ABD başkanlık yarışında Donald Trump, 276 delege kazanarak ABD’nin 45’inci başkanı oldu. Peki Trump yönetiminde ABD’nin dış politikası nasıl olacak? Bu zafer Orta Doğu’ya barış getirebilir mi? Detaylar haberimizde…
ABD seçimlerinde oy sayımı sürerken, resmi olmayan sonuçlara göre Cumhuriyetçi aday Donald Trump, başkanlık yarışını 267 delege ile önde götürüyor ve ikinci seçim zaferine ulaşmasına kesin gözüyle bakılıyor. Oy sayımı pek çok eyalette devam ederken Fox News, Trump’ın zafere ulaştığını ilan etti.
Dünyanın dört bir yanından liderler, ABD’nin gelecek başkanı Donald Trump’ın NATO’ya olan düşmanlığı, ‘önce Amerika’ politikaları, Ukrayna ve Ortadoğu gibi çatışma bölgelerine yönelik potansiyel olarak dengesiz yaklaşımı konusundaki endişeler arasında kendisini tebrik etti.
Geçen hafta Michigan’daki Dearborn’da bir Lübnan restoranını ziyaret eden Trump, seçilirse “Orta Doğu’da barış olacak ama şu anda ABD’yi yöneten bu soytarılarla değil” diye yemin etti. Trump’ın bu açıklamaları pek çok Müslüman seçmenin oyunu kazanmasına olanak sağladı.
Orta Doğu’da kalıcı barış mümkün mü?
Donald Trump’ın 2016’daki başkanlık seçimlerini kazanmasının ardından, dünya siyaseti önemli ölçüde değişti ve özellikle Ortadoğu’da yeni dinamikler ortaya çıktı. Trump’ın Ortadoğu’ya yönelik politikaları, kendisinin iktidara gelmeden önceki dış politika söylemleri ve kampanya vaatleriyle şekillenmeye başlamıştı. Ancak Trump’ın başkanlık dönemi boyunca izlediği stratejiler, genellikle daha doğrudan ve tek taraflı bir yaklaşım sergiledi. Bu, özellikle Ortadoğu’daki mevcut istikrarsızlıkları ve çatışmaları nasıl dönüştürebileceği konusunda geniş bir tartışma alanı yarattı.
Trump’ın Ortadoğu politikalarını daha iyi anlamak için, onun başkanlık dönemi boyunca izlediği bazı önemli hamlelere bakmak gerekir. Özellikle İsrail ile Filistin arasındaki çatışma, İran ile olan ilişkiler ve Suudi Arabistan’la olan bağları gibi temel meseleler üzerinden Ortadoğu’ya barış getirip getiremeyeceği konusunda bir değerlendirme yapabiliriz.
İsrail-Filistin sorunu ve Trump’ın rolü
Trump’ın Ortadoğu politikasındaki belki de en belirgin özelliği, İsrail ile ilişkileri derinleştirmesi ve Filistin meselesine yaklaşımındaki tek taraflı tutumu oldu. Trump, İsrail’in güvenliğini ön planda tutarak, Filistinli liderlerle diplomatik müzakereleri bir kenara bıraktı ve İsrail’in taleplerine daha yakın bir pozisyon aldı. Bu noktada, 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, Ortadoğu’daki barış sürecini olumsuz etkileyen önemli bir adım oldu. Kudüs’ün statüsü, özellikle Filistinliler için sembolik olarak çok önemli bir konu olup, Trump’ın bu kararı, barış çabalarının gerilemesine yol açtı.
Bununla birlikte, Trump yönetimi, 2020’de “Yüzyılın Anlaşması” olarak adlandırdığı bir planı sundu. Bu plan, Filistinlilerin çoğu tarafından reddedildi ve genellikle İsrail’in çıkarlarını gözeten bir plan olarak değerlendirildi. Ancak bazı Arap ülkeleri, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi ülkeler, İsrail ile normalleşmeye karar verdi. Bu normalleşme, Trump’ın en büyük diplomatik başarılarından biri olarak kabul edilebilir. Ancak bu başarı, sadece İsrail’in Arap ülkeleriyle olan ilişkilerini ilerletmiş ve Filistinlilerle herhangi bir ilerleme sağlanamamıştır.
Sonuç olarak, Trump’ın İsrail-Filistin meselesindeki tutumu, barış getirmekten çok, mevcut çatışmanın daha da derinleşmesine yol açmış gibi görünüyor. Filistinlilerin kendi devletlerini kurma hakkı ve Kudüs’ün statüsü gibi kilit meselelerdeki çözüm arayışları, Trump’ın politikalarıyla daha da zorlaşmıştır.
