Her zaman içimizden geldiği gibi yaşayamıyoruz. Duygularımızı bazen istemesek de frenlemek zorunda kalıyoruz.
Hepimiz en az bir kere bu durumu yaşamışızdır. Düşüncelerimizi tarafsızca söylemeyebilmeye çekindiğimiz zamanlar olmuştur. Neden o an düşündüklerimizi, hissettiklerimizi söylemekten alıkoyuyoruz kendimizi? Neden o an da olduğumuz gibi kalmaktan çok, anın getirdiği düşünceler silsilesi içinde kaybediyoruz kendimizi? Çünkü çoğu zaman yaşayacaklarımızı düşününce, içimizden geçenlerin önümüzde bir engel olup ayağımıza takılacağını hissederiz. Böylece içimizden geçenlerin, içimizde daha değerli olduğu sonucuna varırız. Aslında bunu düşündüren de çoğu zaman karşımızdaki kişinin ya da kişilerin o an ki tutumundan kaynaklanıyor.
Gerçekten bizi anlayabileceğini, yargılamadan hislerimize kulak vereceğini hissedebilseydik düşüncelerimiz içerisinde doğru kelimeleri aramaktan çok, anı yaşamayı şüphesiz tercih ederdik. Başkasına göre hareket etmek zorunda olmadığımızın bilincinde olsak bile, her zaman her şeyi her yerde söyleyemiyoruz. Her zaman içimizden geldiği gibi davranamıyoruz.
Hatta bazen kişiye göre hareket etmenin daha doğru olduğu sonucuna da varabiliyoruz. Çünkü kendi yanlışının bile farkında olmayan bir insanın, senin düşüncelerinin doğruluğunu tartışması imkansız değil mi? Böyle bir insandan anlayış beklemek kişiliğimize büyük bir haksızlık olmaz mıydı?
Peki ne yapmalı? Böyle zamanlarda nasıl bir tutum sergilemeliyiz?
Aslında çözüm pekte zor değil. Karşımızdaki insan, samimiyetine inandığımız ve bizi her halimizle anlayabilen biri ise kendi düşüncelerimizi sorgulamak yerine içimizden geldiği gibi davranarak anı yaşamak en doğrusu. Ancak bizi yeterince tanımamış bir insanın farklı düşünebilmesi olası bir ihtimal olduğu için o an ki düşüncelerimizi, süzgecimizden geçirip ona göre hareket etmek daha doğru olacaktır. Doğru davranabilmek adına bu şekilde hareket etmek hem yanlış anlaşılmanın önüne geçecek hem de karşımızdaki insana daha anlayışlı bir tutum içerisinde olduğumuz hissini verecektir.