Dansta özgürlük özgünlük aksında muhtemel izlenimsel çağrışım…Pina Bausch-Özhan Araz’a atfen…
Çocukluğumdaki ilkokul yılları kısa ve kesikli aralıklarla süren bale deneyimimi saymazsak Türkiye ve Dünyanın çeşitli ülkelerinde sergi ve teatral performansların yanıısra doğaçlama dans mim ve yaratıcı dışavurum çalışma ve performanslarımın MIM CHI DANCE IMPROVISED DRAMA’nın temeli Üniversite yıllarında aldığım hocam Assoc.Prof.Zeynep Günsur ile başlayan Modern Dans eğitimlerinin ve 2000 li yıllardan beri takip ettiğim Pina Bausch’ın özgünlüğünün verdiği ilhamlara dayanır. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bu başlangıç noktası aynı zamanda Türkiye’de modern dansın 70 li yılların sonlarından itibaren açan Geyvan McMillen ismini ilk duyduğum zamanlardı.
Günsur’un , daha sonra pek çok sanat projesinde birlikte çalıştığım Avignon Festivali Off ve Dublin’de James Joyce Tiyatro Festivali kapsamında Ego-kuantum adlı müzikal oyunu sahneleyen. Fransa’da lirik sanatçı statüsü alan ve Fransız vatandaşlığına kabul edilen, Saraydan kız kaçırma, Sihirli flüt, Kahire Karavanı gibi operalarda baş rol oynayan ve . 2014 Avignon festivalinde Türk Klasik Müziği konserlerini gerçekleştireni. Paris Ile St Louis tiyatrosunda Fransız melodileri ve Alman liedlerini yorumlayan ve . Mademoiselle George müzikli tiyatro oyununda Napoleon’u seslendiren Paris orkestrasının korosundan bir lirik tenör Tango repertuvarı konusunda da Paris’te bilhassa Carlos Gardel repertuvar yorumları açısından da ön plana çıkan Türk asıllı Fransız tenor, çocukluk arkadaşım Ahmet Rıfat Ortacdag ile birlikte projeler yaptığını ise seneler sonra öğrenmiştim
Dünya Gezileri sırasında 5 kıtada düzenlediğim teatral performans doğaçlama MIM CHI dans drama etkinliklerinin ilk destekçileri Avrupa Ülkelerindeki yüzleri pudralı mim sanatçıları oldu. Yeni Zelanda Rotarua’da Maori kabilesi ve Kenya Masai Kabilesi ise doğaçlama drama çalışmalarım sırasında tam bir takım ruhu ile dansı dramayı tabir yerindeyse aynı zamanda “ruhumdaki dansı” kucakladıklarında dünyalar benim olmuştu.
Doğaçlama performans çalışmalarımın sonuncusu Türkiye’yi temsilen gittiğim akademik sunumla birlikte tango şiir ve dans performanslarıyla Çin’de Guangzhou’da gerçekleşmiş ve Çin TV’lerinden naklen yayınlanmıştı.
Pandemi dönemi evde izolasyon zamanları mesaj içerikli absurd tiplemeler üzerinden kaçkın, grotesk dışavurumların yanı sıra sıradan hibrit performans çalışmalarıma MIM CHI DANCE rock belly tango ismi ile iddiasız bir yeni branş/modül daha ekleyerek salgının can sıkıcı olumsuz etkilerinden uzak kalmak ise hayli keyifli bir süreç olmuştu benim açımdan .Zira izolasyon dönemlerinde her zamankinden daha da çok ihtiyacımız olan şey kan dolaşımı idi. Bu noktada dans ve hareket sosyolojiden antropolojiye dilbilimden sinemaya pek çok disiplin dahil tüm sanat dalları ile işbirlikteliği kaçınılmaz olan estetik/eklektik ritmik ve en önemlisi hatta güçlü yanı eleştirel dili güçlü bir dışavurum ve eylem idi.
Kendi yolum üzerindeki hareket, beden sınırları, nefes, ses, tüm bu çalışmalar dans tiyatrosuna yatkın ve özgün, sıra dışı unsurları barındırsa da köklü ve uzun süre eğitimlerle emek vererek sürmediği için bir yanı daima eksik çalışmalar oldu benim açımdan. Kuramsal açıdan araştırmaların neticesinde farkındalık artsa da yarı zamanlı sanatçı olmak daima tamamlanmamışlık hissini güçlü tutuyor. Tam zamanlı özgün sanatçı olmak ve sanatı içselleştirmek ise adanmışlık ,sebat, sabır ve emek gerektiriyor. Bu yazımı böyle bir saikle ve geçmişe dair aktarımlarda -di’li geçmiş zamanla ve öğrenilen geçmiş zamanın hikâyesi olan -miş’li geçmiş zamanı birlikte örerek ve hareket ve dansa ilişkin her nevi sanatı tam zamanlı olarak hayatının içine taşıyıp içselleştirmiş olan kişilere saygıyla kaleme almaktayım.
https://www.youtube.com/watch?v=kDGMtsuiCo4 –Cigdem YORGANCIOGLU GUANGZHOU CHINA PERFORMANCE CHINA -TV –Çin Halk Cumhuriyeti
Çiğdem YORGANCIOĞLU BELLY TANGO style –Pandemi İzolasyon Dönemi arayışlar
Üniversite yıllarımın her Cuma akşamı 19:00 da ya da Cumartesi günleri Saat 11:00 de bir rutini oldu. Hala Kültür Sanat Program broşürlerini sakladığım Kamelyalı Kadın’dan Carmen’e klasik müzik konserleri, opera bale, pek çok kültür etkinliğini izlediğim AKM Büyük Salonu.
Temelleri, İstanbul Valisi Lütfi Kırdar zamanında, 1946’da atılan Büyük salon ve bina doğumumdan bir sene sonra 1969 senesinde “İstanbul Kültür Sarayı” olarak açılmış esasında. 1978 senesinde İlkokul dördüncü sınıfa geldiğimde ismi “Atatürk Kültür Merkezi” olarak 70 Senesimdeki Arthur Miller’ın Cadı Kazanı adlı oyunu esnasında çıkan yangın sonrası geçirdiği onarım ve tadilatın arkasından 8 yıl sonra yeniden açılmıştı.
