Sabah uyandığımda her gün ki gibi ilk işim kuşum gurbete yem verip suyunu tazelemek oldu.
Gurbet benim derdimi anlayan, beni dinleyen çığlıklarımı sorgusuz duyan tek dostumdu. Ve doğrusu gurbet beni olduğum yerde ana dilimde anlayan tek arkadaşımdı. Ben henüz 8 yaşındayım ancak bizimkilerin anlattıklarına göre yıllar önce ana topraklarımızdan dilimizi, ırkımızı, kısacası bizi dışladıkları için ayrılmışız dedem kendi dilini konuştuğu için gördüğü zulümden kaçıp bu hiç bize ait olmayan topraklara yerleşmiş.
Ben de bu topraklarda doğmuşum ama bana ana dilimi doğduğum günden bugüne hiç aksatmadan öğretmişler. ‘’Göç’’ ettik diyorlar sık sık duyduğum tüm acıklı cümlelerin sonunda iç çekerek. Ben de daha bu yaşımda anlıyorum ki göç etmek kötü bir cümle. Dedem anlatıyor yine acıklı hikayelerden birinde biz diyor doğduk annemiz, babamız, dedemiz nenemiz bu dili konuştu böyle güldük böyle ağladık ağıdımızı böyle yaktık. Çocuklarımızı böyle uyuttuk böyle kaldırdık. Böyle sevdik böyle sevildik.
Yıllar sonra kitaplar basıldı, yeni hepimize yabancı kelimeler oluşturuldu hadi dediler böyle düşüneceksin böyle yazıp böyle okuyacaksın böyle sevip böyle düşüneceksin böyle ağıt yakacaksın. Böyle yazsam, okusam, ne olacak böyle düşünmedikten sonra böyle hissetmedikten sonra insan düşündüğünü yazmaz mıydı?
O Halde ben Kürtçe düşündüğümü nasıl yazacağım insan inandığı dini değiştiremediği gibi dilini ırkını değiştirebilir miydi? Bizden olmayana duyulan sonsuz hayranlık varken bizden olana bizlere bu düşmanlık nedendi oysa tüm acıları birlikte çekmedik mi?
Birlikte gülüp birlikte eğlenip tüm acılara da birlikte dayanmadık mı? Şimdi nereden çıkmıştı bu ayrım.
Sevmek kolaydı da sevmekten vazgeçmek bu kadar zordu işte komşuda pişen her zaman daha güzeldir kötü bile olsa onu anladık tamam ama evde pişene ziyan yazık değil mi? Nenem Latin harfleri bilmediğinden artık sevemeyecek mi bizi? Acıktığında susadığında korktuğunda söyleyemeyecek mi bize?
Göç etmek zorunda kalınınca yapılan bir eylem demişti nenem bir keresinde, insan doğduğu toprağı doyduğu tarlayı ektiği bağı bostanı bırakır gider mi?
Dedem, gider elin çocuğu kardeşten değerli olunca vuran öpenden tatlı olunca gider hem de öyle bir gider ki doğduğunu, doyduğunu, ektiğini, biçtiğini boğazına düğüm eder de gider dedi.
İşte bende daha bu yaşımda öğrendim öyle bir göç hikayesini….