Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel Açık Radyo’yu ziyaret ederek Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra ve çalışanlarla bir araya geldi.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Kürt sorununa ilişkin olarak, “Herkesin bu işin içine Meclis eliyle dahil edilmesi lazım. Bir büyük toplumsal mutabakat inşa edilmeli diyoruz. Çünkü bu sorun çözülürse, Türkiye’nin önü çok açılacak. Çözülür, çözülemez ayrı tartışma. Üçüncü pozisyonumuz, dünya kadar şehidimiz, gazimiz var. Onların gözünün içine bakamayacağımız. Onlara izah edemeyeceğimiz. Onlara ‘Senin evladın boş yere öldü anacığım’ demeyeceğimiz veya böyle bir şeyin içinde olmamamız lazım. Bu rızada en kıymetli rıza, şehit aileleri ve gazilerin rızasıdır diyoruz. Dört, olabildiğince şeffaflıktan yanayız” ifadesini kullandı.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, gazeteci Fatih Altaylı’nın Youtube programına konuk oldu. Özel, İstanbul’da düzenlenen Teröre ve Şiddete Karşı Yaşam Hakkı Mitingi’ne ilişkin olarak, “Çok iyi geçti. Yani beklenenin üzerinde bir katılım vardı. 55 bin kişi, verilen rakama biz de itibar edelim. Esas mesele şu yani çok daha büyük mitingler yapılabilir. Ama terörün geçen hafta 5 kişiyi hedef aldığı, 5 şehidimizin olduğu bir ortamda güvenlik kaygısının, yani İstanbul’a kıpkırmızı haritasının ertesi gün bütün yolların açıldığı, arabaların bile yola çıkmadığı bir ortamda. Endişeler vardı. Hatta terör saldırısından önce kararlaştırmıştık mitingi. Adı Yaşam Hakkı mitingiydi. Kadın cinayetleri başta çocuk cinayetleri, bebek ölümleri, sokaktaki canların katledilmesi, yani bir bütün olarak. Orman yangınları. Her türlü canlının yaşam hakkını savunmak üzere yapacağımız bir mitingdi. Bu saldırıdan sonra mitingin iptal edilmesine yönelik ciddi beklenti vardı. Bir kez etmiştik. Oturduk, düşündük, taşındık. Bu miting iptal edilemez.
Çünkü yaşam hakkını savunuyor ve 5 şehidimiz var. TUSAŞ’ta sivil insanlar, biri Kahramankazan’dan taksi şoförü. Onların da yaşam hakkı gitti ellerinden. Hepsini birden savunmalıyız. Adında küçük değişiklik yaptık” dedi. Özel, “Çok eleştirenler oldu. Kimse gelmez. Zorlanırız. Kimisi şey diyor, ‘Daha büyük meydan’ filan. Partinin yerel seçimlerden sonra 12’nci mitingi. Biz bir yerel seçimden sonra 2,5 yıl hiç miting yapamamışız. Biz tematik mitingiler yapıyoruz. Örgüte manevra ve hareket kabiliyetini yeniden kazandırıyoruz. Çünkü geçmiş dönemde tercih olarak ‘Mitingler karşı tarafı konsolide eder’ anlayışı ile mitinglerden uzak duruluyordu. Seçim mitingleri hariç. Ama bunun aksine tematik mitinglerin önemli olduğunu düşünüyoruz.
Rize’de çay mitingi, Manisa’da tarım mitingi, Giresun’da fındık mitingi, Gaziantep’te fıstık mitingi, Hayrabolu’da buğday mitingi gibi tarıma yönelik tematik mitingiler yaptık. Emekli mitingi, emekçi mitingi. Emekli mitingi Ankara’daydı, o en muhteşemiydi. Kürsüye çıktım, gırtlağım düğümlendi. Türkiye’nin dört bir yanından gelmişler. O kadar yoksul ve yaşlıydılar ki. Gerçekten çok önemli bir sorun alanı olarak karşımızda duruyor onların yoksulluğu. Gebze’de emek mitingi yaptık derken burada hep savunduğum şu, bunun sonucunu aldığımızı görüyorum. Efendim karşı tarafı şu konsolide eder. Mesela onun dünya görüşüne karşı miting yaparsan toplanır. Ya da örneğin Tayyip Erdoğan’ı telin mitingi yaparsan, onu sevenleri kenetlersin birbirine. Ama örneğin bugün Beşiktaş’tan geçen MHP’li bir taksici, ‘Doğru söylüyor adamlar’ diyorsa sorun yoktur. Bence diyor. Özellikle ekonomiyi ilgilendiren konularda” diye konuştu.
“İYİ PARTİLİ MİLLETVEKİLİ ATMIŞ, ‘TAYİP BEY’İN İKİ KATI İZLENİYORSUNUZ’ DİYE”
Özel, “Cumhur İttifakı’na oy veren Gaziantepli fıstık üreticisi, fıstık için oraya gidip de baştan sona fıstık üreticisinin sorunu konuştuğunda kulak kabartıyor. Hak veriyor. Bu karşı tarafı konsolide etmiyor. Bence karşı tarafı hatta biraz da çözen bir şey bu. O yüzden mitinglere bu açıdan kıymet veriyorum. İyi sonuçlar alıyoruz. Ölçtürüyoruz. Mesela mitinglerdeki söylemimiz ne kadar geçiyor, nerelere kadar ulaşıyor. Ne kadara yayılıyor. İyi sonuçlar alıyor. Geçen salı bizim grubu 98 bin kişi benim hesabım üzerinden canlı izliyordu. Hatta iki fotoğraf var. O sırada Tayyip Bey de il başkanlarında konuşurken 49 binmiş. Bir İYİ Partili milletvekili, biz tabi oradayız, bizimkiler de salonda, çekip atmış. ‘Tayyip Beyin iki katı izleniyorsunuz’ diye. Grup toplantıları geçiyor, tematik mitingler geçiyor. Onun dışındaki etkinliklerde biraz daha sınırlı kalabiliyor erişim” dedi.