İstanbul Devlet Tiyatrosu, Opera ve Balesi ve Devlet Senfoni Orkestrasının daimî sahnesi olarak hizmet vermeye başladığı o yılların ardından ,Dünya milenyuma girmeden hemen öncesinde İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Atatürk Kültür Merkezini “1. Derece Kentsel SİT Alanı”nın parçası, “1. Grup Tescilli Kültür Varlığı” olarak onayladı.. yorgun ve yıpranan binanın önce yenileştirme projesi kapsamında tadilatı gündeme gelmiş olsa da aşırı yıpranmış olduğunun tespitine binaen yıkımına karar verilmişti.
30 Mayıs 2018 yılı Mayıs sonunda yıkılan AKM binasının yerine yapılan yeni Atatürk Kültür Merkezi’nin yapım çalışmaları tamamlandı ve yeni bina 2040 kişilik Opera Salonu, 802 kişilik Tiyatro Salonu, Galeri, Çok Amaçlı Salonu, Çocuk Sanat Merkezi, Müzik Platformu, Müzik Kayıt Stüdyosu, bir bilgi merkezi olarak kurgulanan ve müzik, sanat, mimarlık, tasarım gibi ihtisas başlıklarına odaklanan bir Kütüphane, AKM Yeşilçam Sineması ve Tasarım Dükkânı’nı da içeren birimleriyle Cumhuriyetin 98. Yılı olan 29 Ekim 2021 tarihinde geçtiğimiz ay ” Mimar Sinan’ın yaşamından kesitlerin anlatıldığı Sinan Operası”nın prömiyeri ile kapılarını izleyici ve ziyaretçilere açtı. Türkiye’nin kültür-sanat projesi olarak hizmete giren Bir döneme damgasını basan Gezi Parkı olayları sırasında da kendisinden çok söz ettiren Atatürk Kültür Merkezi bir zamanlar kimlere kimlere ev sahipliği yaptı diye tekrar gerilere gidelim.
Henüz daha ekonomik ömrünü tamamladığı meselesi gelmeden iki sene öncesinde AKM Büyük Salon 29-31 Mayıs, 1-2 Haziran 2003 tarihlerinde İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı/Tanztheater Wuppertal Pina Bausch ortak yapımı ve Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin İstanbul üzerine gerçekleştirdiği özel projesi Nefes’e ev sahipliği yaptı.O sene şu anda yaşadığımız küresel pandemi Covid 19 koronavirüsün ağ babası olan SARS’ın gündemde olduğu zamanlardı.
Omurgalı hayvanlardan insanlara geçen zoonotik virüsler o zamanlar da gündemin sıcak konuları olmakla birlikte ciddiyetini uzun süre muhafaza etmeyi gerektirecek kadar olumsuz şartlar kalıcı olmamıştı. Dünya gezilerimin en uzun uçuşlu rotası olan Yeni Zelanda dönüşü uçakta bir SARS paniği yaşanmaktaydı ve nefes almakta zorluk çeken bir yolcu epey konuşulmuştu Singapur –İstanbul hattı boyunca. Pina “Nefes Projesi”nin AKM’de gerçekleştiği günler G\SARS virüsü nedeniyle tüm dünyanın gözleri yine Çin’e çevrilmişti ve performanstan 1 ay öncesinden İstanbul’a gelen İstanbul Başkonsolosu Yu Hongyang,”Konsolosluğa ilaç bile getirenler var” diyerek SARS’lı değil şanslıyım sözleri gazetelerin ilgili sütunlarına düşmekteydi.
Tarihler 29-30-31 Mayıs ve 1 Haziran’ı gösteriyordu. Bu tarihlerinde, AKM Büyük Salon’da yer alan Pina Bausch İstanbul Projesi için İstanbullu seyircilerin büyük beğenisi üzerine 2 Haziran tarihinde bir ek gösteri daha gerçekleştirildi. “Dans Tiyatrosu” kavramını modern dans literatürüne yerleştiren ve bu alanda bir ekol yaratan Tanztheater Wuppertal – Pina Bausch İstanbul’daki gösterilerini izleyen 6000’in üzerindeki sanatseverin hatıralarında iz bırakacak anlar yaşattı.Pina konuşmasında İstanbul için ise şunları söylüyordu. “şu anda İstanbul’u size anlatabilmek için şair olmam gerekiyor. Doğru kelimeleri seçemiyorum. Kimi zamanlar çok yüksek enerji, bazen mutluluk, bazen de hüzün hissettim bu şehirde. Bu kentte yaşadığınız için oldukça şanslısınız.”.
Projesi için İstanbul’u neden seçtiğine dair Bausch’un açıklaması ise şöyle idi “Çünkü şayet bir mekâna âşık olduysanız daha fazla seçeneğiniz kalmaz. Kanaatimce İstanbul hayli zor bir ‘vaka’. Zira herkes benim neler yapacağımı olması gerekenden fazla merak etmekte. Bundan dolayı sanırım, şimdilerde küçük bir fare olmak ve bir delikte, tüm suallerden, insanların merakından saklanmak istiyorum! Eminim, bu şehrin taşıdığı binlerce zenginliğin çok az bir parçasını yansıtabileceğim.”
Almanya merkezli Tanztheater Wuppertal – Pina Bausch ilk defa 1998 yılında Hong Kong için tasarlanan “Fentzerputzer” -Cam Temizleyicisi ile 10.uncu Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin ve daha sonra 2000 yılında bu kez de Lizbon üzerine kurduğu Masurca Fogo ile 12. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin (Günümüzde 25.incisi düzenlenen ve önümüzdeki 25 Kasım tarihinde sona erecek olan Festival) konuğu olmuş ve AKM’de İstanbullu sanatseverleri büyülemişti. Yunanistan’dan Edafos Dance Theatre ‘in de katıldığı Festivalde o yıl (Haziran 2000) Kenan Işık, Kerem Kurdoğlu, Murathan Mungan, Genco Erkal ve yakın zamanda yitirdiğimiz değerli sanatçı ve Orta Oyuncular Tiyatrosu’nun kurucusu Ferhan Şensoy (Fişne Pahçesu) ile ve yine 2 sene önce aramızdan ayrılan değerli Devlet Sanatçısı ve UNICEF Türkiye İyi Niyet Elçisi Yıldız Kenter(Hep Aşk Vardı) gibi isimler de yer almıştı.
