İnsanımız doğal dengenin dışında, varoluşsal problemlerin ötesinde, birbiriyle geçim noktasından çok uzakta öylesine rotası olmayan bir biçimde yaşıyor.
Tabii böyle bir düzen içerisinde yaşam kavramının karşılığı oluşmasa bile sonuç itibariyle dilimizde buraya koyabileceğimiz en olası kelimeyi söylüyorum: Yaşamak.
Yanlış dini inançların, çarpık düzenlerin, hayatın hiçbir noktasında kendini tamamlayamamış sadece ırksal kavramlarla ve bir şekilde güçlü göstermeye çalışan kitlelerle hareket eden soyut bireylerin toplandığı ütopik bir ülke halindeyiz. Önceden de böyle miydik, diye biraz araştırma yaptım. Belki ziyadesiyle detaya indim(!) İstedim ki bizden öncekilerin de serüvenini anlayıp öyle bir yazı yazayım. Yaptığım okumalar şunu gösterdi:
Tanzimat fermanında “Gavura artık Gavur denilmeyecek” ifadesi çarpıcı bir biçimde farklılıkların ne derecede kabul görmeyeceğini kanıtlar nitelikteydi.” Gâvur” ifadesi Arap coğrafyasında ünlü bir pezevenge verilen bir isim. Yüzyıllar boyunca bizden farklı olanlara bu ismi layık görmüşüz. Birine hakaret ederken “Zındık” demişiz. Mani dinine mensup kişilere verilen bu ismi hakaret olarak dillendirmişiz. Bu durum beni biraz korkutunca daha derinlere indim. Araştırmamı olabildiğince geriye doğru götürdüm. Çünkü inancım oydu ki atalarımdan birileri başkalarını farklı olduğu için reddetmeyecek. Reddetme ifadesi biraz kibar kaçtı herhalde, farkındayım ama böyle bir yazıyı yazarken takdir edersiniz ki ifadelerimi olabildiğince cımbızla seçmem gerekiyor. Çünkü yaraları açıp iyileştirmek için merhem sürerken çok “Çitme” yediğim oldu. Neyse konumuza dönelim.
16. yüzyılda Fuzulî’ye ait “Şikayetname” adlı mektubu hepiniz duymuşsunuzdur. Açıp okuyanımız var mı? Ben sizin için açtım tek tek okudum. Fuzuli Azeri ve Şii kökenli bir şairimiz. Hayır, Şair dediğime bakmayın büyük bir Âlim’imiz. Mektupta kendisine yapılan haksızlıkları, sırf başka taraftan geldiği için yaşadığı ayrımcılıkları tek tek anlatmış. Bu yüzyılda da istediğimi bulamadım maalesef. Biraz daha geriye gittim. 13. yüzyıl Mevlana Celaleddin Rumî Konya’da kitaplarını Türkçe değil Farsça yazdığı için hem kendi döneminde hem de günümüzde birçok iftiraya maruz kalmış. O dönemde de halk defalarca ayaklanıp linç etmeye kalkışmış. Birçok iftiraya, birçok ayrımcılığa, ötekileştirilmeye maruz bırakılmış. Daha fazla dayanamadım derinlerde boğulurum diye tedirgin olunca iddiamdan vaz geçip geri döndüm, geldim günümüze. Kalemi yavaşça elimden masaya bıraktım. Duvara karşı konuşmaya başladım, hem de ne konuşma öyle ki ezberimde kaldı şimdi size yazdım.