“ERDOĞAN’IN GERÇEK NİYETLERİNİ AÇIKLAMALARI LAZIM”
Özel, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısına ilişkin olarak, “Devlet Bey’in çağrısı konusunda, mitingde söyledim. Devlet Bey’in sözcülük yaptığı belli. Anlaşılmış bir projeye sözcülük yaptığı belli. Ancak artık sözcünün susup meselenin esas sahibinin konuşması lazım. Tayyip Erdoğan bir şey konuşmuyor. Büyük ihtimalle ölçümler, yaptırıyorlar. Ama bir kez böyle bir çıkış Tayyip Erdoğan’ın haberi olmaksızın, muhatap kişiyle, Öcalan ile bir mutabakata varılmaksızın, uzun süredir müzakeresi yapılmaksızın yapıldığına ben ihtimal vermiyorum. İkinci bir ihtimal AK Parti hep bir şeyden şikayet ediyordu. AK Parti’nin Kürt milletvekilleri hele hele. ‘Ya bölgeye gidemiyoruz. Yüzümüze bakmıyorlar. Eskiden bölgenin ikinci partisiydik, şimdi dördüncü partisi bile değiliz, CHP bile bizden çok oy alıyor ve muhafazakar Kürtler dahi yaptıklarımızdan dolayı, kayyum atama başta koptu bizden. Bir şey yapmalı.’ Belki Tayyip Bey, Devlet Bey’e söyledi. Bir şey yap. O da destek verir gibi ama en ileri, en olmayacak şeyi ilk söyleyerek, belki süreci baltaladı. Bilmiyoruz. Eğer böyleyse bu başka bir taktik. Ama bunların hepsi için iki satır Tayyip Erdoğan’ın çıkıp, korkmadan Devlet Be’yi öne sürmenin konforundan yararlanmadan, insanların gözünün içine bakarak gerçek niyetlerini açıklamaları lazım. Benim tutumum belli” diye konuştu. Özel, şunları kaydetti:
“EN ÖNEMLİ RIZA, ŞEHİT AİLELERİ VE GAZİLERİN RIZASI”
“Yüzde 90 ihtimalle tam mutabık olduklarını düşünüyorum. Bir yüzde 10 da Devlet Bey’in Tayyip Bey’e hayır diyemeyip, katkı sağlar gibi baltaladığını düşünüyorum. İkincisi bizim pozisyonumuz son derece tutarlı. TBMM odak olmalıdır diyoruz. Yani bütün süreç TBMM’den takip edilmeli. Bu şu demek tabi, hiçbir siyasi parti dışlanmamalı. DEM de, MHP de, İYİ Parti de, Saadet de, biz de, AK Parti de bir masanın etrafında bu önemli sorunun çözümü için yöntem geliştirmeliyiz diyoruz. İkincisi, burada toplumsal mutabakata ihtiyaç var. Bu Meclis’ten örülür. Ama sivil toplum mutlaka, bölgenin kanaat önderlerinden tutun sağdan, soldan işçi sendikalarına kadar. Herkesin işin içinde olması lazım. Herkesin bu işin içine Meclis eliyle dahil edilmesi lazım. Bir büyük toplumsal mutabakat inşa edilmeli diyoruz. Çünkü bu sorun çözülürse, Türkiye’nin önü çok açılacak. Çözülür, çözülemez ayrı tartışma. Üçüncü pozisyonumuz, dünya kadar şehidimiz, gazimiz var. Onların gözünün içine bakamayacağımız. Onlara izah edemeyeceğimiz. Onlara ‘Senin evladın boş yere öldü anacığım’ demeyeceğimiz veya böyle bir şeyin içinde olmamamız lazım. Bu rızada en kıymetli rıza, şehit aileleri ve gazilerin rızasıdır diyoruz. Dört, olabildiğince şeffaflıktan yanayız.”
“DEVLET BEY DİYOR Kİ ‘BEN VİKİNGLER ZAMANINDAKİ GİBİ ALACAĞIM APANDİSTİ”
“Tabi burada bunların hepsini birden yapmak istediğinizde, yöntemin Devlet Bey’in söylediği yöntem olmadığı çok açık. Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun. O dediği kürsü, aslında kendi kürsüsü. DEM ile MHP aynı kürsüyü kullanıyorlar. Birer saat arayla grup toplantıları aynı salonda. Yani diyor ki, ‘Gelsin bu kürsüye, Öcalan çıksın, konuşsun.’ Umut hakkını ona bağlıyor filan. Bu olmaz. Bir kere, ‘Çözüm nedir?’ dediniz ya. Müsaadenizle onu anlatayım. Bir apandisit ameliyatının nasıl yapılacağı belli. Allah göstermesin kameraman arkadaşımızın apandisiti ağrısa ve ameliyat gerekse, yılların kazanımlarıyla, ona o ameliyatın nasıl yapılacağı belli. Hep iyi sonuç alındığı için dünyanın her yerinde öyle yapılıyor. Önce bir moral iğnesi vuruyorlar. Sonra oksijen desteğini sağlıyorlar. Sonra o havanın yanından onu uyutacak ya da hafif uyuşturacak, acıya katlanacak kadar dalgınlaştıracak bir şey veriyorlar. Sonra üç delik açıyorlar ya da bir kesi yapıyorlar. Usulüne göre apandisti patlatmadan çıkarıp, atıp, kapatıyorlar. Şimdi bu böyleyken, Devlet Bey diyor ki ‘Ben Vikingler zamanındaki gibi alacağım apandisiti. Bıçakla yaracağım. Avucumdan çıkaracağım. Yüzde 99 patlatacağım. Ölecek.’ Hasta gider. Nasıl yapılması lazım derseniz, dünyada çatışmalı süreçler nasıl çözümlenmiş? Bir sürü örneği var. Bir kere müzakereler öncesi süreç var. Orada tarafların birbirine karşı samimi olması, tarafların gündemde ortaklaşması, birbirine tutamayacağı sözler vermemesi diye bir evre var. Bu evre sağlıklı yürüdü mü? Bilmiyorum, Öcalan ile Devlet Bey arasında yürüdüyse, MİT ile Öcalan arasında yürüdüyse bilmiyorum. Bu işin bir tek tarafı Öcalan değil ki. Burada DEM Parti var. Tüm siyasi partiler var.”