Yapımcılığını İstanbul Tiyatro Festivali’nin üstlendiği 2004 tarihli “Pina Bausch’la Bir Nefes” belgeseli, ünlü Alman dansçı ve koreograf Pina Bausch’un 11. ölüm yıldönümünde 2020 senesinde dijital erişime açıldı. Yönetmen koltuğunda Hüseyin Karabey’in olduğu “Pina Bausch’la Bir Nefes”, İstanbul Tiyatro Festivali’nin 2003’te İKSV –( Istanbul Foundation for Culture and Arts İstanbul Kültür Sanat Vakfı ile Tanztheater Wuppertal – Pina Bausch ortak yapımıyla gerçekleştirdiği ve İstanbul’dan esinlenen Nefés adlı 2003’te AKM’de sergilenmiş gösterinin sahne arkası ve hazırlık süreci, yaratım ve prova sürecini belgeliyor.
Daha evvel kimseye verilmeyen özel bir izinle gösterinin provalarını takip etme şansını yakalayan yönetmen Hüseyin Karabey, Pina Bausch’un bu yaratım sürecini, ekibi yönetişini ve koreografinin özünü oluşturan doğaçlama sürecini belgelemişti. Belgesel, daha önce 2005 yılında 24. İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti.
1940 yılı Temmuz ayının sonlarında (gününü merak edin yazının sonunda gelecek) Almanya’nın Solingen kentinde doğan Philippine Bausch’un yani Pina’nın hayatı, babasının işlettiği kafede geçiyordu ve kafeye gelen müşterileri ve onların duygularını ve mekandaki objeler ile olan etkileşimlerini gözlemek için hayli olanağı buluyordu. II. Dünya Savaşı’nın etrafındaki insanlar üzerindeki korku kaygı endişe güvensizlik, hüzün üzüntü çaresizlik ümitsizlik etkisine tanık oldu. Bu keskin gözlemlerle yüzleşme anıları daha sonra Bausch’un başyapıtı Café Müller olarak hayat bulacaktı.
Klasik ve modern dansı sentezleyen Alman dışavurumcu dans hareketinde lider olan eğitmen ve koreograf Kurt Jooss’dan 1955 senesinde almaya başladığı 5 yıl süren dans eğitimi ve Joss’un kendisini solo dansçı olarak Folkwang Ballett Company’e kabul etmesi Pina’ya yaratıcı anlatım tekniğini de kazandırarak klasik bir temel oluştururken dansta keşfedilecek özgürlük duygusunu da beraberinde getiriyordu. Bu süre zarfında en mühim olgu, okulda öğretilen opera, müzik, drama ve diğer sanatlara yakınlıktı.
1973’te Tanztheater Wuppertal’a yönetmen ve koreograf olarak dönmeden önce, Antony Tudor ve Martha Graham Dans Topluluğunun dansçılarıyla çalışmış ve New York’taki Julliard Okulu’nda eğitim bursu kazanmış. Paul Sanasardo Donya Feuer Dance Company ve New American Ballet topluluklarında dans etmiş 1962’den sonra ise hocası Kurt Jooss sayesinde solo dansçı olarak sahnelerde dikkat çekmeye başlamış. Doğduğum 1968 senesinde ilk koreografisini yapmış ve 1969 yılında da Folkwang Ballett Company’nin ikinci sanat yönetmeni olmuş.Ardından ismi ileri tarihlerde Tanztheater Wuppertal Pina Bausch olarak adlandırılacak olan Wuppertal Opera Ballet’nin sanat yönetmenliğine başlamış.
Gerçeküstü kısa diyalog ve tekrarlardan oluşan çalışmalarında mizah ve hüznü birlikte titreştiren, değişimi ve sınırları aşmayı savunan Pina dünyanın geri dönülemez bir şekilde değiştiğini hissetti ve dansın dilini geleneksel sınırlardan kurtarmak için yeniden icat etmeye karar verdi. Pina Bausch, dansı, tiyatroyu ve Alman dışavurumculuğunu bir araya getirdi. Bunlara ham duygusallık, katı hareket, dünyevi pathos ve mizahın bir karışımı denebilir. Bausch’un ölümünden iki sene sonra 2011 de Berlin Film Festivalinde premiyeri yapılan 3 boyutlu olarak tasarlanan -sterografi 3D sinematografi- Pina belgesel filminin yönetmeni Wenders’ın dediği gibi ‘sizi şok etmek için orada.’ “Tanztheater”.Hayattayken, Pina bu film çalışmasında Wenders ile birlikte çalıştı.
Bu, Bausch’un 1970’lerin başında Wuppertal’da çalışmaya başladığında yeniden icat ettiği ve İngilizce karşılığı olmayan bir sanat biçimi. Fransızlar buna güzel bir şekilde théâtre dansé deseler de Almanca birleşik ismiyle varlık buluyor. Alışılmış şekilde sadece danstan zevk almayı bekleyen biri, başlangıçta, konuşmalar, şarkılar, yeme-içme, yanan gazeteler, doldurulmuş hayvanlar, kıyafetlerle ilgili meşakkatler,, yüksek sesle kavgalarla sahne “gerçekçiliği” geleneklerine açıkça saygısızlık olarak gördüğü her nevi olguyu hayretle ve yadırgayarak karşılarken Bausch’un özgün ve tuhaf hayal gücü bu şekilde bir sanata şüphe ile bakanlara daha sonra yazımın ileri kısımlarında da değineceğim gibi galip gelmiştir.
Kadın-erkek etkileşimi bakımından Bausch’un, Yönetmen Pedro Almodóvar‘ın En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar kazanan ve Altın Küre’de En İyi Yabancı Dilde Film ödülüne layık görülen İspanyol yapımı 2002 yapımı Talk to Her (Konuş Onunla – Hable con ella) isimli filmine de ilham kaynağı olan çalışmalarının tamamında hüzün ve mizah içiçe izlenen bir temadır. Hatırlarsak film altın rengi, üzeri somon güllerle bezeli püsküllü saçaklı perde, Pina Bausch’un Café Müller adlı izletisini sergilemek üzere derin bir iç çekilmesi duygusu verir şekilde açılır. İki görmeyen kadının ve bir adamın sahnede sandalyelerin arasında dans etmesi ve adamın sandalyelerin kadınların önlerinden çekmesi ilk plana giren görüntüler arasındadır.