İran ile ilişkiler: Gerilim ve diplomasi
Trump’ın ikinci önemli Ortadoğu hamlesi, İran ile olan ilişkilerdeki büyük değişimdi. 2015’te, Barack Obama yönetimi altında İran ile yapılan nükleer anlaşma (JCPOA), Ortadoğu’daki diplomatik denklemi ciddi şekilde etkilemişti. Ancak Trump, bu anlaşmayı 2018’de tek taraflı olarak iptal etti ve İran’a yeniden sert yaptırımlar uygulamaya başladı. Bu politika, bölgedeki gerilimi arttırdı ve İran ile Batılı ülkeler arasında diplomatik bir çözüme yaklaşılmasının önünü tıkadı.
Trump’ın “maksimum baskı” stratejisi, İran’ı ekonomik olarak zor durumda bırakmayı amaçladı, ancak bu politika bölgesel çatışmaların tırmanmasına ve özellikle İran’ın Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye’deki rejimle olan ilişkilerini güçlendirmesine yol açtı. Ayrıca, Trump’ın İran’a karşı sert yaklaşımı, bölgedeki birçok müttefik ülkenin daha da militarize olmasına ve silahlanmasına yol açtı. Örneğin, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, İran’a karşı daha agresif bir tutum benimseyerek bölgedeki güvenlik endişelerini artırdılar.
Trump, ayrıca 2020’de İranlı general Kasım Süleymani’nin öldürülmesiyle, bölgedeki gerilimi zirveye taşıdı. Bu eylem, İran ile ABD arasında sıcak çatışma riski doğurdu. Dolayısıyla, Trump’ın İran politikasının barışa yönelik herhangi bir etkisi olduğu söylenemez; aksine, gerilimi artırmış ve bölgedeki istikrarsızlığı derinleştirmiştir.
Suudi Arabistan ile ilişkiler: Ekonomik ve stratejik bir ortaklık
Trump’ın Suudi Arabistan’a olan yakın ilişkileri de dikkat çekicidir. Trump, Suudi Arabistan’la olan stratejik bağları güçlendirmek için birçok adım attı. Suudi Arabistan, Trump’ın başkanlık döneminde ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiklerinden biri haline geldi. Trump, Suudi Arabistan’la silah satışlarını artırdı ve Körfez’deki İran karşıtı ittifakları destekledi. Suudi Arabistan’ın Yemen’deki askeri müdahalesine yönelik eleştiriler ise Trump yönetimi tarafından genellikle göz ardı edildi.
Suudi Arabistan’ın liderliğindeki Arap ittifakı, İran’a karşı birleşmiş olsa da, Yemen’deki savaş gibi insani krizler, bölgedeki barış arayışlarını zorlaştırmıştır. Trump’ın Suudi Arabistan’la olan ilişkilerinin pekiştirilmesi, aslında barış arayışlarından çok, stratejik çıkarlar ve ekonomik ilişkiler üzerine inşa edilmiştir. Bu durum, Ortadoğu’daki mevcut çatışmaların çözülmesi konusunda etkisiz kalmış ve bölgedeki dengeyi korumakta yetersiz kalmıştır.
Barışa giden yol: Hayal kırıklığı
Donald Trump’ın Ortadoğu politikaları, genellikle tek taraflı, agresif ve çıkarcı bir yaklaşım sergilemiştir. Barışa giden yolu açmak yerine, mevcut çatışmaları derinleştirmiş, bölgedeki istikrarsızlıkları daha da pekiştirmiştir. İsrail-Filistin sorununun çözülmesinden çok, İsrail’in Arap ülkeleriyle normalleşmesine odaklanmış, İran’a yönelik baskı ve gerilim, bölgedeki gerginlikleri tırmandırmıştır. Suudi Arabistan ile olan ilişkiler ise, barışa yönelik bir adım atılmasından çok, ekonomik ve askeri çıkarların ön plana çıkmasına neden olmuştur.
Bu bağlamda, Trump’ın Ortadoğu’ya barış getirme iddiası, büyük ölçüde hayal kırıklığına uğramış ve barış için gerekli olan çok taraflı diplomasi yerine, tek taraflı stratejiler ve sert politikalar öne çıkmıştır. Ortadoğu’da kalıcı barış, ancak daha kapsayıcı ve diplomatik bir yaklaşımla mümkün olabilir.