“DEVLET BEYİN DAHİYANE FİKRİYLE BU SORUNU ÇÖZEMEZ”
“Biraz önce söylediğim gibi. Bunu hamaset diye söylemiyorum. 40 bin kişi hayatını kaybettiyse onların yakınları çok önemli bir odak. Çok önemli bir aktör. Onların rıza göstermesi lazım. Demeli ki anne, ‘Başka anneler benim gibi ağlamasın diye ben de bu işin bu kadarına kadar razıyım’ derse olur bu iş. Böyle yürümek lazım. Böyle ilerlemek lazım. Sonra burada müzakereler evresi var. O müzakereler evresini nerede yapmışlar, nasıl kayda alınmış, bu evrede siyasetin katkısı. Bütün dünyada yapılmış. Burada yapılmış mı ben bilmiyorum. Hiçbirimiz bilmiyoruz. Bunlar olmadan olmaz. Sonra hedeflere ulaşırken, mesela güven artırıcı adımlar var. Tarafların önceden mutabakata vardığı güven artırıcı adımlar. Örnek, kayyumla ilgili maddeyi OHAL’den değiştirdiler, KHK’yla. Eski haline getirmek. Yani bir belediye başkanı ceza alabilir. Ama yerine seçilen belediye meclisinden seçilir. Hepsi mi terörist bunların? Tutup da birinin terörist olduğuna karar verdiyseniz. Bir de yargılama sonucunda. İçişleri Bakanının kararıyla olmaz. Mesela bu bir güven artırıcı önlem olabilir. İleride konuşulacak olsa bunlar konuşulabilir. Karşı tarafın güven artırıcı işler yapması lazım. Mesela müzakereler boyunca asla saldırmamayı taahhüt etmesi lazım. Geçen gün yaşanan TUSAŞ olayı olacak şey mi? Bir de tarafların birbirinden beklemediği jestlerin karşılıklı yapılması lazım. O da güveni artıran bir şey. Bu İrlanda örneğinde filan, bir sürü var. Bunları çalışan akademisyenler var. Türkiye’de de var. Dünyada da var. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti devleti 40 yıllık sorunu aşacakken, bilimi, akademiyi, dünya örneklerini dışlayıp, Devlet Bey’in dahiyane fikriyle bu sorunu çözemez. ‘Abdullah Öcalan, gelsin buradan konuşsun. Umut hakkından yararlansın, bu iş bitti.”
“KÜRT SORUNU YOKTUR’ DİYORLAR HALA”
“Bu ‘Kürt sorunu yoktur’ diyorlar hala. Bir ülkede veya bir toplumda bir sorunun var olup, olmadığına ülke demokrasiyse sorunu hisseden karar verir. Mesela kadının beyanı esastır da öyle. Şiddet görüyorsa kadın, ‘Şiddet görüyorum’ diyorsa görüyordur. Ya da Aleviler, hepimiz vergi veriyoruz. İmamın maaşı ödeniyor, dedeninki ödenmiyor. ‘Eşit değilim’ diyorsa eşit değildir. Kürtler bir sürü şeyi sıralayıp bir tanesi belediye başkanı seçme özgürlüklerinin beş yıl boyunca ellerinden alınması. ‘Sorunum var’ diyorsa, Kürt sorunu vardır. Demokrasilerde böyle. Devlete düşen bu sorunları çözmektir. Otokrasilerde, sorunların olup olmadığına otokratlar karar veriyor. Diyor ki ‘Senin sorunun yoktur.’ Şimdi o evreye geldik. ‘Kürt sorunu yoktur’ diyorlar. Kürt sorunu yoksa, Öcalan’ı getirip bunu yapmak niyedir? Anlamıyoruz yani. Bugüne kadar takip edilen yollarla çözemediğinizi düşünüyorsanız, çözemediğiniz meseleyi çözmek için alem nasıl yaptıysa, öyle yapmanız lazım. Bu da bir daha söylemem gerekirse, hiç kimseyi dışlamadan, kimsenin gönlünü kırmadan, mümkün olan en geniş toplumsal mutabakatı arayarak olur. Bir de bu hepsinin yanında söyleyeceğim bir şey daha var. Bu sürece dahil bir şey değil ama dahil edilme ihtimali olan bir şey. Bütün bunların sonunda bu iş bir anayasa değişikliğine gelir, dayanırsa biz orada yokuz.”