Filmin yönetmeni ve aynı zamanda senarisit olan Almadovar, “Konuş Onunla’yı yazmayı bitirip tekrar Pina’nın yüzüne, gözleri kapalı ve dayanıksız bir terlik giymiş, kolları ve elleri uzatılmış, engellerle (ahşap masalar ve sandalyeler) çevrili olduğuna baktığımda, hiç şüphem yoktu. hikayemin kahramanlarının içinde yaşadığı belirsizliği en iyi temsil eden görüntüydü Görünürdeki edilgenliklerine rağmen, sanki dimdik, gözleri fal taşı gibi açık şekilde erkeklerde hep aynı teselliyi, aynı gerilimi, tutkuyu, kıskançlığı, arzuyu ve hayal kırıklığını kışkırtan komada iki kadın” diyordu bir zamanlar röportajında.
Pina, çalışmaları aracılığıyla izleyicileri gündelik hayatın teutonik ‘Sturm und Drang’ (fırtına ve stres) ile karşı karşıya getirmek istedi. Aynı zamanda Alman Die Welt’in de sanat eleştirmeni olan Alman eleştirmen Manual Brug, O’nun felsefesini “ruhun yorumlanması ve cinsiyetlerin savaşı” olarak açıklıyor. Bu felsefeyi filminde göstermek için Wenders, 40 çalışmasından dördünden alıntılar seçti – Café Müller (1978), Rite of Spring (1975), Kontaktof (1978) ve Vollmond (2006), Pina’nın içinde kendi yaşamı için savaşan ham bir insanlığı ortaya çıkardığı. hayatta kalma, dans eden vücudun duygusallığını vurgular. Parçalar kırılgan ve dolu insan ilişkilerini keşfederken, kayıtsız bir dünyaya düşme ve çarpma temalarıyla sembolize edilen, dünyayla kaçınılmaz bağlantımızla tezat oluşturan beklenmedik güzellik anları yaşıyoruz.
Pina, dansçılarından, vizyon ve fikirlerine, ister dans, ister şarkı, ister mim, sözlü sözler veya başka yollarla olsun, açık ve özgün bir yanıt talep etti. Dans tekniği ve genç bedenler bu devrim niteliğindeki dans dili için ön koşul değildi. Pina’nın dediği gibi, “Dansçılarımın nasıl hareket ettiğiyle değil, dansçılarımı neyin hareket ettirdiğiyle ilgilenirim.”
Bausch, üzerimizde süzülmeye çalışan gülümseyen ruhani balerini ortadan kaldırarak, onun yerine radikal interaktif tiyatro, gerçeküstü imgeler ve “danslı beden dili”nin bir karışımını koyarak dansı temelden değiştirdi. Günümüzün çağdaş dansında Bausch’un etkisi, hamiliğinde, göreli özgürlüğünde ve bir iç dünyayı ortaya çıkarmak için çeşitli formları keşfetme istekliliğinde görülmektedir. Etkisi aynı zamanda koreografların dansçılarıyla çalışma biçiminde de görülüyor – koreografın doğaçlama “görevleri” aracılığıyla dansçının ruhunun sürece girmesine izin verdiği çift yönlü bir süreç kısaca.
Ekseriya 1930’ların gece kıyafetlerini giyen dansçılar sahneye çıkıyor, basit, genellikle sıradan hikayeler anlatıyor, çocuksu oyunlara ve abartılı flört ritüellerine katılıyorlar, kendilerini yere atıyorlar, çığlık atıyorlar, bağırıyorlar, kıkırdıyorlar, hırlıyorlar ve ağlıyorlar. Erkekler, orantısız bir süreyi sürükleyerek geçirirken, dişiler, kadın cinselliğinin grotesk, abartılı karikatürlerini performe etme eğiliminde. Eşlik eden müzik, Alman halk şarkılarından Stravinsky’ye, Portekiz müziğinden K.D.Lang’a oradan PJ Harvey’e kadar o kadar çok çeşitli ki .Doğaçlama kaostan yüzeye güzellik fışkırır – Karanfiller’de (1982) dolaşan sakin, yarı çıplak akordeoncu; ya da ilk kez 1979’da sahnelenen Legend Of Chastity’deki dokunaklı sahne, yalnız bir figürün karada yaşamak üzere eğitilmiş ve suya geri döndüğünde neredeyse boğulan bir Japon balığı hikayesini anlattığı sahne. Bausch’un temaları olumlu bir şekilde Avrupa ve Amerikan tiyatrosu üzerinde büyük etkisi olmuş oyun yazarı August Strindberg’cidir: kayıp, yalnızlık, keder, ölüm, ayrılma ve cinsiyetler arasındaki dolambaçlı ilişkiler.
Şu anda benim de MIM CHI Doğaçlama Drama Dans çalışmalarında kullanmakta olduğum tekniğe benzer fakat kendi özgün yöntemiyle “Pina sorular soruyor, Bazen sadece bir kelime ya da bir cümledir. Dansçıların her birinin düşünmek için zamanı vardır, sonra ayağa kalkar ve Pina’ya cevabını gösterir; dans ederek, konuşarak, yalnız, partneriyle, herkesle birlikte, her neyse. Pina bakar. hepsini not alır, düşünür. bir halde.
42 yıl Wuppertaal’e emek veren Avustralyalı dansçı Josephine Ann Endicott şöyle der. “Bausch sorular ve cevaplara dair notlar alır. Bunlar üzerinde açıkça tartışmayı reddediyor ve provalarda hiçbir zaman performansın altında yatan temalarını veya gelecekteki olası yönünü açığa vurmuyor. Dansçıların bile hiçbir fikri yok. İçinde var olan gerçek bir büyük sır gibi – beklemek, kaynamak, patlamak.”
