Yedi iklim ve yirmi dört boy olan Türkler için, Ağustos ayı zaferler ayıdır. Ağustos ayı, yeni ufukların açıldığı bir dönemdir.
Bin yıllık serüvende şanlı tarihimiz bu ayda zaferlerle doldu. 26 Ağustos 1071’den, 29 Ağustos Mohaç Meydan Savaşı’na ve oradan 30 Ağustos Dumlupınar zaferine kadar Anadolu aynı şuur ve inançla savunuldu. Ve tüm cihana Türk yurdu olarak kalacağı kabul ettirildi.
Tarihler 1037 yılını gösterdiğinde Tuğrul ve Çağrı kardeşler Büyük Selçuklu Devletini kurdu.
Tuğrul ve Çağrı Beyler Oğuz Türklerinin Kınık boyundandı. İran coğrafyasında kurulduğu için Türk-İran geleneğine dayalı olan bir devlet olarak dizaynı ile oluşturuldu. Nişabur devletin merkezi olarak ilan edildi. Selçuklu Devletinin resmi dili Farsça iken , ordu dili olarak Türkçe kullanıldı.
Halkın çoğunluğu ise Arapça konuşuyordu. Ayrıca Arapça dil olarak devlet kademelerinde öğretiliyordu.
Tuğrul ve Çağrı beyler devleti doğu ve batı usulüyle yönetmişlerdir. Batı’da Tuğrul bey sultan , Doğu’da ise Çağrı bey melik olarak bulunuyordu. Orta Çağ’da kurulan Büyük Selçuklular, hızlı büyümeye başladı. Ve halifeliğin bulunduğu Abbasiler de artık Büyük Selçuklulara tabi olmuştu.
Bu dönemde Şii Fatimiler, Gazeneliler, Karahanlılar ve Kıpçak boylarına karşı önemli zaferler kazanıldı. Çağrı bey ve Tuğrul beyin ebedi aleme göçü ile Büyük Selçukluların başına 27 Nisan 1064’te Sultan Muhammed Alparslan geçti. Sultan Alparslan, Çağrı Beyin oğludur.
Sultan Alparslan’ın tahta geçişiyle Büyük Selçuklu Devleti’nde yeni dönem başlamıştı.
Sultan Alparslan çok iyi bir eğitim almıştı. Özellikle babası Çağrı Bey, oğlunun eğitimi için özel olarak ilgilenmiş ve kendi yönetiminde yanında bulundurmuştur. Sultan Alparslan melik olarak görev yaptığı süreç boyunca da birçok sefere intikal etmiştir. Melikliği döneminde yönetim konusunda tecrübe elde eden Sultan Alparslan, yönetimi ele alınca zaman kaybetmeden seferlere ağırlık verdi. İlk seferini Gürcistan ve doğu bölgelerine yaptı. Bu seferde oğlu Melikşah ve veziri Nizamülmülk de bulunuyordu.
Bizans’ın elinde bulunan Kars ve Ani bölgesine kadar ilerleyerek buraları ele geçirdi. Bu fethi neticesinde Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrillah, Sultan’a “Ebu’-Feth”lakabını vermiştir. Fetihlerin Babası ünvanını alan Sultan Alparslan, Gürcüler, Şii Fatimiler, Karahanlılar ve Gazneliler ile yeni mücadelelere girişti ve sınırları güvence altına aldı. Amcası Tuğrul Bey’in, Anadolu’ya başlattığı akınları devam ettirdi. Önemli komutanlarını görevlendirerek Anadolu’nun fethine hız verdi. Bu durumdan rahatsız olan Doğu Roma İmparatorluğu ise Romen Diyojen öncülüğünde,Sultan Alparslan’a karşı büyük bir ordu topladı.
Sultan Alparslan ise bu sırada Fatimilere karşı sefere çıkmıştı. Seferine Anadolu’daki Bizans sınırından başladı. Sultan ilk olarak Malazgirt ve Erciş’i ele geçirdi, Diyarbakır bölgesinde Süveyda ve Tulhum başta olmak üzere birçok kaleleri fethetti. Daha sonra Urfa’dan Haleb’e hareket eden Sultan burayı kuşatarak Mirdasoğullarından Mahmûd tarafından şehrin anahtarlarını teslim aldı ve onu affederek makamını bağışladı. Şam’a yönelen Sultan; Bizans imparatoru Romen Diyojen’in büyük bir ordu toplayarak Müslüman topraklarına sefere çıktığını haber aldı ve süratle geri döndü.
İki ordu Malazgirt ovasında karşılaştı.
Sultan Alp Arslan komutasındaki Selçuklu Ordusu, sayısı 150 bin olan Bizans ordusuyla Malazgirt ovasında karşılaştı. 60 bine yakın ordusunun karşısına kefeniyle çıkan Sultan Alparslan, “Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım; ya da şehit olarak cennete giderim. Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler, takip etsin. Ayrılmayı tercih edenler, gitsinler! Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. Zira bugün ben de sizlerden biriyim. Sizlerle birlikte savaşan bir gaziyim. “Beni takip edenler ve nefislerini yüce Allah’a adayarak şehit olanlar, cennete; sağ kalanlar gaziliğe kavuşacaktır. Ayrılanları ise, ahirette ateş, dünyada da rezillik beklemektedir.” şeklinde askerlerine hitap etti.
Ve bu konuşma savaşın seyrini değiştirdi. Bizans’a karşı hilal veya bozkurt taktiğini uygulayan Alparslan, Romen Diyojen’in ordusunu mağlup ederek onu esir aldı. Artık Bizans bu Malazgirt’ten sonra fetret devrine girdi ve savunma konumuna geçti. Türkler ise taarruz konumuna geçti.
