oldu tahmin edersiniz, yobazlığı ve dalkavukluğu tavan yapmış yöneticiler sahneye çıktı ve Kurtuba kütüphanesinde ne kadar kitap varsa yaktılar. Din adamları kendi egemenliklerini sürdürebilmek için kitap okumayı yasaklamış ve toplumu karanlığa mahkûm etmişlerdir.
Anlatılanlara göre meydana toplanan yığınlar halindeki kitaplardan yükselen kara dumanlar Kurtuba semalarında simsiyah bir bulut oluşturmuş. O bulut birilerini mutlu ederken dünyaya ışık olabilecek binlerce bilimsel veri yok olup gitmiştir.
II. Fernando ve I. İsabella, mutlu olmuşlar mıdır bilmiyorum. Lakin dünya bu evlilikten sonra kan, vahşet ve kütüphane yakma geleneğini öğrenmiştir. Bu nedenle ben bu evliliğe “Düğün değil Kan İttifakı,” ismini veriyorum.
Bu mesele aklıma, hiçbir zaman adil olmayan batının gerçek yüzünü hep hatırlamamız gerektiğini hatırlatıyor. Aynı zamanda, bir devleti ayakta tutan sütunlardan birisi yöneticilerin durumu ise diğer sütun bilim, sanat, kültür ve gelişimdir. Platon’a göre devleti oluşturan temel dinamikler; eşitlik, adalet, emniyet, toprak ve toplumdur. O, dâhi bilim insanına katılmakla birlikte modern dönemde bu dinamiklere eklemeler yapmak lüzumu doğmuştur. İşte az evvel bahsettiğim yöneticilerin durumu ve devletlerin bilimsel, toplumsal, kültür ve sanatsal gelişimlerini bu sütunlara eklemek gerekmektedir.
Sözlerime nokta koymadan önce “Kemal Tahir” üstadın bir eserinde bahsettiği şu cümleyle olayı özetlemek istiyorum. “Kurtlukta düşeni yemek kanundur!” Bu mantık yaşamış, yaşayan ve yaşayacak olan tüm devletler için geçerlidir. Endülüs’ü yıkmayı bekleyenler aynı bekleyişi Osmanlı için yapmışlardır. İnanıyorum ki bugünde ülkemiz için aynı bekleyiş söz konusudur. Bizler kıymetini bilemesek de Anadolu toprakları dünyanın en güzel coğrafyasıdır çünkü. Bu nedenle Rabbim, devletimize zeval vermesin diyor ve okurlarıma esenlikler diliyorum.