Pina’nın yaptığı performans çalışmalarındaki işin zor ve kafa karıştırıcı doğası göz önüne alındığında, eleştirel tepki her daim coşkulu olmamıştır elbet: New York Times’ın tiyatro eleştirmeni Clive Barnes, “Aptal, boş, aptal, keyfine düşkün, kendini tebrik eden” ifadelerini kullanıyordu onun için. New Yorklu dans eleştirmeni Arlene Croce, eseri “acı pornografisi” ve Bausch’un kendisini “tiyatroları kendine acımasının yansımalarıyla dolduran bir girişimci” olarak anlattı. En şiddetli olumsuz tepki, Bausch ve şirketinin 1973’ten beri dayandığı ve 80’lerin başına kadar Bausch’u avangart bir İsa karşıtı olarak gören Almanya’nın Wuppertal şehrinin vatandaşlarından geldi: Kapıyı çek ve git, “dansçı Meryl Tankard’ı hatırlıyor diyorlardı.
Dansları esnasında portakal atıldığı dahi olmuş. Hatta bir seferinde bir adam sahneye çıkıp dansçıların elindeki bir kova suyu alıp dansçılardan birinin üzerine atmaya çalışmış ama dansçı eğilince su seyirciye gitmiş Bu, nevi olumsuzluklar Wuppertal’a hac ziyaretleri yapmaya başlayan, aralarında hevesli Bausch destekçileri olan Susan Sontag, Robert Wilson, Peter Brook, Robert Lepage gibi ünlüler tarafından sonrasında fazlasıyla telafi edilmiş . Arkadaşı, Amerikalı koreograf Paul Sanasardo, şöyle diyor. “Pina’nın başarısı çok büyük” diyor, “ve hepsini Wuppertal’da yapmayı başarması inanılmaz. Demek istediğim, Wuppertal’ı Pina’dan önce kim duymuş, küçük bir sanayi şehri dışında. Bunu Londra veya New York’un geleneksel metropol merkezlerinden uzaklaştırdığına inanmak zor.”
Daha da ilginci, tüm bunların en azından görünüşte utangaç ve suskun bir kadın tarafından başarılmış olması. Her zaman koyu tonlarda giyinen, daima sigarasını tüttüren veya bir fincan kahve içen Bausch, alçak, duraksayan, nazik bir sesle konuşuyor. Pina Bausch’un Wuppertal’deki ilk döneminden, efsanevi dansçılardan biri; 1978-1984 yılları arasında “Café Müller”den “kontakthof”a, “bandeneon”dan “1980”e bir çok Bausch klasiğine katkıda bulunmuş,
“E la Nave va”, Türkçe ismi ile Ve Gemi Gidiyor isimli Federico Fellininin 1983 yapımı ünlü bir soprano’nun vasiyeti üzerine yakılarak küllerinin bir adaya gemi ile götürülmesini konu edinen teatral anlatımların da kullanıldığı filminde de oynamıştır Pina.
1988 yılına kadar da konuk dansçı olarak topluluğa destek vermiş olan Meryl Tankard şöyle hatırlıyor: “Wuppertal’a ilk geldiğimde kesinlikle Almanca konuşmadım, ama tekrar tekrar söylediği bir kelime olduğunu fark ettim: ‘vielleicht’. Bunun onun sanat ve hayata yaklaşımı için çok şey ifade eden bir kelime olması gerektiğini düşündüm. Bu yüzden diğerlerinden birine ne anlama geldiğini sordum ve ‘vielleicht’in ‘Almanca belki’ sözü olduğunu anladım. Bu kırılgan görünümlü kadın, Wuppertal Tanztheater’ın neredeyse her yönünü kontrol ediyor. Hatta şirket müdürü Matthias Schmiegelt şöyle demekte “Isıtma sisteminin sıcaklığından posterde kullandığımız renklere kadar, onun katılımı olmadan hiçbir karar alınmıyor”
Yeni bir parça yaratma sürecinde, kendisini bir belirsizlik ve kendinden şüphe duymaya kaptırdığını söylüyor yakın çalışma arkadaşları. Onunla birlikte mütevazı bir Wuppertal dairesinde yaşayan ortağı Ronald Kay, “Yaşadığı ıstırap çok büyük” diyor. Tiyatrodan eve bir kül yığını gibi geliyor. Ona uzaktan bakmayı öğrendim. Yardım edebilmemin tek yolu kesinlikle onun dışında olmak.”
20. yüzyılın çığır açan performans figürlerinden biri olan Bausch, modern dansın olanaklarını genişleten, türü diyalog, sahne görüntüleri ve gündelik hayattan kaotik müdahalelere açan bir koreograftı kuşkusuz. Onun etkisi sadece bilinçli olarak onun liderliğini takip eden William Forsythe ve Maguy Marin gibilerde değil, dans dünyasının her köşesinde açıkça teatral unsurların özümsendiği her köşesinde belirgindir: “Temelde yeniden- dansı icat etti, “diyor William Forsythe. “Son 50 yılın en büyük yenilikçilerinden biri. Pina’nın dünyayı bu şekilde incelemesi gerekiyor. O başlı başına bir dans kategorisi. Dans tiyatrosu, onu icat etmeden önce gerçekten yoktu.”
Dans tiyatrosundan bu kadar söz etmişken Hareket ve Dans’ta içsel yolculuğu ön plana taşıma ve bunun taşıyıcları üzerinden Araz’a dair muhtelif çağrışımlara biraz daha yaklaşma zamanı geldi. Sadece bir kaç kısa girizgah cümlesine daha ihtiyacımız var.
Pandemi öncesi 2020 senesi Mart ayı Lütfi Kırdar’da Sağlıklı Yaşam ve Beslenme Fuarında küratörlüğünü yaptığım 4 günlük tango okulları sanatçılar ve akademisyenleri bir araya getiren TTP-Tango Terapi Platformu etkinliğim kapsamında platforma ve CI TANGO TALKS’a katkı ve değer sunan, “Yaşam Senin Dansın” etkinliği ile dansı fuar katılımcılarıyla da buluşturan Koza Dönüşüm ve Özgürleşme Merkezi’nin kurucusu Mistik dans eğitmeni ve aynı zamanda Dans ve hareket terapisi eğitmeni olan değerli Arjantin tango sosyal dansı arkadaşımız Hande Arabacıoğlu’ndan ve yine TANGO TERAPI PLATFORMU’na ve CI TANGO TALKS etkinlik ve söyleşilerine katkı sunan tango dansı dostumuz Uzm. Psk. Dan Ekrem Demirağ “ Tango ve Psikoloji Üzerine Söyleşi.ve Uygulama”sından sonra, atölyesine katıldığım ve dansı özgür bir iç yolculuğa ve dışavuruma taşıyan üçüncü dans performans sanatçısı ve eğitmeniydi benim açımdan master Özhan Araz.
