Bir görümlük hayvanat… Medeni insan hayatının, en medeni hareketlerinden birisidir sosyal hayat.
Biz şehir insanları hafta içi hırla gürle deli gibi çalışır, hafta sonu ise kendimiz ve ailemiz adına kaliteli bir hafta sonu planlarız.
Çağımızın getirdiği en büyük görevimiz de bu kaliteli zamana bir etkinlik üretmektir. Ve bu etkinliği öyle bir planlamalıyız ki, çoğu insan “vay be güzel mekanmış, oo harika bir restaurant, çocuklar için mental gelişime güzel katkı sağlayacak bir yer, valla hem yemek yedik hem çocuklar boyama falan yaptılar” gibi sözler söyletecek mükemmel etkinliği yakalama çabasına erişmemiz lazım. Bir de bu etkinliği sosyal medyada çaktık mı tamamdır. Alnımıza yapıştırıp gezsek bu kadar mükemmel anne, mükemmel baba, mükemmel aile damgası alamazdık.
Yanlış anlaşılma olmasın; tabi ki çıkacağız, gezeceğiz, arkadan gelen ve geleceğini şekillendirme sorumluluğuna sahip olduğumuz yarım boy insancıkların en donanımlı olması için uğraşacağız.
Sorun şu ki; keşfettiğimiz her etkinliğin masum olmaması…
Onlardan biri, hatta en büyük tehlikelisi hayvanların kullanıldığı alanlar.
Hayvanat bahçeleri, at çiftlikleri, hayvan sirkleri, avlanma alanlarında piknik etkinlikleri, pet shop ziyaretleri, büyük akvaryumlar hepsi bu grubun içine giriyor. Ve takdir ederseniz de bu liste uzatılabilir bile.
Aralarından en tehlikeli grup hayvanat bahçeleri ve hayvan sirkleri. Siz çocuğunuzun güzel bir hafta sonu geçirdiğini ya da hayvanları canlı canlı görüp kültürünün arttığını düşünebilirsiniz. Fakat ilk olarak en büyük mesajı “sen gör diye burada yaşıyorlar”, “sen eğlendirmek için buradalar”, “senin bilgin artsın diye bu tesis kurulmuş” olarak veriyor bu tarz yerler.
Yani çocuğa verilen en büyük mesaj “hayvanın insana hizmeti” mesajı oluyor. Çocuğu bencillikte bir sıfır önde başlatıyoruz hayata. O hayvanı şaşkınlıkla izlerken, onun doğasında bu coğrafyada olmak olmadığını küçük bir bilgi olarak geçiyor eğlenmeye ve bilgilenmeye devam ediyoruz.
Hele de sergilenen zaten yabani hayvansa ziyaret sayısı o kadar artıyor. Çoluğunu çocuğunu kapan, yarıyıl tatilinde, yaz tatilinde, bu yabani hayvanlara koşuyor. E tabi ticari açıdan bol bol kazanan yabani insan da, doymuyor tesis üstüne tesis açıyor.
Bu hayvanlar ne yazık ki kendilerini ifade edemediklerinden yaşadıkları fiziksel acıların ölçüsünü kimse anlayamıyor. İnsanlar gibi hastalanıyor ve acı çekiyorlar. Hatta stres gibi duyguları bizden daha yoğun hissettikleri için depresyondan canını verenler bile oluyor.
Büyük akvaryumdaki balinaları düşünün, ya da kafeste sergilenen aslanları. Yaban dünyasının sakinleri yaşamak için büyük bir alana ihtiyaç duyarlar. Maalesef bu tür yerler onlara bu alanları veremez. Mesela bir aslan için bir kafes, onun ihtiyaç alanının 18.000 kat daha küçüğüdür. Bir ayı için ise yaşam alanı maalesef 1.000.000 kat küçük. Köpek balığı için, bir akvaryum okyanusun kaçta kaçı olabilir mesela?
Bir tesiste penguen sergileniyor bir avuç buz üzerinde… Bağıra çağıra reklamı yapılıyor bir de…
Hele ki buraya, şehre getirilmeleri ise ayrı bir eziyet bu varlıklara. Doğal yaşam alanlarından getirilirken ya da burada çiftleştirilirken konuşarak ikna edilmiyorlar biliyorsunuz tabiki. Taşınırken ve yakalanırken, dişiye uygun olmayan bir erkekle çiftleştirilirken kaç hayvan telef oluyor sizce?
Hayvanat bahçelerinden bazıları ya da çocuğunuzun hafta sonu at binmeye götürdüğünüz yerlerin bazıları; hayvanların davranış sorunlarını kontrol etmek için onlara antidepresan veya sakinleştirici veriyor. Hayvanat bahçesindeki hayvanlar için hayatı en çok zorlaştıran şey, neredeyse hiç mahremiyetleri olmaması, zihinsel uyarım ve fiziksel egzersiz eksikliğidir.
Bu bilgiden sonra uysal olması için beyin olarak uyuşturulmuş bir ata binmeye çocuğunuzu götürür müsünüz?
Sosyal medya da en çok sokak hayvanlarının ve kürk giyenlerin eleştirisi yapılır, lakin hayvan severlik sadece sokak hayvanı beslemek, kürk giyeni kınamak değildir. Tarım ilaçlarıyla öldürülen, topraktaki cümle hayvanatın hayatının da savunulmaya hakkı var. Barınaklara tıkılan ve toplanıp ücra köşelerde yiyecek bulunmayan yerlere atılan köpeklerin de savunulmaya hakkı var. Tatlı suyu tüketiyor diye develerin katledilmesi, yasal olmayan yerlerde hayvanların dövüştürülmesi, festival adı altında hayvanların kanı akıtılarak eğlenilmesinin de tepkisiz izlenilmemesi gerekiyor.
Hepsini koruyalım, hepsini savunalım. İki üç saat eğleneceğiz diye, ayrım yapmayalım.
Tıpkı Nietzsche’nin dediği gibi; bir hamam böceği öldürürsen kahramansın, bir kelebeği öldürürsen şeytan. Ahlakın bile estetik standartları var.
Sevgilerimle…