“Yazacaksınız da ne olacak?” dedi. “Hiiiç” dedi cılız bir sesle. Diyebilir miydi içinden geçenleri. Senin gibi cahiller okusun, demek isterdi.
Sonra kendi kendisine “okumayan cahil de okuyan da cahil be arkadaş” dedi hayıflandı. Ben en iyisi hem okuyan hem yazan cahillerden olayım diye devam etti. Çünkü biliyordu asıl cahillik bunların hiçbirinin farkında olmadan kendini besleyememektir! Sessiz sessiz köşesine geçip yazmaya devam etti.
Kahvesini içerken bir cigara yaktı. Kimsenin kendine bakmadığını düşünerek rahatladı. Sert gözleri bir an munisleşti. Derken kahverengi gözleri buğulanıp derin derin uzaklara bakarak daldı gitti. Kahretsin yine aklıma düştün, dedi. Sanki hiç aklından çıkmıyormuş gibi olduğunu görmezden gelerek. Böyle derse belki ara ara düşer diye umut etmek istedi. Umut fakirin ekmeğiydi ya aşığın ekmeği de maşuktu belli.
Yerinden kalktı. Aynaya doğru ilerledi. Sessizce onu dikizleyenlere aldırış bile etmedi. Görmezdi ki gözleri gayrı ondan başkasını. Baktı. Perişan haldeydi. Yalnız onun bildiği göz harelerindeki o parlak ışıltı kaybolmuştu. Giderken içindeki sevinci, mutluluğu, neşesini birazcık da çocukluğunu alıp gittiği içindi belki de kayboluşu. Günlerdir taramadığı saçlarını şöyle parmaklarıyla bir taradı. Yağdan yapış yapış olan ellerini yıkadı. Yüzüne çeşmeden akan suyla hızlıca su çarptı. “Sersem kendine gel artık.” dedi ve buz gibi soğuk havaya aldırmadan dışarıya çıktı. Tramvay ve otobüs saatleri çoktan bitmiş olduğunu fark edince doğru yola koyuldu. Meraklı, düşünceli, korku dolu, perişan, çaresiz, yersiz yurtsuz bir kuş misali. Yüzüne bakan anlardı aslında zihinden binlerce hikaye yazıp kaleme dökmediğini, kaleme döktüklerini hiç okutmadığını, binlercesini getirip alıp gittiğini ve yüzündeki çizgilerin arasına koyduğunu.
Ekim ayıydı. Ayrılığının bilmem artık kaçıncı ayı kaçıncı yılı, kaçıncı mevsimiydi. Günler birbirine karışmıştı zaten tıpkı saçları gibi hayatı gibi her şey darmadağınıktı. Toplamak da istemiyordu zaten hiçbir şeyi. Öylece düşüncelere dalmış yürüyordu ki birden hiç tanımadığı birileri önünü kesti. Ne olacaktı canım? Bir kereden bir şeycik olmazdı! Hem bu saatte dışarıda ne işi vardı, zaten tahrik edici kıyafetler de giymişti. Hoş bence hiç giymemeliydi birde karşıdakileri kıyafetleri yırta parçalıya çıkartmak zahmetinde bırakacaktı..! Henüz belki 17 yaşında, ömrünün baharında ilk aşkı bile tadamadan ya da otuzunda kırkında ne fark ederdi ki? İki bacaklı yürüyen bir şeytandı o adına kadın demişti yaşadığı toplum. Her şey müstehaktı.
Cansız bedenini sabahın ilk ışıklarında kaldırımın kıyısında buldular, bir temizlik görevlisi izmaritleri süpürürken ayağına takıldı düşeyazdı. Yazmaya değil de okutmaya korktuğu bir kağıt parçası buldu sağ avuç içinde.
Ekim ayında söküklerimi bir bir diktim. Sözcüklerimin ucuna cümleler ekledim. Sonra benim için değerli olan her ne varsa topladım. Hayâli bir bavula tıktım. Bir tek seni çıkartmaya kıyamadım. Bilmiyordum ki bazı yapraklar ansızın dökülüverirdi…