Tayland’da aldığı Mystical Dance TTC ile Türkiye’nin ilk Mistik Dans Eğitmeni olan 2015 yılında Hindistan’da 200 saatlik Mystical Yogini TTC ile Ashtanga Vinyasa Yoga Eğitmenliği, 2019 yılında 300 saatlik Svastha Yoga Terapi eğitimlerini tamamlayan 2015 yılında başladığı Dans ve Hareket Terapisi uygulayıcı eğitimine devam eden halen Koza’da, ve Bodrum’da çeşitli mekanlarda, Dans Terapi uygulamaları, Mistik Dans, Yoga, Öz-Sevgi ve Kendini Rahatlatma yöntemleri üzerine etkinlikler ve inzivalar düzenleyen Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi bölümü mezunu okuldaşım Hande Arabacıoğlu ile ve Ekrem Demirağ ile umarım yakın zamanda bir başka etkinlikte yollarımız yeniden kesişir diyerek Araz’dan bahsetmek istiyorum.
Henüz yeni icat etmeye çalıştığım TANGOLLECT, TANGOLLECTUAL kelimesi tango dünyasına yerleşir mi diye kendime ve tango dünyasındaki dostlara sorduğum günler Ekim ayında hafta sonu kadraja acaba hangi tango aktivitelerim girecek, ne milongalar practilongalar var derken ,kurucusu olduğum TANGO TERAPI PLATFORMU etkinlikleri kapsamında CI TANGO TALKS söyleşilerini ,içinde bulunduğumuz 2021 senesi Eylül ayından bu yana her hafta gerçekleştirdiğim ve adeta Kadıköy’de bir “Babil Kulesi” var duygusuyla bazen de “Ölü Ozanlar Derneği” varmış hissiyle gittiğim/bulunduğum WTC’ de (Workshop Tango Café-Kadıköy-Workshop Coffe House )’ bir tangollectual (tango ve entellektüel kelimelerinden ) ile daha tanıştım. INTENSIVE TANGO WEEKEND atölyesine katılarak ilham verici yeni bir deneyim yaşamak ne kadar da ufuk açıcı aynı zamanda da düşündürücüydü anlatamam diyemem biraz anlatırım.
Kendisine dair izlenim aktarımlarım, uzun paragraflardan ziyade kısa kısa izlenim aktarımlarından oluşacak. Bu yazımın örüntüsü ve formu, tıpkı kısa şiir esintilerimdeki yöntem gibi olacak. Aforizmalardan hallice diyebiliriz. Esintiler ve İzlenimler formatında. Kısa kısa.
İçinden geçmekte olduğumuz salgın döneminin ardından ruha, zihne ve bedene hem şifa hem coşku hem de doygunluk yaratan yeni bir deneyim yaşamak ,dans ve hareket konusundaki bilişsel farkındalığı arttırıcı bir çalışmanın içinde olmak bir insana ne derece güzellikler katar acaba .Dansta kendimle ve partnerimle ve müzk ile iletişim ve etkileşimimi pekiştirmek için iyi bir yolda olduğum hissi .”Intensive Tango Weekend” ile dikkat ve konsantrasyonu kaybetmeden, her saniyesinde hareket beden ve dansa, öğrenmenin yeni şeklini kavramanın yanı sıra bakış açısını derinleştirerek, heyecanı başlangıç anından ikinci günün (24 Ekim 2021) sonuna kadar yorulmadan korumak ve Ozhan Araz’ın her söylediği sözcük ve hareketinin içinde katılımcı grup olan bizlere aktarımları sırasında naklettiği her kavramın özünü sindirdiğini farkederek, anlayarak, hissederek başta kendi bedeniyle ,insanlarla, hayatla ve yaptığı iş ile ne kadar samimi bağlar kurduğunu gözleme imkanı bulduğum bu atölyeye katılmak dolunay zamanları enerjimi hayli yüksek bir seviyeye taşıdı. (Özhan Araz ile Intensive Tango Weekend Farkındalık atölyesi katılım sonrası Çiğdem Yorgancıoğlu Esintiler –İzlenimler)
Soru şu : Sakroiliak eklemlerinizi lomberi anatomiyi çözmemiş, kas stimülasyonu, Omurga Artikülasyonu bunları algılayamamış ya da eğitimlerinde aktarmayan ya da aktaramayan dans hocasının eline dansınızı ve dahi kendinizi teslim edder misiniz ? Ben bir Workshop’a katıldım eğitimlerinde benim gibi bu kadar tıbbi terminolojiyi yerinde ve doğru hem de doğru Latince karşılıklarıyla (sacral iliak, lomber vb ) kullanan master ile çalışmak ve ilham almak ne kadar geliştirici ve dönüştürücü olabilir. -(Özhan Araz ile Intensive Tango Weekend atölyesi katılım sonrası Çiğdem Yorgancıoğlu Esintiler –İzlenimler)
İçsel tepkilerini yürüyüş, hareket ve jestleriyle dili kullanmadan ortaya koyan hareket geçişleri, vücut kol, alt beden, üst beden, ayak pozisyonlarını sadece figür ve kombinasyonlara hapsetmeden özgür ama başıboş olmayan cümlelere kelimelere harflere bölmek, dönme hızlanma, yavaşlama, yürüme, yön belirleme, zaman, müzikalite, Demi-plie, elevasyon, ya da herhangi bir hareketin istenildiği anda durdurulabilmesi vücut ağırlığının, merkezin, duvarın rondanın yeniden tanımlanması, Koordinasyon, denge, reaksiyon hızı ve müzikalite bağlantısı, zamanı anlamanın yeniden keşfi, Plie dizler ya da acele aynaya doğru koşturmacalarda bin bir yeni keşif.
Hareketin ve duraklamaların ritme ve melodiye göre süresinin anlaşılmasının yeniden fark edilmesi Hareket ederken harekete hazırlık noktalarının hatırlanması değerlendirilmesi Gravity ve levity, contra lead zihnimin içine bir bilgi bombardımanı hissi vermeden akan incelikler ne kadar da akışında. Atölye esnasında deneyimlendiğinde anlaşılabiliyor nakledilen bilgilerin anlamları, hatta içselleştirebilmeleri. Ne kadar çok nüans var… Tıpkı pek çok disiplinde olduğu gibi .