“KATI GRUP DİSİPLİNİN OLDUĞU YERDE BU İŞ BİRAZ ZOR”
Özel, Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olup olmadığına ilişkin soru üzerine, “Ben Türkiye’nin bir anayasa yapması gerektiğine yürekten inanıyorum. Ama bu şartlarda bir anayasa değişikliği yapılamaz. Şundan dolayı yapılamaz. Bir, mesela dünyanın birçok ülkesinde zaten önceki anayasa değişikliği de yapılamıyordu. OHAL ve sıkıyönetim şartlarında anayasa değişmez diyor. Çünkü özgürlük ortamı zedelenince, özgürlükçü fikirler ortaya atılamayacağı için, anayasa gerçek bir toplumsal mutabakata dönüşmez. Mesela Brezilya’da düşünün, Türkiye ile OECD raporlarında ya biz sonuncuyuz, ya onlar. Benzer yanlarımız var. Brezilya’da mesela anayasayı OHAL altında değiştiremezsiniz. Anayasalarında yazıyor. Bu bizde yazmıyor. Kenan Evren yazmamış. Yazılması lazım. Kenan Evren kendi Anayasası’nı meşru kılmak için bu güvenceyi koymamış. Her tarafı değişti. Böyle kazanımımız yok anayasa olarak, keşke olsaydı. Benim diyeceğim şu. Bir kere bugünkü şartlarda, katı partilerde liderlerin, katı grup disiplinleri varken özgürce el kaldırma yok. Herkes bakıyor, grup başkanvekili ne diyorsa ona uyuyor. Bu sadece AK Parti’de değil. En kötümüz AK Parti ama bizde bile katı grup disiplini var. Olmadığı yerde tartışılıyor. ‘CHP patlıyor mu, çatlıyor mu?’ diye. Katı grup disiplinin olduğu yerde bu iş biraz zor. Ama bunu bahane edecek değiliz.
Şu anda tartışmalı bir anayasa değişikliğiyle, tahakküm altında bu Meclis. Bu Meclis’in şu anda anayasa yapması için temel aktör, temel tetikleyici, anayasaları meşru kılan şey toplumsal taleptir. Toplumsal talep yok. Anketlerde anayasa değişikliği isteyenlerin oranı hani 18’inci sırada filan. Ama tetikleyici olan bir kişinin talebi. Yani anayasalar her doğan için yapılacakken, bizimkisi Erdoğan için yapılıyor. Bugünkü zorluğumuz şu, burada Erdoğan için bir anayasa daha yapmaya bizim yanaşmamız mümkün değil. Kendisine de söyledim. Net. Anayasaya uymayan biriyle anayasa konuşamayız. Dedim ki, ben Türkiye’nin bir anayasaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Ama bunun şartlarının olmadığını düşünüyorum. Açıkçası bunun önündeki en büyük engel, sizin ve ortağınızın mevcut anayasaya uymaması. Devlet Bey Anayasa Mahkemesi’ni kapatmaktan bahsediyor. Siz AİHM kararlarını tanımıyorsunuz. Can Atalay Anayasa’ya aykırı biçimde içeride tutuluyor. Tayfun Kahraman’ın Vera’sına kavuşamamasının sebebi anayasa tanımamazlıktan. Hepsini dosya dosya yaptım, kendisine verdim. Bunları dinledi, not aldı. Gezi davasıyla ilgili, ‘Bizim arkadaşların da bu konuda bir çalışmaları oluyor’ gibi bir şey demişti. Tuğrul Türkeş’in çabalarını kastediyor” ifadelerini kullandı. Özel, “Kendisinden şunu da talep ettim. 28 Şubat paşaları yaşlı ve hastalar, onları affetmelisiniz. Bana diyorlar ki ‘Erdoğan’dan yargı ile ilgili talepte bulundu, bu gayrimeşru düzeni tanıdı.’ Bütün yargılama süreçleri bitmiş. Bir tek yol var. Yaşlılık. Kocama affı. Yetkili tek kişi Erdoğan. Ben o kişileri Erdoğan’a, anayasada yazan yetkisini kullanma talebiyle söyledim. Kullandı, sonuçta o insanlar, mutluyum ki çıktıklarında, ‘Özgür Özel olmasaydı, biz burada ölecektik’ dediler. Bunu bile eleştirenler var. Sanki kendi alelade bir suçtan içeride yatan yakınımın affını istemişim gibi. Hiç öyle bir şey de yok. Burada esas söylemem gereken, ben Gezi ile ilgili yargı sürecine müdahale istemedim. Orada kararlar geldi. Kesinleşti. Oradaki şey şu, AİHM kararını tanımıyor, Kavala ile ilgili ya da efendim işte, biraz önce söylediğim gibi Can Atalay ile ilgili Anayasa Mahkemesi diyor, ‘Dokunulmazlık kazanır seçilmesiyle.’ Tanımıyor, onu söyledim yani” diye konuştu.
“EL YÜKSELTME DİYORUM VE DİKKATLERİ ÜZERİME ÇEKMEK İÇİN”
Özel, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısının ardından kendisinin kullandığı “El yükseltme” ifadesini ilişkin olarak, “El yükseltmek. Ben gerçekten. Bana diyorlar ki, ‘Konuşmanda ironi yapma. Böyle cümleler kurma. Kesilmeye müsait.’ Ben bu vasatlığa teslim olmayı reddediyorum. Benim dediğim şu, Devlet Bahçeli’ye diyorum ki, el yükseltiyorsun. Bak el yükseltme öyle olmaz, böyle olur ama el yükseltiyorum derken, el yükseltme salt bir kumar deyimi değildir. Kumara sonradan girmiş. Hep öyle bazı siyasiler de kullandı. Ama esas söylemem gereken şu. El yükseltme dediğin mesele düne kadar ‘bebek katili, terörist başı’ dediğin kişiye ‘Gel bu kürsüden konuşsun’ demek olmaz. El yükseltme diyorum ve dikkatleri üzerime çekmek için. Kürtlere devlet teklif ediyorum diyorum. Şimdi bu normalde ne? Acaba bir Kürdistan mı? Ama cümlede noktayı bırakın, virgül yok. Diyorum ki, kendini Türkiye’ye tam ait hissetmeyen bütün Kürtlere. Bazıları hissediyor.
