İstanbul Rumeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tamer Dodurka, Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘Ciddi etütlere dayalı bir tarım politikası tespit etmek lazımdır’ dediğini belirterek, “Atatürk 100 yılın ötesini gören politikalar oluşturdu” dedi.
Tekirdağ Kent Konseyi ve Tekirdağ Dayanışma ve Düşünce Topluluğu tarafından düzenlenen ‘Atatürk’ün Tarım Vizyonu’ konulu konferans düzenlendi. Tekirdağ Ticaret ve Sanayi Odası konferans salonunda düzenlenen konferansa konuşmacı olarak İstanbul Rumeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tamer Dodurka katıldı.
Konferansta Mustafa Kemal Atatürk’ün tarım vizyonunun anlatan Rektör Prof. Dr. Tamer Dodurka, tarımın ülkedeki hikayesinin cumhuriyetin hikayesi olduğunu söyledi. Dodurka, “Cumhuriyetin nasıl bir ülke devir aldığını, bugünlere nasıl getirdiğini, Atatürk’ün nasıl büyük bir deha olduğunu tarım hikayesine baktığımızda çok iyi görebiliyoruz ve şunu da görebiliyoruz hikayeye bakınca. Büyük Önderi anlamak için heykeller veya resmi törenler yetmiyor, tarih bilinci gerekiyor, bu ülkeyi çok sevmek gerekiyor. Tabi biraz analitik akıl, biraz da bilgi birikim gerekiyor. Bu hikayede bunu da gayet iyi anlıyoruz” dedi.
Atatürk’ün tarım vizyonunun Cumhuriyet vizyonu ile özdeş olduğunu ifade eden Prof. Dr. Dodurka, “Yani bu sadece tarımsal gelişmeyi değil, ülkeyi kalkındıracak ekonomik bağımsızlığı elde etmeyi, maraba bir toplumu millet haline getirmeyi ve kulluktan çıkartıp birey yapmayı hedefler. Cumhuriyetin kalkınma hamlesinin odak noktası ülkenin yüzde 80’i olan köylünün tek geçim kaynağı, ülkenin en önemli gelir kaynağı ve ihraç kalemi olan tarımdır. Atatürk, bu toplumu millet haline getirebilmek için işe köylüden başlama fikrine çok daha genç yaşlarda sahipti.
Bulgaristan’da 1913- 1914 yıllarında kurmay binbaşı rütbesi ile askeri ateşe görevini yaparken bir gün bir pastaneye gitti. Orada kahvaltı ediyordu ki; içeriye bir köylü girdi. Tabi yabancı misyon geldiği için biraz üst düzey bir yerdir orası, onun için köylüyü almak istemediler. Köylü çok kızdı ve bağırmaya başladı, ‘Burada sattığınız kahvaltının sütünü, yoğurdunu, peynirini ben üretiyorum. Pastanızdaki unu, ekmeğinizdeki unu ben üretiyorum, pastanıza koyduğunuz meyveyi ben üretiyorum. Siz kimsiniz’ dedi ve masaya oturdu bir güzel kahvaltısını yaptı.
Parasını da ödeyip çıktı, Atatürk bunu yakından izliyordu ve masasına şöyle bir not yazdı, bu notu yazarken de şunu düşündü. Benim köylüm ezilmiş, benim köylüm eğitimsiz ve fakir. Bu duygular içerisinde bu notu yazdı. ‘Bir gün benim köylümde bu köylü gibi olursa işte o zaman biz millet olduk demektir’ demişti. Gerçekten de demek ki Atatürk’ün köylüyü millet yapma, efendi yapma duyguları çok daha yıllar evvelsine dayanıyordu” diye konuştu.
‘BİZİ KALKINMA SAVAŞI BEKLİYOR’
Prof. Dr. Dodurka, 29 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunu ve Atatürk’ün yeni cumhuriyetin cumhurbaşkanı seçildiğini belirterek, “Bu sırada seçimin hemen ertesi günü, cumhurbaşkanı olarak görmek istediği İnönü’ye bir mektup yazar. Mektupta şu ifade dikkat çekecektir; ‘Bizi yine büyük bir savaş bekliyor’ ama bu bir kalkınma savaşıydı özellikle son 10-15 yılda birçok cephede savaşmış, Balkan Savaşları, 1’inci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda ekonomisi tükenmiş, insanları bitap düşmüş, hastalığın kol gezdiği bir ülke düşünülürse bu kolay bir savaş olmayacaktı. Bu savaşta da eski silah arkadaşı İnönü’ye ihtiyacı vardı.