Topukla lapis yaparken Dünya gerçek midir? ara yüz müdür? ya da kolumu kaldırırken felsefe mi geçmektedir içeriden. Yine Witgenstein,..Bu atölyenin sonunda da en nihayetinde “geriye insan kalacak” … iç seslerim… Ara verdik … en iyisi café deki elmalardan bir tanesini meşrubatın yanında yemek – (Özhan Araz ile Intensive Tango Weekend atölyesi katılım sonrası Çiğdem Yorgancıoğlu Esintiler –İzlenimler)
Attığı adımların, zihninin, ruhunun ve bedeninin bir bütün halinde olduğunun farkında olmakla başlar çoğu başarının haklı gururu. Burada esasen en önemli başarı ilk akla gelen alışılmış başarı kriterlerinden ziyade kuşkusuz insanın hayatla ve kendisi ile bağlarını güçlendirmesidir. Ve tabi o alışageldiğimiz maddi ve manevi konvansiyonel başarılar da arkasından gelmektedir.
Güçlü ve emin adımlarla ilerleyen bir sanat yolculuğunun başarısında geçmişinde muhakkak ki sanatsal yönelimli bir aileye sahip olmaktan kaynaklanan nedenlerle daha çocuk yaşlardan itibaren yaratıcı ifadenin pek çok formuyla haşır neşir olmak da önemlidir elbet. Özhan Araz böyle biri ve profesyonel yüzücülük gibi bir sporculuk geçmişi sayesinde erken yaşlardan başlayarak aldığı disiplin, ve yine erken yaşlarda kurduğu orkestra ile müzik hayatı ve Pazar günleri aldığı profesyonel fotoğrafçılık eğitimi kendisine yüksek bir bedensel farkındalık kazandırmış Bunları biyografisinden okumuştum.
Geçtiğimiz ay hafta sonu deneyimlediğin INTENSIVE TANGO WEEKEND de aktarımlarında dansa ait bileşenler özelinde, rahatlık ve net dans iletişiminin olmazsa olmazı olan flow-akış anlatımındaki incelikler, herhangi bir ele veya da yan adım her nevi hamle arasındaki geçişler, bir sonraki hamleyi yapmak niyetiyle bir hareketi bitirmek, bitirme şekli , dansın pürüzsüz akışının daha da fazla hissedilmesini sağlayan tüm ögelere dair aktarımları okuduklarımla ,deneyimlediklerim arasında makasın açık olmadığını bir diğer deyişle mesafeler olmadığını gösterdi.(Mesafelerin Aldatıcılığı da ilk gun ve ikinci gün müfredatın içinde ince ince işlendi bu da ayrı) İçi doldurulmuş ve emekle yoğrulmuş bir Sanatçı geçmişi ya da evveliyatı. Mahsusçuktan değil. Eğitimlerde bilginin nakledilmesi esnasında eğiticinin söz konusu bilgiyi kendisinin ‘İçselleştirme ve özümseme’ yetkinliği bu konuda duyarlılığı olanlar ve başka eğiticiler tarafından fark edilir. O nedenle ardışık iki günde düzenlenen toplam 6 saatlik atölye esnasında ve sonrasında bu nevi sözler sarf etmenin sanatçıya bir övgüden ziyade “bir tespit” ve katılımcılara sunduğu katkı bağlamında “anlamlı” olduğunu söylemek mümkün.
Uludağ Üniversitesi Tekstil Mühendisliği mezunu olan Araz, Üniversite yıllarında 2002 senesinde başlamış dansa. Yukarıdaki anlatılarıma da konu ettiğim hayatından kesitleri, projelerini ve sanata yaklaşımıyla birlikte Nefes Projesini konu ettiğim Pina’nın hayatında da o sene taşlar yerinden oynuyordu. Tanztheater Wuppertal Pina Bausch,. 2002 senesinde “Kentler ve İnsanlar” projesine İstanbul’u dahil etmek istediğini açıkladı. İstanbul’u dansçılarıyla birlikte keşfetmeye çalışırken şehir insanına yakınlaşmak, renkleri ve sesleri yakalamak için Pina ve ekibinin provaları İstanbul’da ve Wuppertal’de başlamıştı bile .
Araz, sanatsal duyarlılığını ve bedensel disiplinini bir potada eriterek , bunları Uluslararası Latin Dansları, Geleneksel Latin Dansları, Modern Dans, Vals, Rock’n Roll Tango ve birçok dans türünün pratiğine özgün ve artistik bir anlatımla aktarmış.
Dansın ve hareketin her beden için iletişim, ifade, şifa ve güçlendirme aracı olarak kullanılması konusunda tutkulu olan Araz özellikle Tango dansının geleneksel yapısına meydan okuyarak, her iki tarafında lider ve takipçi rollerinde son derece yetkin olduğu, toplumca kabullenilmiş cinsiyet rollerinin nötralize edildiği ve dansçıların çağdaş dans gibi farklı dans disiplinlerinden serbestçe beslendiği, daha özgür bir tango ortamının dinamiklerini araştırmış. Araz bu özgür ve kendine özgü aynı zamanda da özgün yanıyla bana hayatına ve dansına ilişkin belgeselini her izlediğimde ve hakkında makaleler okudukça bir kez daha hayran olduğum “İnsanların nasıl hareket ettiğiyle değil, onları neyin hareket ettirdiğiyle ilgileniyorum” sözlerinin sahibi olan ve yazımda yukarıda hayatına dair pek çok ipucunu ve kayıtları özetlediğim Pina’yı ve onun özgür yanını hatırlattı .
Geleneksel anlatıya dayalı koreografik teknikleri reddederek, benliğin karmaşıklığını yakalamayı başarmış bir kadın Pina ile Baila tangoda asistanlık yaptığı yıllar dans edecek kadın olmadığı için ilk gelenekselliği yıkarak tangoyu ilk çıkış noktasındaki yıllardaki gibi dans eden iki Türk erkek dansı formuna döndürerek bir meşaleyi yakan bir adamın öyküsünü de istersek bir belgesel film senaryosu haline getirmek de mümkün olur belki . Ben Yönetmen olsam Witgenstein ve Rolle May ‘in Yaratma Cesareti süzgecinden geçirerek yoğururdum heralde önümdeki senaryoyu .