Şimdi, büyükşehirlerde yaşayan, sefalet çekmeyen, gettolara mahkum olmamış. Belediye başkanı seçebilen mutlu Kürtler var. Ama genel olarak Kürtlerin çoğu diğer Kürtlere yapılandan rahatsız. Onu söylemek lazım. Diyorum ki, kendini Türkiye’nin tam sahibi hissetmeyen, ayrımcılığa uğradığını, eşitsiz hisseden tüm Kürtlere demokrasi vaat ediyorum. Onlar bu devletin sahibi olsunlar. Onlara Türkiye Cumhuriyeti devletini vaat ediyorum. Ben Kürtlere yahu toprak vaat ediyorum diyor muyum? Devlet vaat ediyorum diyor muyum? Türkiye Cumhuriyeti devletinin Özgür Özel kadar, Devlet Bahçeli, Tayyip Erdoğan kadar sahibi olun. Bunu böyle hissedin. Bunun için ne yapmamız gerekiyorsa… Ben kendimi ayrımcılığa uğruyor hissetmiyorum. Yani şöyle ki bir muhalif olarak devletin televizyonlarından, Anadolu Ajansı’ndan yararlanma, propaganda hakkı, bana oy veren kitleye yapılanlar filan. Bunları kenara bırakırsak ama ben benim devletimdir Türkiye Cumhuriyeti diyorsam. Bana toprak verdiği için değil bana eşit davrandığı için hissediyorum. Kürtlere de bunu hissettirmeliyiz diyorum. Meselenin kendisi, Kürt sorunu niye var, neden terör doğdu ve niye çözülemiyor, meselesine benim önerim sosyal demokrat bir partinin Genel Başkanı olarak, dünya standartlarında demokrasi ve hak ihlallerinin ortadan kaldırılması, insan haklarının tam olarak tanınması” diye konuştu.
“KENDİNİZİ EŞİT HİSSEDER MİSİNİZ?”
Özel, “Osmaniyeli birisi belediye başkanı seçti geçen sefer. Manisalı biri de seçti, Rizeli biri de seçti. Diyarbakırlı biri de seçti. Seçtiği kişi, şöyle iki sıra arkamda oturuyordu Meclis’te. Bizim gruplar yan yana. Selçuk Mızraklı. Bir tabip. Temiz kağıdı ile milletvekili olmuş, daha bir yıllık milletvekiliyken belediye başkanı adayı oldu. Dokunulmazlığa ihtiyacı olsa olmaz. Ona yine temiz kağıdı verdiler. ‘Olabilirsin’ diye ve oldu. Seçimi kazandığı gece hakkında soruşturma açtılar. Yalancı tanıkla. Birinci yalancı tanığın yalancılığını ispat ettikleri için Yargıtay bozdu. Salmayıp ikinci yalancı tanık buldular. İddia, çalıştığı hastanede terörist ameliyat etmek. Yani teröristin biri yaralanmış, o da onu ameliyat etmiş. Birinci tanık, ‘Ben o hastanede çalışırken o ameliyatı yaptık’ diyen itirafçı tanığın o tarihte başka hastanede çalıştığı kanıtlandığı için başka şehirde, Yargıtay bozmuştu. İkinci tanık bulundular. O da itirafçı. Bu adamı Edirne Cezaevi’ne koyup, oraya kayyum atadılar. 5 yıl boyunca. Hatta yargılama sürecinde kayyum atanmıyor. Belediye başkanı görevden uzaklaştırılmış olsa bile yerine vekil seçiliyor.
Mesela Yalova Belediye Başkanımıza bu yapılmıştı. Yerine vekil seçildi. Başka belediyelerde oldu. Ama şimdi siz Selçuk Mızraklı’ya oy vermiş, yüzde 70 oyla seçildi, bir Kürt olarak düşünün. ‘Benim seçtiğim belediye başkanını böyle bir yöntemle bir gecede.’ Hadi bu öyle. Kürtlerin seçmiş olduğu, yoğun oy kullandıkları yerlerde vallahi yanlış rakam olmasın, dört küçük belediye hariç tamamına kayyum atadılar. Hepsi terörist olabilir mi? Hepsi teröristse nasıl sen bunların hepsine temiz kağıdı verdin, nasıl aday gösteriyorsun? Mesela Van’da da bu sefer şunu yapacaklardı, biz de gittik ve itiraz ettik. 31 Mart’ın rüzgarıyla, bunu geçtiğimiz günlerde çok sayıda Kürt siyasetini yakından takip edenler söyledi. ‘CHP’nin tutumu kıymetliydi’ diye. Geçen sefer 10 tane yaptılar. Van’da kişi aday olmuş. Seçilmiş. Mazbatayı ikinciye veriyorlar. Niye? ‘Senin aday olduğun günden bugüne kadar ben senin terörist olduğuna kanaat getirdim, sana mazbata vermeyeceğim, ikinciye vereceğim.’ Yahu seçimi niye yapıyoruz o zaman? İkinci de AK Partili. Yapıyorlardı, büyük itirazlar olunca geri verdiler. Hakkari’ye kayyum atadılar ama itirazlar çok olunca ve galiba bugünkü süreç yaklaştığı için durdular. Şimdi siz bunlara oy veren bir seçmen olsanız kendinizi benle eşit hisseder misiniz?” dedi.