Mektubun geri kalanı hakikaten ibret doludur, bu vereceğim bilgilerin çoğu da o mektuptan alınmıştır. Dört mevsim kullanılacak karayollarımız yok denecek kadar az, 4 bin kilometre kadar demiryolu var ama bir metresi bile bize ait değil. Ülkemizin kuzeyine, güneyine, batısını doğusuna bağlamamız şart, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Ancak gemiciliğimiz bile içler acısı, limanlarımız dahil yabancıların elinde. Nasıl bir ülke teslim alıp, bize nasıl bir ülke teslim ettiler taktir sizlerin. Nüfusu savaşlardan sonra 18 milyondan, 13,6 milyona düşmüş, nitelikli iş gücü çok az.
Yaş ortalaması 30’un altına düşmüş. Yani nüfus artmıyor, azalıyor. Üretim yok, gelir yok, vergi gelirleri için zaten yoksul olan köylüye yükleniliyor. 40 bin köy var, yüzde 92’sinde elektrik, ulaşım, eğitim gibi önemli ciddi sorunlar yaşanıyor. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir gibi bazı semtlerde var. Telefon yok, motor yok, makine yok, sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz, kiremidi bile ithal ediyoruz. Atatürk yazıyor bunları. Kısacası sanayi devrimini, aydınlanma çağını kaçırmış, üretmeyi bilmeyen, sermayesi olmayan, olsa da zaten ticareti bilmeyen fakir, yorgun, maraba bir toplum.
Toplumun da önemli bir kesimi vatan toprağını kaybetmiş, özellikle Rumeli’yi terk ederek Anadolu’ya dönmüş. Bakın Anadolu’ya dönmüş diyorum, göç etmiş demiyorum. Göçmen de demiyorum Rumelilere, çünkü Anadolu Rumelilerin öz vatanı, ana vatanı bir insanın anavatanına dönmesi göçmen olmaz. Ona göç denmez, vatana dönmek denir. Hele ki bugün ki göçmenler ile kıyas bile edilemez” diye konuştu.
‘TOPRAKLARIN YÜZDE 65’İNE TOPRAK AĞALARI SAHİPTİ’
O dönemlerde nüfusun sadece yüzde 5’i olan toprak ağalarının ülkedeki toprakların yüzde 65’in sahip olduğunu söyleyen Prof. Dr. Dodurka, “Nüfusun yarısı hasta, salgınlar hastalıklar insanımızı kırıyor, tifo, frengi salgın halinde. Bit ciddi bir sorun, bebek ölüm oranı yüzde 60’ı geçiyor. Biraz da tarıma gelelim; bunlar tabi ki ekonomik kalkınmada önemli veriler olduğu için verdim. Zaman zaman da tarımın biraz dışına çıkacak olacaksam da kusura bakmayın onlar da önemli bilgiler olduğu için gireceğim. Nüfusun sadece yüzde 5’i olan toprak ağası ülkedeki toprakların yüzde 65’ine sahipler. Bakar mısınız, toprak adaletsizliğine.
Tarımda teknoloji ve mekanizasyon yok, olsa da zaten kullanacak insan yok, bilim yok, o nedenle harcanan emek çok ama elde edilen gelir çok düşük. Ekme, dikme, süt sağım faaliyetleri hepsi elle yapılıyor. Çiftçi imkansızlıktan dolayı toprakların birçoğunu işleyemiyor, imkansızlıklar var, alet edevat yok, koşumluk hayvan bile yok o yüzden çok dar bir alanı kullanabiliyoruz. Gübre zaten yok, sulama tesisleri yok, bugün de çok olduğu söylenemez belki ama bugün de büyük eksikliğini görüyoruz. Hastalık ve zararlılar ile mücadele yok, köylüye destekler yok, aksine aşar vergisi köylünün belini büküyor. Birçok tarımsal ürün, buğday gibi en temel tarım ürünleri bile ithal ediliyor. Nüfusun çoğunluğu kırsalda bile olsa yeterince beslenemiyor.