Türkler ise Sultan Alparslan’ın öncülüğünde Anadolu’da yeni yurtlar açmaya başladı.
Malazgirt’ten sonra Anadolu bizler için vatan olmaya başladı. Büyük Selçuklu Devleti, altın çağına ulaştı. Anadolu’dan Çin’e kadar kuzey ve güneyden sınırları büyüyen Selçuklular, Türk ve Müslümanların dünyada ki hamisi oldu. Ulu hakan Sultan Alparslan, Karahanlılar üzerine yaptığı bir sefer sırasında hançerlenerek şahit oldu. Açtığı kutlu yol asırlar boyunca devam etti.
Tarihler 29 Ağustos 1526 yılında gösterdiğinde Osmanlı İmparatorluğu, yükselme yani altın çağını yaşıyordu. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletlerinin varisi olan Osmanlı İmparatorluğu, büyük bir cihan devleti olmuştu. Bu cihan devletinin başında ilk Osmanlı halifesi Yavuz Sultan Selim Han’ın oğlu Kanuni Sultan Süleyman bulunuyordu. Avrupa’da 637 yıllık Macaristan İmparatorluğu sınırlarına kadar ulaşan Osmanlı İmparatorluğu’nun karşısında hiçbir güç duramıyordu. Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına Avrupa’ya doğru genişletirken, Avrupa’da kendi içerisinde savaşıyordu.
Fransa kralı Birinci Fransuva’nın Kanuni Sultan Süleyman‘dan yardım istemesiyle Avrupa’da, yeni bir dönem başlıyordu. Artık Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa siyasetine yön veriyordu. Avrupa seferleri önündeki en büyük engel olan Macaristan’ın ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunun tek çözümü de savaş meydanında alınacak galibiyetti. Ve öylede oldu. İki ordu Mohaç’ta karşı karşıya geldi. Macar ordusu 200 bin askerden oluşurken , Osmanlı ordusu 100 bin asker ve 300 toptan teşekküldü. Savaş başladıktan 2 saat sonra bitti. Osmanlı ordusu tıpkı Malazgirt’te olduğu gibi kendinden büyük bir orduyu mağlup etti.
Turan taktiği uygulanmış ve Macaristan Osmanlı toğrağı olmuştu. Türklerin Avrupa’dan çıkarılamayacağı kesinleşmişti. Kanuni Sultan Süleyman, Selahaddin Eyyübi gibi askerine geri dönüşün asla olmayacağını göstermek için gemileri yaktırdı. Tuna Nehri’ndeki bütün köprüler yıkılmıştı. Tarih yine bir destanla daha tekerrür etti.
Mohaç’tan tam 400 yıl sonra Anadolu işgal edilmişti. Osmanlı İmparatorluğu, girdiği Birinci Dünya Savaşı’ndan müttefiklerinin mağlup olmasıyla yenik çıktı. Düşman Çanakkale boğazını geçememişti ancak Anadolu işgal altındaydı. Doğuda Ruslar, batıda Yunan ve İtalyanlar, güneyde Fransızlar işgal ederken, İstanbul’u da İngilizler işgal etmişti. Osmanlı Hükümeti zor durumdaydı. İçten ve dıştan kuşatılmış olan imparatorluk artık son günlerini yaşıyordu.
Bu işgale dur demek için çeşitli cemiyetler kurulmuştu. Ancak örgütlenme olmadığı için bölgesel başarılar haricinde düşmana karşı bir zafer sağlanamıyordu. Bunun farkına varan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Erzurum Kongresi’nden itibaren işgale karşı disiplinli bir mücadele başlattı.
İşgale karşı tek vücut olan Türk halkı Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nı başlattı.
Oluşturulan Kuvay-i Milliye birlikleri ile işgalci devletlere karşı düzenli mücadele başladı.
Sırasıyla 1.ve 2. İnönü savaşları, Kütahya-Eskişehir, Sakarya savaşı ve Başkomutanlık ya da Dumlupınar meydan savaşları yapıldı. Türk milleti için zor süreçler yaşanıyordu. Açlık ve yoksulluğa rağmen bağımsızlık için büyük mücadeleler veriliyordu. Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde düşmanı Anadolu’dan atmak için son bir merhale kalmıştı. Sakarya Savaşı’nda mağlup edilen Yunanlıların tamamen Anadolu’dan atılması gerekiyordu.
Çünkü Yunanlılar, Anadolu’da büyük kıyımlar yapmış, bölgeyi yakıp yıkmışlardı. Takvimler 30 Ağustos 1922’yi gösterdiğinde Kütahya’ya bağlı Dumlupınar yakınında Türk ve Yunan orduları karşılaştı. Başkomutan Atatürk’ün,” Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir” emriyle Yunanlılar mağlup edildi. Kurtuluş Savaşı’nın son evresi 26 Ağustos 1922’de Afyonkarahisar – Kocatepe’de başlayan Büyük Taarruz ile açılmış ve 9 Eylül 1922’de Türk Ordusu’nun İzmir’e girmesiyle sonuçlanmıştır.
Ve böylece Anadolu yine Türk yurdu olarak kaldı.
Bin yıl önce Malazgirt’te verilen mücadele verilmiş, Türk’ün gücü ve bağımsızlığa olan inancı tüm dünyaya bir kere daha gösterilmişti. Merhum şair Mehmet Akif Ersoy’un da dua niteliğindeki “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.” sözüne, amin diyerek yazımızı bitirelim.
Bizlere bu cennet vatanı bırakan ecdadımıza minnettarız.