‘Çare’siz Öğrenilmiş Savaş… Tarihin tozlu sayfalarından elde edilen, dünya kadar bilginin içinde cımbızla çekilmiş ders veren nitelikte farklı bir hikaye gözlere çarpıyor.
İnsanlar ve hayvanlar üzerinde bazen bilinçli, bazen de bilinçsiz yapılmış tespitler “öğrenilmiş çaresizliği” son derece açık ortaya koyuyor.
Bu tespitler esasında, toplum psikolojisini en iyi kullanan halklardan birisi Moğollardı kuşkusuz. Tabiki onlar bu işi bilimsel olarak yapmıyorlardı ama savaş ve zafer taktiği olarak bu bilgiyi bilinçli olarak kullanıyorlardı.
Moğollar; Cengiz Han yönetimindeki askerler ile bir bölgeyi veya şehri almak için ilk girdikleri yerleşim bölgesinde hiç kimseyi sağ bırakmıyorlardı. Beşikteki bebekten, ağıldaki hayvanlara kadar vahşice katlediyor ve bölgeyi talan ediyorlardı. Arkasından da direnebilecek iki farklı bölge daha belirleyip acımasızca oralara saldırıyor, yine kimseyi sağ bırakmıyorlardı. Katliamın ve tahribatın duyulmasıyla korku, dehşet ve panik hemen öteki şehirlere ulaşıyor ve o bölgeler savaşmadan teslim oluyorlardı. Bu şekilde “öğrenilmiş çaresizliği” tarihin kayıtlarına geçiriyorlardı.
İnsanların en güçlü duygusu hayatta kalmak duygusudur. Moğol istilâsında insanların bu duygularını bile harekete geçirmediklerini ve savaşamadan teslim olabildiklerini üst derece de “öğrenilmiş çaresizlikle” açıklayabiliriz ancak.
Bu modeli, kontrol edilemeyen olaylara maruz kalma sonucunda tepkilerin ‘sonuç’ üzerinde bir etki sağlamayacağının öğrenileceğini göstermektedir. Bu, kontrolsüzlük deneyimi neticesinde gelişen kontrol yetersizliği algısı, hayatın diğer alanlarında da olduğu gibi insanların ve hayvanların yaşam becerileri üzerinde etkisi büyüktür.
Kişilerin çoğunlukla pek çok farklı konu ile ilgili yaşadığı bu öğrenilmiş çaresizlik durumu genellikle “Nasıl olsa bu durum değişmeyecek, bunu yapmama gerek yok, yapamayacağım.” düşüncesine kapılması ile gerçekleşir. Pek çok şekilde hayat kalitesini düşürebilecek olan bu durum maalesef ki ciddi sonuçlar doğurabilir ve gerekli görülen, adeta günlük hayatta pek çok kısıtlama yapmaya neden olan bir durum haline gelebilir.
Günlük hayat koşullarını etkileyecek düzeye gelen bu durumlarının aşılması için yardım alırken zorlanılabilir. Fakat şu bir gerçek ki, bu durum bir yaşantıya dayanır ve o yaşantıya dair bakış açısı değiştirilirse öğrenilmiş çaresizlik durumunda da kurtulmak mümkün hale gelebilir.
Eğer isterse bir insan, öğrenilmiş çaresizliğini “deneyimlenmiş hayata” çevirebilir. Yaşadığı olumsuz olaylardan ve kaygılarından yardım ile birlikte bakış açısını değiştirerek, bir yaşam sanatına çevirebilir. Sonrasında bu deneyimleri; “öğrenilmiş iyimserliğe” çevirebilir.
“Öğrenilmiş iyimserlik bize, otomatik olarak kendimizi suçlamayı nasıl bırakacağımızı, her aksilikte olası en kötü sonucu görme alışkanlığından nasıl kurtulacağımızı, nasıl iyimser olacağımızı gösteriyor” demiş Martin Seligman. Ne de güzel bu kavramı bulmuş ve tanımlamış.
Bence; bu dönüşüme en iyi rota çizme yollarından biri niyetten geçiyor. Sabah kalktığımızda ya da evden çıkarken birkaç saniye durup, derin bir nefes alarak bahşedilen yaşamı hissetmeli, güne dair ruhumuzla bağdaşan iyi bir niyet edilmeli. Bazen de şartları değiştirmek için ihtiyacımız olan şey, niyetin dışında bir de cesaret olabilir. Olmayı hayal ettiğimiz yer ile olduğumuz yer arasındaki mesafeyi kısaltmak için oluşturduğumuz kendi güvenli alanımızdan çıkmamız, bazen de korktuğumuz şeyi yapmamız olabilir.
Güvenli alandan çıkmaktan korkmayan insan yoktur; gerçek cesaret korkmana rağmen kendini direnişe katmandadır.
Sevgilerimle…