Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) bünyesinde çeşitli projeler sürdüren Dr. Şebnem Şahin, “İklim değişikliği geleceğin değil bugünün sorunu” dedi.
Yaklaşık 40 ülkede görev yapan ve iklim değişikliğine uyum konusunda raporlar hazırlayan Şahin, “Her ülkede duyduğum ve gözlemlediğim sorunlar, farklı boyutlarda olsa bile, bir birine çok benziyor. Doğal afetler, sel, orman yangınları, kuraklık ve sıcak hava dalgaları artık çok daha sık ve şiddetli bir şekilde hayatimizi etkiliyor.
Yani iklim değişikliği, artık gelecek nesillerin değil, bugünün sorunu haline geldi. Bu nedenle birçok ülke artık iklim değişikliği konusunda harekete geçerek acil eylem planları üzerinde çalışıyor” dedi.
‘YER ALTI SU KAYNAKLARININ EN AZ ÜÇTE BİRİ TEHLİKEDE’
İklim değişikliğinin gelişmiş ülkelerdeki su kullanılabilirlik oranını daha fazla etkileyeceğini ve su talebinin bu ülkelerde de daha hızlı artacağını da belirten Şahin şunları söyledi: “Dünyada yağış miktarı azalıyor.
Ve yeraltı su kaynakları bu azalmayı dengeleyecek miktarda değil çünkü yer altı su kaynaklarının en az üçte biri tehlikede. Baraj inşası da çözüm değil çünkü alüvyon, yüzey akışı ve gelişmekte olan ülkelerdeki potansiyel baraj alanlarının hâlihazırda tespit edilmiş olması bu seçeneği sınırlıyor.” dedi.
‘2050’DE DÜNYA NÜFUSUNUN YARISI SU KRİZİ İLE KARŞI KARŞIYA KALACAK’
Şahin, sürdürülebilirlik kriterlerine dikkat edilmezse, dünyanın hem arz hem de talep konusunda kriz yasayacağını belirtti. Şahin, “Birleşmiş Milletler’in (BM) uyarısı, göl, nehir, baraj ve diğer bütün doğal ve benzeri su kaynakları üzerindeki baskının azaltılmaması halinde kuraklığın uygarlığı tehdit edecek en büyük sorunlardan biri olacağını yönünde.
BM’ye göre, 2050 yılında 5 milyar insan yani dünya nüfusunun yüzde ellisinin su krizi ile karşı karşıya kalacak” diye konuştu.
‘37 ÜLKE SU KITLIĞI İLE KARŞI KARŞIYA’
Şahin aynı zamanda şunları söyledi : “Dünya Kaynakları Enstitüsü’nün raporuna göre dünyada 37 ülke son derece tehlikeli düzeyde bir su kıtlığı ile karşı karşıya ve bu ülkeler her yıl su kaynaklarının yüzde 80’inden fazlasını kullanıyor.
Bu da tarıma, evlere ve sanayiye ayrılan yüzde seksenden fazla suyun her yıl çekildiğini soyluyor ve is faaliyetlerinin, çiftliklerin ve toplumların bundan zarar görebileceğine işaret ediyor” dedi.
‘KURAKLIK GÜNLÜK HAYATIMIZIN OLAĞAN BİR PARÇASI HALİNE GELECEK’
Kuraklığın dünyadaki geleceğine de değinen Şahin, ülkelerde bilincin artması gerektiğini ifade ederek şunları söyledi: “Kuraklık günlük hayatımızın olağan bir parçası haline gelecektir. Türkiye’nin ve diğer devletlerin su ihtiyacını planlaması, hidroelektrik enerji ihtiyacını sürdürülebilir alternatiflere dayandırması ve tarımsal su kullanım yöntemlerini kuraklığın gereklerine uygun hale getirmesi bir zorunluluktur.
En son yayımlanan, BM Dünya Su Geliştirme Raporuna göre, özellikle tarım sektöründe pozitif değişiklikler mümkün fakat bu değişiklikler ancak ve ancak doğa temelli çözümlerle ve toprağa ve ağaca demir ve betondan daha fazla itimat ederek olacak.” ifadesini kullandı.
‘GÜNLÜK TEDBİRLERE DEĞİL UZUN VADEDE UYGULAYACAĞIMIZ STRATEJİLERE İHTİYACIMIZ VAR’
Diğer doğal kaynaklarda olduğu gibi yeraltı ve yer ustu su kaynaklarının bilinçli kullanılması, doğal afetlere direnci arttırmak ve iklim değişikliği ile mücadele konularına toplumun her ferdinin katkısının sağlanması gerektiğine dikkat çeken Şahin şunları belirtti: “Daha önce de bahsettiğimiz gibi, uzun vadeli kuraklık problemleri masaya yatırılmalı ve günlük tedbirler değil, orta ve uzun vadede uygulayacağımız stratejiler hazırlanmalı.
Bu tip çalışmalar için kapsamlı veri tabanları ve modelleme çalışmaları şart. Pozitif ve sosyal bilim adamları, şehir planlamacıları, tarım mühendisleri ve ekonomistleri, enerji uzmanları, belediyeciler, diğer karar vericiler ve diğer toplum örgütlerinin düzenli olarak bir araya geldiği platformlar şart.” dedi.
Aynı zamanda, “BM uluslararası iklim zirvesi her yıl düzenli olarak yapılıyor, ancak su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı küresel olduğu kadar bölgesel ve yerel bir sorun” diyen Şahin, Avrupa ve Kolombiya gibi bazı Latin Amerika ülkelerinde bu konuda sistematik çalışmalar yapılsa da, dünyanın diğer bölgeleri bu konuya ayni hassasiyetin gösterilmediğini belirtti.