Anne dediğin yorulmaz, oturmaz, yemez, içmez, uyumaz, dinlenmez, her zaman dinç olur. Öyle mi gerçekten? Anneler hiç yorulur mu?
Alarm çalıyor. Durmak, susmak bilmiyor. Kapatma tuşu nerde ki bunun? Of Allahım! Daha gün bile aymadı. Güneş bile uyanmadı. Bu saatte neden uyanıyorum? Kalktım minik alarmımı kucağıma aldım. Uykusunu almış, minik mutlu gözlerle bana bakıyor. Gülüşünü görüp sinirli kalmak pek mümkün değil ama bu saatte uyanmasan günün diğer vakitlerinde sana daha dinç bakabilirim demi?
Ah miniğim. Güneş bile doğmadan nasıl böyle dinç olabiliyor ve bu direncini akşama kadar nasıl sürdürebiliyorsun? Bana bir bak. Gözlerimin altı mosmor, saçlarım darmadağın, yattığım kıyafetle gün boyu duruyorum sonra tekrar yatıyorum. Eriniyorum. Kıyafet değiştirmek, saçlarımı taramak çok vaktimi alıyormuş gibi geliyor, oysa 10 dakika bile değil. Ama 10 dakikam olsa sadece gözlerimi kapatmak aklıma geliyor. Çünkü gözlerimi açamıyorum. Göz kapaklarım bildiğin bana savaş açmış yukarıdan bastırıyorlar, bacaklarım beni aşağı, sırtım beni yatağa çekiyor sanki. Bütün vücudum bana savaş açmışken ben minik bir oğlana bakmak için yorgun bir savaşçı gibi mücadele ediyorum.
İşte gülen gözlerine bakarken aklımdan bunlar geçiyor. Üzgünüm. Sebebi sen değilsin. Sen hayatı doyasıya yaşamak istiyorsun. Çok normal. Çünkü bu hayata yeni geldin ve her şeyi keşfetmek istiyorsun. Sorun sende değil bende. Bedenime ağır gelen ruhumda. Olduğumdan fazla hissettiğim yaşımda. Lise de ne dersiydi tam hatırlamıyorum ama yaratılış gibi konuları konuşurken konu konuyu açmış laf ruhun yaratılma zamanına gelmişti. Öğretmenimiz ruhlar bedenlerden önce yaratılıyor demişti. Muhtemelen benim ruhum 10000 yaşında falan. Başka açıklaması olamaz. İnsan her oturduğunda uykuya dalacak gibi olur mu?
Eskiden de böyle miydim? Hatırlamaya çalışıyorum. Ama sanki bin yıldır böyle yaşıyor gibiyim. Ne lise hayatımı tam hatırlıyorum. Ne üniversite. Sanki hiç yaşanmamış gibi. Olanlar hiç olmamış. Fotoğraf yok gibi. Sanki doğmuş ve bu anın içinde kendimi bulmuş gibiyim. Bin yıldır minik bir oğlana bakıyor ve onun için dinç duruyor gibiyim. Eskiden nasıldım hatırlamıyorum.
Bunu, daha doğrusu bu duyguyu tek ben yaşamıyorumdur umarım. Tek tesellim o. Eğer tek ben yaşıyor isem ben nasıl bir anneydim böyle. Korkunç.
Anne dediğin yorulmaz, oturmaz, yemez, içmez, uyumaz, dinlenmez, her zaman dinç olur. Öyle mi gerçekten. Kendi annemi düşünüyorum. O nasıl bir anne idi. Silik anıları birleştirmeye çalışıyorum. Benim anılarım mı yoksa televizyon izlerken bir reklamda ya da bir dizi de mi denk geldim ayırt edemesem de sanki benim annem hiç yorulmuyor gibi. O zaman sorun bende..