“MİLLETİN VEKİLLERİNİN TAM VE ETKİN DENETİMİNE AÇILMASI LAZIM”
Özel, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamasının ardından yeni sürece ilişkin olarak, “Yeni adımın ne olduğunu görmemiz lazım. Şimdi, benim dediğim gibi. Demokrasi odaklı ve Meclis’te çözülen, Meclis’te götürülen bir sürece ben bölgenin çok büyük bir kredi açacağını Diyarbakır’a gittiğimde gördüm. Ama Devlet Beyin dediği mesele, ‘Abdullah Öcalan konuşsun’, al ve ver ilişkisi. ‘Bize anayasa ile ilgili Tayyip Bey istediğini versin, özgürlüğünü veya ev hapsini alsın gitsin, Kürt sorunu yoktur’ dersen bundan nasıl tatmin olsun insanlar? Aksine söylemler de duyuyoruz, aksine şeyler de duyuyoruz. Ama bu sürecin hem Erdoğan, hem Bahçeli tarafından netleştirilmesi ve samimiyet testinden geçmesi lazım. Samimiyetin kendisi sürecin Meclis’e taşınıp, milletin vekillerinin tam ve etkin denetimine açılması lazım” ifadesini kullandı.
“DEMİRTAŞ TUTUMUMA TEŞEKKÜR ETTİ”
Özel, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na bu süreçte “komplo” kurulduğu iddialarına ilişkin olarak, “Demirtaş meselesinde şöyle bir şey var. Abdullah Öcalan’ı aktör görüp, Demirtaş’ı yok sayan bir anlayış var. Devlet Bey’in ağzından. Tayyip Bey’in yaklaşımlarından. Bu olacak iş değil. Yani Demirtaş’ın Türkiye’nin neresinde yaşıyor olursa olsun Kürt seçmende, DEM’e, HDP’ye oy versin, vermesin bir karşılığı var. Önemli bir karşılığı var. Bu bir kere bu açıdan yanlış. Böyle bir şey yapıyorlarsa, göründüğü gibiyse bu iş. Ben Sayın Demirtaş’a şunu sordum, sizle bir temas oldu mu? ‘Asla, olsa söylerim’ dedi. Hatta şunu da dedi, ‘Benimle görüşmek isteseler de benim özgürlüğe kavuşmuş olmam lazım. Yoksa esaret altındayken bir görüş bildirmek, kendi özgürlüğü karşılığına pazarlık etmek olur gibi’ diye bir yaklaşımı oldu. ‘O yüzden benim bir şey söylemem güç zaten şu anda. Ama zaten bir şey sorulmadı’ dedi. Bana şöyle bir şey söyledi, ‘Ben kendi özgürlüğümün pazarlık konusu yapılmasını istemem. Ama hiçbir aktörün dışlanmaması lazım.’ Bu doğru, bunu önemsiyorum. Daha doğrusu benim hiçbir aktör dışlanmamalı tutumuma teşekkür etti. Onu söyleyeyim. Kendisi zaten ne diyecekse, kendi diyor” ifadesini kullandı. Özel, şunları kaydetti:
“BİN PİŞMAN OLURLAR”
“Ama bunun içinde ayrıca İmamoğlu meselesi konuyorsa, şöyle bir şey var. İmamoğlu’na yasak meselesi bir yandan onu yasaklayalım, bir yandan Demirtaş’ı içeride tutalım, bir yandan Apo’yu konuşturarak sorunu çözelim, anayasayı değiştirelim, iktidarda kalalım. Yok öyle yağma. Onlara İmamoğlu’nu yedirmeyeceğiz. Biz bütün çalışmalarımızı da, hazırlıklarımızı da yaptık. Bin pişman olurlar. Çok tarihi bir hatanın eşiğindeler. İstanbul’u 31 Mart’ta insanlar 12 bin 600 farkla İmamoğlu’na verdiklerinde dursalardı, tanısalardı ve o çok laf ettikleri İsmet Paşa gibi ‘Bu benim CHP’ye karşı ilk yenilgim ama Türkiye demokrasisinin zaferi’ diyebilseydi. Kendileri büyürdü, küçük bir fark olduğu için etkili bir muhalefet ve belediye meclisinde de AK Parti çoğunluğu olduğu için biz zorlanırdık. Nasıl bir hata yaptılar? Mazbatayı iptal ettiler. Millet dedi ki, ‘Öyle olmaz, böyle olur.’ Bir demokrasi tokadı. Önce 608 bin fark. Şimdi 1 milyon fark. Bu anlayış devam ederse, benzeri şekilde İmamoğlu’nun seçilme hakkı değil Türkiye’nin onu seçme hakkı elinden alınmaya kalkarsa, millet buna ağır bir tokat atar. Biz de o tokadı atabilsin diye üstümüze ne düşüyorsa yaparız. İstanbul seçiminde olduğu gibi. Seferber olduk, geldik. Bize bir hacı amcanın sözü var. Anlatayım isterseniz.
Fatih’te çalışıyoruz. Ben 2. Bölge sorumlusuyum. Her ilçede milletvekillerimiz var. Üçer, dörder. Bir esnafa girdik. Böyle karşıdan hacı amca bir sırıttı. Takkesiyle, beyaz sakalıyla filan. Belli böyle yani. Ben dedim ki, hacı amca hayırlı işler. ‘Allah razı olsun’ dedi. Ben başladım, klasik bir giriş. Yahu biliyorsunuz, İstanbul seçimleri oldu derken, biliyor hacı amca. Benden iyi takip ediyor siyaseti. ‘Özgür efendi bir dur’ dedi. Durdum ben. Dedi ki ‘Şimdi elektroniği var. Ama gel şuna bir bak’ dedi. Arkada bir tane, yerde sarı kefeleri eğri, büğrü, eşit kefeli terazi. ‘Hacı bunda 40 yıldır, buğday tartar, fasulye, nohut tartar. 40 yıldır bu böyle bir dengeye gelir. Ben müşterinin tarafına ucundan biraz daha pirinç atarım. Biraz daha nohut atarım. Belki şimdiye kadar iki kamyon nohut atmışımdır o tarafa’ dedi. Niye dedim. ‘Hak geçmesin diye. Tayyip Bey kime dediyse ona oy verdim. Binali Bey’e de verdim. Yine gelecek seçimde kime derse de vereceğim. Bir tek bu sefer Ekrem’e vereceğim’ dedi. Neden dedim. ‘Hak geçti oğlum’ dedi. Milletin böyle bir feraseti var. O yüzden denemesi bedava. Eğer böyle bir şey yapmaya kalkarlarsa biz CHP olarak bu meselenin bir demokrasi meselesi olduğunu bir kez daha bu milletle birlikte gösteririz. (“Ama Ekrem Bey aday olamaz” ifadesi üzerine) Ondan çok emin olmasın. Öyle bir süreç yürür ki Ekrem Bey aday olur. Ayrıca şu anda çıkacak karar istinaf kararı. Adaylığa engel değil. Yargıtay’ın onay aşamasına kadar öyle bir süreç yürür ki pişman olurlar bu kararı verdiklerine.”
