İlk olarak devletin varlığını, insanların tarımla uğraşmaya başladığı neolitik dönemde görürüz. Devletin ortaya çıkışı…
Spesifik olarak baktığımızda ilk olarak Mezopotamya’da Nil Nehri kıyılarında tarımın başlaması ile göçebe hayat terk edilmiştir. Bunun ardını izleyen süreçte de devletin varlığını yavaş yavaş hissediyoruz. Devletin varlığı herkes tarafından kabul görse de düşünürler, devletin var olmasının altında yatan asıl sebebi aramaya başlamışlardır. Bu yazımda, devletin ortaya çıkışının altında yatan sebepleri analiz eden üç düşünürden bahsedeceğim. Bunlar: Thomas Hobbes, John Locke ve Jean Jacques Rousseau.
Thomas Hobbes’a göre, insan, her zaman hazza yönelen, zararlı olan şeyden kaçan bencil bir yaratıktır. Hobbes’a göre insan hayatı yalnız, yoksul, çirkin vahşi ve kısadır. İnsanların böyle bir doğaya sahip olmaları birbirlerine karşı güvensizliği oluşturmaktadır. Böyle bir ortamda insanların birbirine saygı göstermelerini beklemek tamamen boşunadır. Saygı yerine insanlar birbirleri üzerinde egemenlik kurmak isteyecektir. Böyle bir ortam da karşımıza çatışma ve savaş çıkmaktadır. Hobbes’a göre, bu savaş ortamının bitmesini isteyen insanlar kendi aralarında sözleşme yapmışlardır. İnsanlar kendi haklarını devredecekleri bir kurum yani devleti kurmuşlardır.
Jean Jacques Rousseau‘ya göre, doğa durumunda her insan eşittir. Rousseau, bu eşitliğin özel mülkiyet ile bozulduğunu düşünmektedir. Özel mülkiyet insanlar arasında eşitsizliği bozmakla kalmamış, savaş ve çatışmayı da beraberinde getirmiştir. Rousseau’ya göre, bu savaşın başlamaması için insanlar sözleşmeye imza atmalıdır. Rousseau, “Toplum Sözleşmesi” adı ile kaleme aldığı kitabında bir toplumun nasıl bir düzen içinde yaşaması gerektiğini anlatmaktadır.
John Locke, Hobbes gibi insan doğasının kötü olduğunu düşünmez. Locke için insan zihni, boş levhadır (Tabula rasa). İlişkiler, deneyimler sonucu zihnimizi doldurmaya başlarız. Locke’a göre, doğa durumunda insanlar eşit ve özgürdür. Böyle bir eşitlik ortamında insanlar kendi adaletlerini kendileri sağlayabilecek yetkiye sahiptirler. Bir saldırganı, saldırıya uğrayan kişi cezalandırabilir. Fakat kişinin hem mağdur hem yargıç olması ortaya çeşitli adaletsizlikler çıkarabilir. Suçlu, alması gerekenden daha fazla ceza almak durumunda kalabilir. Adaletsizliğin olmadığı yerde de karşımıza tekrar bir çatışma çıkmaktadır. İnsanların çatışmadan kaçıp toplum olabilmelerinin tek yolu, kendi aralarında sözleşme yapmalarıdır.
Burada gördüğümüz üç düşünür de devletin varlığını açıklamak için doğa durumunu tercih etmiştir. İnsan doğasının bir şekilde ortaya çatışma çıkardığını ve bu çatışmayı kontrol edecek mekanizmanın da devlet olduğu vurgulanmaktadır. İnsan doğasıyla devletin iç içe geçtiği bu yazının sonucunda, devleti, insan doğasının bir parçası olarak resmedebilir miyiz?