Pardon, bir kahve içebilir miyiz? Evet, evet sen… Statüsü ile varlığını kanıtlayan kişi. Sana diyorum, evet.
Bir kahve içebilir miyiz? Sormak istediğim suallerim var. Cevaplayabileceğini düşünüyorum.
Neden şaşırdın ki?
Olmaz mı?
Yoksa sekreterinden randevu mu almam gerekiyor?
Ah… hadi ama yapma, bu dünyaya statün ile beraber gelmedin. Seninle sohbet etmek istiyorum statünle değil. Seninle sohbet etmek istiyorum işinle değil. Sen statün olmadan da varsın ve ben görebiliyorum. Varlığını kanıtlamaya çalıştığın o olgu yani statün benim için önemli değil. Hem de hiç. Çevrende dolaşan, senin konumundan faydalanmak isteyen biri değilim.
Ne? Neden öyle bakıyorsun? Doğruyu söylüyorum.
Bak şimdi;
Bir düşün, bu dünyaya ilk insanlar geldiğinde sınırlar, statüler kurallar var mıydı? İlk insanın sekreteri var mıydı? Holdingler, rütbeler, ülke sınırları hiçbiri yoktu değil mi? İlk insanlar dünyaya gönderildiğinde sadece evrenin, doğanın sistemi vardı. Doğal sisteme ayak uydururdu insanoğlu. Doğa ne derse onu yapmakla hükümlüydü insanoğlu. Doğa da bir ana misali besledi ve büyüttü insanoğlunu ama ne yaptı insanoğlu? Yapay sistemler oluşturdu, kendisini besleyen ve büyüten doğa anayı öldürdü. Evet, Habil’den sonra ikinci büyük cinayetini işledi insanoğlu ve bizler bu cinayetin sonucunda kendi ürettiğimiz yapay sistemin içinde rütbelerimiz, yüksek binalarımız, tanklarımız, tüfeklerimiz olsa da çölde yaşamaya mahkûm edildik. Çöldeki serabın içerisinde yaşamaya mahkûm edildik daha doğrusu.
Bugün bir depremle yıkılabilecek holdingin içerisinde hüküm sürüyorsun çalışanlarına. Depremle beraber sarsılabilecek rütbenle insanların zamanlarını satın alarak sana itaat etmelerini ve sadece senin işini yapmalarını istiyorsun. Satın aldığın zamanı da bir kâğıt parçasıyla alıyorsun (aldığını sanıyorsun da neyse) Bir yangınla beraber kül olabilecek kâğıt parçasıyla. Sonra yine bu yapay sisteminin içerisinde birkaç kâğıt parçasının bir araya gelerek oluşturduğu küçük kitapçıkla dünyayı geziyorsun (gezdiğini sanıyorsun).
O küçük kitapçık yırtıldığında, yandığında gezmene izin verilmiyor. Kim tarafından? İnsanlar… ama onun da bir yolu var. Yine hatırı sayılır bir miktar kâğıt parçasıyla izni alabiliyorsun. Fark ettin mi bilmiyorum ama yaşadığın serabın içerisinde kâğıt parçasının kölesi olmuşsun. O kâğıt parçası seni holding adlı hapishanede aslında köle rütbesiyle tutuyor. Sen, o serabın kaybolmasını istemiyorsun. Hırs suyundan içmişsin bir kere. Doyamamışsın ve daha fazlasını bekliyorsun çöldeki seraptan… daha fazlasını istiyorsun kölesi olduğun o kâğıt parçasından.
Bir gün o deprem gerçekleşecek ve holding hapishanesi yıkılacak.
Bir gün o kâğıt parçaları kül olup, çöldeki kızgın kumlara karışacak.
Bir gün o çölün kumları seni de yutacak, kendine karıştıracak ve seninle beraber zamanını satın aldıklarını da…
Bir gün o serapta kaybolacak ve çöl kalacak.
Şimdi sen söyle;
Yapay sisteminin içerisinde olan çölde isimsiz mezarının mı olmasını istersin yoksa doğa ananın yanında huzurlu bir mezarının mı?
Hadi gel, çık bu seraptan. Gel beraber çölleri geçelim. Çöllerin ilerisinde bir kahve içelim.
ERİŞMEK HİÇLİĞE
İnanmıyorum!
Mevkiilere.
Sizler de inanmayın.
Can gidecek cânan gidecek…
Kaybedeceksiniz varlığınızı bir ölümle.
Hazzetmem!
Mevkiilerden.
Kıyametimle, dünyada bırakacağım geçici heveslerden.
Geçici heveslerden yükselmek adına mücadele etmekten.
Hazzetmem.
Bu diyarda ulaştığımda yüksek mevkiiye
O yüksekten attım kendimi zemine.
Öldüm ve yeniden dirildim.
Bağımsız bir hayat kurmak adına…
Öldüm ve yeniden dirildim.
Erişmek adına hiçliğe…
(Edebi bir eser oluşturmak amacıyla yazılmamıştır)