“TAYYİP BEY’LE GÖRÜŞMELERİMİZ DIŞINDA HİÇ SOHBET ETMEDİM”
Özel, doğu gezisine ilişkin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “payı olduğu” iddiasına ilişkin olarak, “Açıklamaya artık çok gerek kalmış mıydı bilmiyorum da. Ben Güneydoğu gezisine gideceğimi haziran ayında duyurdum, eylül ayında yapmayı planlıyordum. Hatta benim niyetim 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Diyarbakır’da olmaktı. Ama Ağustos’un 15’iydi, ayağımı kırdım, malum. Ayağım kırılınca öyle altı günde altı şehir gezmek. Önce ya da sonra Demirtaş’a gidip, haftayı yediye tamamlamak. Önce Demirtaş ve altı şehir ya da önce altı şehir, Demirtaş. Sonra da grup toplantımda bir okuma yapmayı, CHP bu meseleye nasıl bakıyor diye. Böyle bir siyaset planımız, böyle bir hedefimiz vardı. Ayak kırılınca tabi Diyarbakır’a gidince bir kürsüye çökmeden, yer sofrasında yemek yemeden, Mardin’de yer sofrasına oturmadan olmaz. O yüzden erteledik. Çok kış gelmeden yapmaya karar verdik.
İlan ettiğimizde daha Devlet Bey’in iki salı konuşması yoktu. İlki olunca bizim arkadaşlar ‘Ertelesek mi, durum karışacak.’ Yahu dedim, bu sefer ayağım kırıldı, bir daha ertelemem için kafamın kırılması lazım dedim. Keşke o 5 şehit olacağına benim kafam kırılsaydı. Ama gideceğim dedim. Çünkü ben bu geziyi Bahçeli’den çok önce söylemişim, bizim sürecimiz kendimize ait. Gitmeden bir gün önce Bahçeli’nin bu sefer o ‘Abdullah Öcalan’a özgürlük’ filan ifadeleri çıktı. Gezi daha da bir farklı anlamlandırıldı. Ama sizin sorduğunuz büyük yalan şöyle. Milletvekilimiz Umut Akdoğan televizyon yayınında. Ona iki ayrı soru soruluyor. Aralarında 20 dakika var. Diyor ki, bu sorulardan birinde. ‘Sizce DEM’in el sıkacağından Erdoğan’ı haberi var mıdır veya o mu demiştir?’ Bahçeli’nin DEM’in elini sıkacağını. Umut Bey’in cevabı şu, ‘Yahu sık sık görüşüyorlar. Mutlaka şunu demiş olabilir. Sen bir git, görüş oraları. Bir ellerini sık bakalım. Ne olacak Türkiye’de.’ ‘Bahçeli’ye Erdoğan demiştir’ diyor. İkinci soru, daha sonraki soru. ‘Özgür Beyin Diyarbakır’a gidişi ile ilgili bu kararı nasıl verdi, ne amaçlıyor?’ ‘Özgür Bey’in bu kararı nasıl verdi, Diyarbakır gezisinde hedefi ne?’ sorusunu sorup, montajla bir internet sitesi, bizim Gülşah arkadaşımıza, belediye başkanımıza bu iftirayı atanların yayımını yapan ve benim hakkında suç duyurusunda bulunduğum birinin internet sitesi.
Bu sefer ‘Özgür Bey Güneydoğu’ya gitmekten ne murat ediyor’ sorusuna, ‘Tayyip Bey ile sık sık görüşüyorlar. Herhalde o sen bir git ellerini sık, sen bir dolaş bakalım.’ Bunu birleştirdiler ve bunu yaydılar. Bunu en son geçen gece Türker Ertürk kişisi, Sözcü TV’de bir daha söyleyince Umut bir daha bağlanıp, 35 dakika bir daha anlattı. En son Türker Ertürk bir daha söyledi. Ondan sonra, dostça davranmıyor. Tuhaf şeyler yapıyor ama Türker Ertürk yaptı en son. Ama ondan önce o bilmem kaç derece diye bir internet sitesi bunu yaydı. Biz bununla dezenformasyonla mücadele planı kapsamında elimizden geldiğince haberin yalan olduğunu duyurduk. Umut bir video çekti ve yaydı. Birçok yer de kalktı. Arsızlarda duruyor. Olacak iş değil. Ben Tayyip Bey’le Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi’ne geldiği günden sonra hiç sohbet etmedim. Bir tek Yargıtay açılış gününde karşılaştık. El sıkıştık. Merhaba dedik” ifadelerini kullandı.
