Kutsal Ekonomi: Armağan ekonomisi krizde nefes aldırır mı? İnsan, antropolojik olarak, modern çağa kadar doğayla hassas bir iletişim kurmaya çabalamıştır.
Doğanın ona sunduğu her şeye derin bir şükran hissetmiş ve hassas dengeyi bozmamak için kutsallığına saygı göstermiştir. Bir bitki koparacaksa, köklerine zarar vermemiş, bir ağaç kesmek zorundaysa mutlaka bir fidan dikmiş, bir hayvan avlayacaksa hayvanın ruhunu onurlandırıp, onun tüm parçalarından maksimum derecede faydalanarak başka bir hayvana zarar vermemeye çalışmıştır. Yuval Noah Harari “Homo Sapiens” eserinde bu yüzden büyük hayvanları tercih ettiklerinden ve kürkü, kemikleri, eti ve her şeyini kullanarak doğaya daha fazla zarar vermemeyi tercih ettiklerinden bahseder.
Doğayla bu hassas ilişki hayatta kalmanın ilk önemli kuralıydı; sana her şeyi bahşeden toprak anaya, doğaya saygını sun. Ve ikinci önemli kuralı ise her daim birlik olup, birbirini desteklemekti. Savaş ve mücadele, hayatta kalmamak; uyum ve barış ise hayatta kalmak demekti. Bu yüzden arkaik insanda savaşın izlerini çok nadir görüyoruz ve bir dayanışma hissederiz. İşte hem doğaya hem insanın birbirine karşı bu hassasiyeti 300 bin yıllık insanlık tarihini göz önüne alırsak, insanda bir şefkat, şükran ve dayanışma hissinin arkaik ekonominin temeli olduğunu görürüz.
Charles Eisenstein isimli ekonomi aktivisti ve çevreci bu “kutsal ekonomiye” armağan ekonomisi olarak nitelendirmiştir ve topluluğu bir arada tutmak için bunun elzem olduğunu dile getirmiştir. Yale Üniversitesinde matematik ve felsefe eğitimleri görmüş Eisenstein şöyle tanımlar:
“Aslında bizi yaşatan ve yaşamı güzelleştiren şeylerin hiç biri, kazandığımız şeyler değil. Hava, kazandığımız bir şey değil, doğumu da kazanmıyoruz, döllenmemizi de kazanmadık, nefesimizi de… Bize yiyecekler sunan bu gezegeni kazanmadık. Güneş de kazandığımız bir şey değil. Bunlardan dolayı insanların doğuştan gelen bir tür şükran duygusuna sahip olduklarını düşünüyorum. Çünkü içimizden biliyoruz ki bunların hiçbirini kazanmış değiliz. Tüm yaşam bize verilmiş bir hediye. Eğer bir armağan aldığını biliyorsan, o zaman şükran duyarsın ve karşılık vermek istersin. Armağan ekonomisi herkesin herkesle rekabet ettiği para ekonomisi gibi değildir. Armağan toplumunda ihtiyacından daha fazlasına sahipsen, onu ihtiyacı olan bir başkasına verirsin. Toplum içindeki konumun böylece belirlenir.”
Charles Eisenstein’ın bahsettiği konu aynı zamanda antropolojik araştırmalarda ortaya konan bir gerçektir. Şamanik ve animistik toplulukları, hala yaşayan avcı-toplayıcılara ve avcı-toplayıcı şamanik inanca sahip atalarımızın yaşantılarına baktığımızda, ihtiyacından fazlasına sahip olmama temel bir erdemdir. Eğer bir ağaç yetiyorsa ikincisine dokunmaz, eğer bir dal adaçayına ihtiyacı varsa, ikinci dala el uzatmaz.
Yine araştırmalar ayrıca bir kişinin çok fazla mala sahip olmasına da sıcak bakılmadığını gözler önüne sermektedir; hediye etme içgüdüsü vardır ve ihtiyaç duymuyorsa artık kişi bunu armağan eder. Aynı hassasiyeti doğaya gösterdiklerini de biliyoruz, adak vermeden bitki koparılmaz, adak verilerek ve şarkı ile ruhlar onurlandırılmadan ormana girilmez ve ava çıkılmazdı. Bir canlıya -ki animistik inançta her şey canlıdır- zarar verilmezdi, bir taş bile gerek duyulmadıkça yerinden oynatılmazdı. Hala böyle yaşayan topluluklar vardır.
Aslında bu bize çok yabancı değil. Büyükannelerimiz, dedelerimiz böyle yaşardı. Büyümüş çocuğun kıyafetleri küçüklere verilir, komşunun ihtiyacı olmayan şey komşuya verilir ve yemek fazla yapıldıysa komşulara da dağıtılırdı. Eğer mahallede fakirleşmekte olan bir aile varsa onlara sahip çıkılırdı. Komşuluk ve mahalle kültürü yerini büyük metropollere bırakınca, beton, doğayı yutup, doğa ile olan kadim ve kutsal bağımızı unutturunca ve en önemlisi siyasi iklim sert, ayrıştırıcı olunca, siyasilerin dili ise birbirine düşüren bir üslup içerince, bu kardeşlik ve dayanışma maalesef azaldı ve hatta bazı mahallerde bitti.
Bu noktada ekonomik krizin ortasında, dolar iyice yükselirken atalarımızın ekonomisi bize ilham verebilir. Bu kriz için büyük ve kitlesel bir çözüme ihtiyaç duyduğumuz gerçek ama biz kendi topluluklarımızı kurabilir ve kendi aramızda hediyeleşebiliriz. İhtiyacımız olmayan ve fazla olanı takas edebilir, değiş tokuşta bulunabiliriz. Ya da ihtiyacı olanlara hediye edebiliriz. Covid dönemi böylesi bir dayanışmaya sebep olsa da doların yükselişi, herkesi daha vahşi hala getirecektir. Her gün artan fiyatlar tahammül sınırlarını zorlayacaktır. Peki çözüm?
Çözüm daha küçük düzeyde kendi eş-dost-komşu arasında dayanışmayı arttırmak, takası ve hediyeleşmeye ağırlık vermek olabilir. Daha büyük düzeyde ise artık siyasal sert iklim için ses çıkarıp, ayağa kalkıp, özgürlüğün ve adaletin yanında olmak; ekonomik krizi engelleyecek çözümler için mücadele etmek ve susmamak gerekmektedir. Asıl çözüm için ise halk olarak artık rekabeti, ikiliği bırakıp, tüm ayrıştırıcı söylemlerin karşısında durarak, birlik olmamız gerekmektedir.