Nüfusun çoğunluğunu oluşturan köylü maraba, yani toprak ağasına çalışıyor. O da ürün karşılığı çalışıyor, yani ürün biraz para ederse para kazanabiliyor, yoksa onu da kazanmıyor. Toprağı terk etme imkanı yok, çünkü terk ederse aç kalır. O yüzden de köle gibi çalışıyor. Zenginleşmesi, zaten toprak sahibi olması, toprağını büyütmesi mümkün bile değil. Mevcut tarım sistemi ülkenin ihtiyaçlarına cevap veremiyordu” ifadelerini kullandı.
‘ATATÜRK’ÜN OLMAZLARI OLUR YAPMA GİBİ HUYU VARDI’
Savaşlardan sonra tarımın bittiğinde tarımın çöktüğünü söyleyen Prof. Dr. Dodurka, “Tarım gerçekten bitmiş, köylü sadece asker ve vergi kaynağı olarak görülmeye başlanmıştı. Bütün sektörlerde sorun vardı. Sadece tarımda değil, bu nedenle kalkınma savaşının eğitimden ulaşıma, tarımdan, sanayiye kadar her alanda verilmesi gerekiyordu. Ancak kalkınmanın önünde de hakikaten aşılamaz denilen engeller vardı. Ama ne var ki, ülkenin kalkınmasını ikinci bir kurtuluş savaşı olarak görmüş, savaşta kullandığı entelektüel birikimini, analitik zekasını ülkenin kalkınması için kullanacak olan müthiş bir deha vardı.
Bu deha zaferden sonra vakit kaybı olmasın diye planlarını çok daha evvelden yapmış ve hakikaten hiçbir ülkeye nasip olmayan büyük devlet adamı büyük önder Atatürk’tü. Bir de Atatürk’ün bence olmazları olur yapma gibi bir de huyu vardı. Bunu incelemelerde çok göreceğiz. Olmaz denilen çok şeyi Büyük Önder olur yapmıştı. Atatürk Sofya’da hastanede yazdığı notu, yani köylüyü millet yapma sevdasını artık gerçekleştirme zamanı gelmişti. Tarıma ve köylüye neden önem verdiğini şu sözlerle ifade etmiştir ki; onun tarım vizyonunu bu sözlerden görebilirsiniz.
Memleketimiz tarım memleketidir, halkımızın çoğunluğu çiftçidir, çobandır, o nedenle en büyük kuvveti bu alanda gösterebiliriz ve bu alanda yarışabiliriz diyordu Büyük Önder. İşte bu sözle Atatürk toplumun sosyolojik yapısının analizini çok doğru yapmış ve ona göre de stratejisini oluşturmuştu. Hedefini de ona göre belirliyordu. Şöyle diyor Atatürk, nüfusun büyük çoğunluğu köyde olduğu için geleceğin Türkiye’sini inşa etmek için işe köylerden başlamak gerekiyor. İşte bu sözle, Cumhuriyetin kalkınma noktasındaki odak noktasının neden köylü ve tarım olduğunu çok iyi ortaya koyuyor.
Fakat diyor; bu amaçla ciddi etütlere dayalı bir tarım politikası tespit etmek lazımdır, bu da bence çok önemli bir sözdür, maalesef etütlere dayalı politikaları kolay kolay göremiyoruz. Atatürk bunları dedi ve gerçekten bunların hepsini yaptı. 100 yılın ötesini gören politikalar oluşturdu. Kendisinden sonra gelenlerde çok şeyler söylediler, çok şeyler yapmaya kalktılar, yasalar ürettiler. Ancak Atatürk döneminde yaşanan kalkınma performansı ve o ivmeyi bir daha yakalayamadılar. Neden yakalayamadık, çünkü ondan sonra gelenler 100 yıl sonrasının hesaplarını asla yapmadılar.
Ben buna arabesk siyasetçiler diyorum, yani politikasını günübirlik yapan ayrıca siyasi görüşü liyakatten, değerlerden, hatta yeri gelince ülkenin menfaatlerinden bile üstün tutan tarzı söylüyorum. Arabesk siyaset diye, maalesef arabesk siyaset bunları zaten yapamazdı, başaramazdı. ‘Bir millet uyanıyor ve her açıdan ülke yeniden doğuyor. Cumhuriyetin ilanından sonra ülkenin her bir yanında müthiş bir kalkınma faaliyeti gördük. Tüm alanlarda disiplin içerisinde akılcı, ilime önem veren ve o şartların zorluk ve imkansızlıklarına rağmen müthiş bir kuruluş yaşadık” ifadelerini kullandı.