Bilindiği üzere Pina Bausch 40 senelik kariyeri boyunca daima gerek dans gerekse de dramayı , hem haz ve hem de acıyı her daim deconstruction yani yapıbozuma uğratarak bir çığır açtı. Oyuncularını çelişik ve tartışmalı prova teknikleriyle iç benliklerini ortaya çıkarmaya teşvik eden yapılandırılmamış performanslar oluşturan kışkırtıcı (saldırgan değil) ve asla gelenekselliğe hapsolmayan Pina Bausch’un koreografiye yönelik hümanist yaklaşımı, onu uluslararası şöhrete kavuşturdu ve birçok kişinin Onu “Avrupa dans tiyatrosunun vaftiz annesi-Godmother ” olarak görmesine yol açtı.
Araz, kendi web sayfasının agenda bölümünde de görülebileceği üzere http://www.ozhanaraz.com/oz-agenda Dans ve eğitim alanındaki yenilikçi tarzı ile tüm dünya çapında popülerlik kazanmış Uluslararası dans festival platformunda geniş kapsamlı turnelere çıkarak, performanslar, seminerler ve atölye çalışmaları sunmuş. Geçmişte Türkiye Dans Sporları Federasyonu’nun kuruluş çalışmalarında da Arjantin Tango Sosyal Standart Danslar Dış İlişkiler Komitesi’nin üyeliği gibi aktif roller almakla birlikte, Dansın spor yanından ziyade Dans Sanat’tır felsefesiyle kendi yoluna devam etmeyi tercih etmiş .İstanbul’da kendi kurmuş olduğu “Oz Dans Tiyatrosu”adlı oluşum bünyesinde, özgün hareket dilini paylaşarak, kendi geliştirdiği metodları aktararak grup içi ve bireysel dersler vermekte ve sahne projeleri üretmenin yanı sıra tiyatro, müzik, sinema ve bir çok sanatsal ortamda çalışmalarını sürdürmekte
Atölye esnasında , 80 li yılların sonlarında “Don Juan Öğretileri sayesinde eserleri ve felsefesi ile tanıştığım Castenada’nın “Kendimizi sefil de kılabiliriz, güçlü de. Her ikisi için de harcanan çaba eşittir.” sözlerini hatırladım. Dans içinde de hayatın içinde olduğu hareketin dramatik içeriğini yeniden anlama, hızla yapılan bir kavrama hareketini yeniden cümlelere bölmek , müzik eşliğinde ya da müziksiz sessiz hareket ve dansla dışavurumlar. Güzel bir esin kaynağı idi benim için.
Gerek biyografisini okuduğumda gerekse atölyeye katıldığımda yüzümde bir tebessümle Carlos Casteneda’nın şu sözünü hatırladım tekrar ““Karşına çıkan her yola sonunu düşünerek dikkatle bak. Defalarca yap bunu. Sonra sor kendine, kendine sadece kendine sor: Bu yolun bir ruhu var mı? Varsa, yol senin içindir. Ama yoksa, yol senin için gereksizdir.” Yolun açık olsun modern Şaman ve dans, tiyatro, müzik, sinema ya farklı sanatsal ortamda çalışmalarında gitmek istediğin yol üzerinde rüzgar çoğu zaman arkandan essin Özhan Araz. Fakat biliyorum ki nereden eserse essin 27.inci yönde toplanacak hepsi. Bunu da okuyucu merak etsin. İpucu vereyim bu 27, Pina’nın Temmuz ayında doğum günündeki 27 değil.
Şimdi merak ettiğim ise şu, “Bana Pina’yı hatırlatan ve ‘Sahip olduğumuz tek ev bedenimizdir’ sözlerinin sahibi, ülkemizi yurt dışında da temsil eden sanatçı ve dans eğitmeni Tangoz Dans Okulu ve Oz Academy’nin kurucusu Özhan Araz’ın Hafta sonu atölyesi, kendi deneyimim açısından böyle bir his ve esin kaynağı olduysa, kendi Dans Tiyatrosu ve OZ Academy’nin ruhu ve doğaçlama dışavurumu nasıl bir özgünlüktedir acaba ”
Dilerim yaşamımız boyunca özgür, özgün ve ilham alacağımız, sanatın, hareket ve dansın gerek bireyi gerekse toplumu dönüştürücü, onarıcı gücünü hatırlatan ve yaratıcı yönlerinizi ortaya çıkaracak ya da güçlendirecek sanatçılarla yollarımız bir şekilde kesişir. Sağlıkla , Sanatla ve mutlulukla kalın. Güzel bir hafta dileği ile.
Atölye nin ertesi günü Özhan Araz ile Cafe De Milonga’da bir tango tandası anısından bir kesit
Tango ve Farkındalık Atölyesinden kısa bir kesit anı
Özhan ARAZ & Silvina VALZ , 2nd Improvisation, 21 February 2014
Montreal gazette-Ozhan Araz
Çiğdem YORGANCIOĞLU – Sözsüz İLETİŞİM /İLERİŞİM ,GELİŞİM ve ETKİLEŞİM Atölyesi Drama –Doğaçlama Çalışması MIM-CHI DANS HAREKET ATOLYELER 101
Çiğdem YORGANCIOĞLU ile NOSTALJİK YENİ NESİL KOSTÜMLÜ DRAMA ve ETKİNLİĞİ atölyesi
Hande Arabacıoğlu – Yaşam Senin Dansın
Ekrem Demirağ
Ekrem Demirağ-Ahmet Dündar
Ahmet Rıfat Ortaçdağ
Yorgancıoğlu Ortaçdağ
Zeynep Günsur
Pina –Belgesel Film (trailer)
The aesthetics and anti‐aesthetics of postmodern performance: Pina Bausch’s Tanztheater “This spectacular visible body”: Politics and postmodernism in Pina Bausch’s Tanztheater Michael Bowman &Della Pollock Pages 113-118 | Published online: 05 Jun 2009
Çiğdem Yorgancıoğlu Kenya /Before MIM CHI DANCE Drama Theatre