Yetişemiyorum işte yapamıyorum. Kesinlikle bu iş için uygun değilim. Aslında çok seviyorum onu. Onunla vakit geçirmeyi, oyun oynamayı, ona yemek yapmayı, zar zor yaptığım yemeyi yedirmeyi, parka götürmeyi, yeni yerler ve şeyler keşfettiğinde yüzünde oluşan gülümsemeyi çok seviyorum. Ama gel gelelim bütün gün ve bütün günler çok zor oluyor. Bazen bir kafesin içinde gibiyim. Çıkmaya çalıştıkça daha çok yaralandığım, kaçmaya çalıştıkça daha çok kaldığım. Bu düşüncelerimden nefret ediyorum ama sanki parmaklıkları olmayan bir kafes duygusunu çoğu zaman yaşıyorum.
Zar zor yatağa yapışan bedenimi kaldırdım. Önce kafamda ki bu düşünceleri kaldırdım sonra yatağı. Bu düşünceler halinde iken onunla ilgilenmem biraz zor oluyor. Sorgusuz sualsiz hesapsız bir bağ kurmalıyım. Ben bir anneyim ve tatili olmayan bu mesaileri yapmak zorundayım. Kafa karıştıran cümle ve düşüncelere gerek yok.
Silkelenip kendime geldim. Süperman filmlerinde olduğu gibi enerjimi doldurdum. Güne hazırım. Hiç oturmamam ve yatar pozisyona gelmemem lazım yoksa uykuya yenik düşebilirim. Şunun şurasında kaç saat uyudum. Yüzümü yıkadım soğuk buz gibi su ile. Ne kadar soğuk o kadar etkili. Tarağa elim gitti vazgeçtim. Taramadan topladım. O dakikaları diş fırçalama için kullanmaya karar verdim çünkü banyonun kapısının önünde feryat figan ağlayan minik oğlana yetişmem lazım.
Ne var sanki o kadar ağlayacak. Tuvalete de mi gitmeyelim. O kadar da değil. Anneler tuvalete gidiyordur herhalde diye düşünüyorum.
Neyse hemencecik çıktım, aldım kucağıma. Hemen sustu. Daha güneş doğmadı ama bizim kahvaltıyı hazırlamamız lazım. Daha gözlerim yatağa bakarken nasıl yiyeceksem.
Üstümü yine değiştiremedim. Bir kere daha feryat etmesini çekemeyeceğim çünkü. Ah yine aynı düşünce. Çekemeyeceğim. Bu düşüncemden de nefret ediyorum. Nasıl bir kelime nasıl bencilce bir duygu. Hemen çık o duygudan. Utanmadan nasıl geçirirsin böyle düşünceleri. Çekeceğim tabi ki. Çocuk bu. Benim çocuğum. Tamam geçti. Sakinim. Sakin kalmak zorundayım. Asla olumsuz bir duyguya bürünmeden, yorulmadan etmeden, anneliğimi yapmam lazım.
Anneler hiç yorulur mu? Etraftan ne kadar çok duyuyoruz bu ithafları. Hiç anne olmamış gibi nasıl bencilce konuşuyorlar, kırılır mı üzülür mü demeden. Ben yoruluyorum hem de çok. Bazen karnım acıktı dediğinde hiç pişmanlık duymadan bir bardak süt veriyorum. Her zaman sağlıklı ve vitaminli yemekler yapamıyorum bazen makarna ile günü geçiştiriyorum. Bazen parka götürürken salıncağa binmek yok diyorum çünkü sallamak istemiyorum.
Bisiklete binmeye götürmek işkence halini alabiliyor. Kapıdan bir türlü çıkamıyor oluşumuz beni delirtiyor. Gülümseyerek deliriyorum. Güzelce. Bunu yaparken kendime vakit kaldığı için mutlu oluyorum sonra keşke erinmeseydim diyorum ama aslında o kelime erinmek değil yorulmak. Yorulduğum için yapacak halim kalmıyor. Çünkü bence anneler yorulur. Anneler uykusuz kalır. Hatta bazen bir gün anneler ölür bile.