Basketboldaki zaferimizin mimarı, koç Aleksandar Sasha Djordjevic.
Dün Fenerbahçe taraftarı için hem kabusu hem de müthiş bir rüyayı gördüğü bir gece oldu. Futbolda şampiyonluğun kaçtığı bir sezonda elinde kalan diğer iki kulvardan biri olan Türkiye Kupası’ndan, tam da Fenerbahçe’nin başına gelebilecek bir şekilde elendi. Kovid ve çeşitli nedenlerden çoğu as futbolcusunu getirememiş, koca bir ikinci yarısını 10 kişi oynamış rakibi Kayserispor karşısında, hem de kendi evinde bir tane bile gol atamadan son saniyede, eski futbolcusunun attığı gole mani olamayarak yenildi. Doğal olarak da taraftar çılgına dönüp büyük üzüntü yaşadı.
Hemen hemen aynı dakikalarda ise yine aynı taraftar çılgına dönmüştü. Ama bu çılgınlık çok önemli bir galibiyetin vermiş olduğu sevinç ve coşkudan ibaretti. Çünkü Fenerbahçe Beko Basketbol Takımı, son on maçta dokuzuncu galibiyetini, Euroleague’de lider durumda olan Real Madrid karşısında alıyordu. Hem de maç başı sayı ortalaması yaklaşık 81 olan rakibini 51’de tutarak. Bu gerçekten de çok büyük bir olaydı.
O yüzden bugünkü yazımı, iki farklı duygu selinin yaşandığı, iki farklı spor müsabakasından Fenerbahçe taraftarını mutlu eden branşına yani basketbola ayırmayı daha uygun gördüm. Ne de olsa Fenerbahçe taraftarı da hem soğuk ve yağışlı havanın etkisi hem de son dönemlerdeki başarı grafiğinden dolayı, aralarında yaklaşık 10km olan iki spor mabedi; Fenerbahçe Ülker Sports Arena ile Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’ndan ilkini tercih edip tıka basa doldururken diğerini bomboş bırakmıştı doğal olarak.
Oyunculara, oyun taktiğine ve taraftara fazla girmek istemiyorum. Çünkü sonuç ortada. Real Madrid gibi bir takımı o sayılarda tutup sürklase ederek yenmek cidden kolay iş değil. Fenerbahçe; iyi bir takım olursa, sahada her şeyini ortaya koyarsa ve kaliteli oyunculardan kurulursa hem basketbolda hem de futbolda yenemeyeceği takım olmadığını herkese gösterdi. Çünkü takım böyle olursa onu destekleyecek öyle bir taraftar gücü var ki inanılmaz. Dün de uzun süre sonra ilk defa maçın tüm biletleri tükenmiş ve salon tıka basa dolmuştu.
Bu taraftar topluluğu takımını müthiş bir şekilde destekleyerek büyük bir itici güç olurken rakibini de bir o kadar sindirip hem onları hem de hakemleri baskı altında tutmuştu. Futbol takımı ve Şükrü Saraçoğlu’nun tam tersi olarak. Bildiğiniz üzere Fenerbahçe taraftarının çok doğru ve bir o kadar etkili tezahuratı vardır “Burası Kadıköy, buradan çıkış yok” diye. Hatta bu yazı soyunma odalarından yeşil sahlara çıkış tünelindeki duvarda da yazılıdır. Ve oyuncular sahaya çıktıklarında, taraftar da müthiş gürültüsüyle ve oluşturdukları atmosferle bu yazının hakkını verirlerdi. Tabi eskidendi bu. Ne yazık ki son yıllarda durum bu şekilde değil. Örneğin bu sezon Kadıköy’de tüm kulvarlarda oynanan 17 maçın sadece 7 sinde galip gelebilmiş takım.
Neyse konumuza tekrar geri dönelim ve yazımızın da başlığı olan, basketboldaki zaferimizin mimarı, koç Djordjevic’den biraz bahsedelim. Yeni nesil hatırlamaz ama şu anki koçumuz Djordevic zamanının en iyi guardlarından biriydi.
O sıralar basketbolu şimdiden çok daha iyi takip ediyordum. Ülkenin en iyi takımları Efes Pilsen, Tofaş ve kısmen de Fenerbahçe idi. Fenerbahçe’de İbrahim Kutluay büyük bir skorerken, Efes’in guardı Petar Naumoski buz gibi yapısıyla tam bir basketbol efsanesi konumundaydı. Avrupa’nın en büyük guardlarını ise Olimpiakos’un kısa boylu müthiş guardı David Rivers’la İtalyan ve İspanyol devlerinin formasını yıllarca giymiş Djordevic oluşturuyordu.
Bu üç guard günümüz guardlarının yanında Formula 1 araçları gibi kalıyordu desem yanlış bir benzetme olmaz herhalde. David Rivers bir süre Tofaş’ta da oynamıştı. Ama benim en büyük ilgimi Djordevic çekiyordu. Gençliğimin de vermiş olduğu heyecanla onun tarzını çok seviyordum. İki koluna taktığı kollukları, kel kafası, karizmatik ismi ve müthiş oyunuyla kendisine hayran bırakıyordu. O zamanlar hep hayal ederdim keşke Fenerbahçe’ye transfer olsa ve gidip maçlarını seyretsem diye. Hayat böyle bir şey demek ki. Kim bilirdi ki yıllar sonra koç olarak Fenerbahçe’nin başına geçsin.
Aslında koçun işi de kolay değildi. Obradoviç gibi bir basketbol efsanesinden sonra göreve gelmek. Allah’tan arada başka bir koç dönemi oldu da Djordevic’in işi biraz daha kolaylaştı. Djordevic tabii ki bir Obradoviç değil. Onun tecrübesi, karizması, başarıları anlatmakla bitmez. Ama ben Djordevic’in de zamanla çok daha müthiş başarılar kazanacağını düşünüyorum. Gerekli zaman, sabır ve iyi oyuncular verilirse.
Koç dün akşam takımın en önemli iki ismi Jan Vesely ve Nando De Colo olmadan bu zaferi kazanarak rüştünü ispatladı. Hatta iki yıldız isim de uzun süredir sakat ve onlar olmadan çok önemli maçları kazandırdı takımına. Demek ki bu iki isim geldikten sonra çok kötü başladığımız Euroleague’de iyi yerlere gelebiliriz. Kim bilir belki de; Fenerbahçe taraftarı olarak son yıllarda alıştığımız ama son birkaç yıldır uzak kaldığımız Final Four’a bile gidebiliriz. Futboldaki başarısız ve hedefsiz günlerin boşluğunu ancak bu şekilde doldurabiliriz zaten. O da belli bir kısmını…