ERDOĞAN GELİNCE “AYAĞA KALKMA” TARTIŞMASI
Özel, “Erdoğan geldiğinde ayağa kalkma” tartışmasına ilişkin olarak, “Çok kalkıyorduk. Abdullah Gül’e hep kalktık. Erdoğan’a Cumhurbaşkanıyken kalktık. 2017 yılında benim de gerekçelerini anlattığım şekilde, biz bugüne kadar kalkıyorduk, bir kere partili Cumhurbaşkanı oldu. Eskiden şöyle anlatmışım. Videosunu buldum. Gelirken Cumhurbaşkanı olarak karşıladık, parti lideri gibi konuştuğu için giderken kalkmadık da diyorum. Benim ağzımdan da var bu. Geçmişte kalktığımız da oldu ama son zamanlarda kalkmıyorduk. Siyaset çok gergindi. Kemal Beyin dönemi. Genel Başkan. Son derece anlaşılır bir gerginlik vardı. Ama ben bunu seçmene iyi anlatamadığımızı ve seçmeni yaraladığını hep düşünüyordum ve bu yüzden de kalkılması gerektiğini savunuyordum. Şundan savunuyordum. Şu anekdotu ve yaşanmışlığı MYK’ya aktardığımı birlikte görev yaptığımız arkadaşlar hatırlıyorlar. Onlara hatırlattım zaten. Manisa’da bir köy kahvesine gireriz. Peşimizde birlikte ilçeden geldiğimiz arkadaşlar. Kahveye bizimkiler dolup, içeride oturanlar çıkınca, ben onlara dedim ki, arkadaşlar siz beni her zaman görüyorsunuz. Şu kahveye giriyorsunuz, millet çıkıyor. Ben size mi anlatacağım? ‘AK Partililer boşaltıyor kahveyi. Çıkıyorlar. Boş kalmasın diye giriyoruz başkanım. Biz giriyoruz diye çıkmıyorlar, onlar çıkıyor diye biz giriyoruz’ dediler. Dedim ki, amca, abi niye çıkıyorsun, bir şey anlatacağım. ‘Yahu dedi, kardeşim. Sen benim seçtiğimi dinliyor musun da ben seni dinleyeceğim’ dedi. Niye dedim, neyi dinlemiyormuşum filan. Anlamadım başta. ‘Kürtlerle birlikte dönmüşsünüz bir yana arkanızı. Cumhurbaşkanı giriyor, ayağa kalmıyorsunuz. Yazıklar olsun’ dedi, çıktı.
Benim Tayyip Erdoğan karşısında ayağa kalkma meselemi onu seçen seçmen başka anlıyor. Bu yüzden biz ayağa kalktık ama alkışlamadık. Bunun tarihsel bir sebebi var. Onu da anlatayım. 1946. İsmet Paşa girer. CHP’liler İsmet Paşa’yı ayakta alkışlarlar. Az sayıda Demokrat Partili oturur. CHP’liler kızar onlara. Reisi Cumhur girmiş, ayağa kalmıyorsunuz. Onlar der ki ‘Esas güç ve kudret milletindir. Milletin vekili kimsenin karşısında ayağa kalkmaz.’ Sene 1950 olur, seçimi onlar kazanır. Celal Bayar Cumhurbaşkanı olur. Celal Bayar ilk geldiğinde CHP’liler ayağa kalkar. Alkışlamazlar. Demokrat Partililer oturdukları yerden hararetle alkışlarlar. İki tarafın da böyle bir tutarlılığı vardır. O günden bugüne böyle bir seyri var zaten olayın. Özal’a kalkılmamış. Kalkılmış. Bir sürü tartışma var” ifadesini kullandı. Özel, şunları kaydetti:
“SOKAĞIN NABZINI TUTMAKTA İDDİALIYIM”
“Ama esas mesele şu. Ben orada iki şeyi yapıyorum. Makama saygı gösteriyorum. Çünkü Cumhurbaşkanı deyince onu seçen kişi benimle aynı anayasal perspektiften bakıp, bir partinin genel başkanı Cumhurbaşkanı olamaz, olursa bilmem ne. Ben burada haklıyım tezimde. Ama millet hak vermiyorsa. Başka düşünüyorsa ve o ‘Benim seçtiğime saygısızlık’ diyorsa, ben millete hürmeten kalkarım ayağa. Ben doğrusunun bu olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki eğri oturup, doğru konuşmak lazım. Hangi Cumhuriyet Halk Partili, bir taziye evinde, kahvede ya da kendi dükkanında bir AK Partili geldiğinde ‘Hoş geldin’ deyip ayağa kalmıyor da biz Meclis’te bunu yapalım. Alkışlamıyorum, desteklemiyorum, oy istiyor vermiyor. Bütçesine en sert muhalefeti yapacağım. 10 ayda 12 miting yaptım ona karşı. Ama milletin, ona oy verenlere hürmeten ben kalkıyorum ayağa. Doğrusu bu. Böyle olması lazım. Cumhurbaşkanının tarafsız olması gerektiğini düşünüyorum. Bir partinin genel başkanın valiyi atadığı kalemle il başkanını atamasını doğru bulmuyorum. Mürekkep devletin mi, partinin mi o belli değil. O yüzden ama o ayağa kalkma meselesi, ‘Tayyip Erdoğan’a tabi olmak’ falan filan gibi laflar korkunç. Son derece yanlış laflar. Bir partinin muhalefeti nasıl yaptığını muhalefet yaparken göreceksin. Yoksa onunla, bununla değil. Bir de şeyi de söylememe izin verin. Ben, geçen yaz size anlattığımda bir programda duygusal konuştum. Ben dedim ki size, ben o zaman Meclis’in en çok gezen milletvekiliyim. 41 günde 247 belediye başkan adayı tanıtmışım. 2019’da. Ben 10 yaşında yatılı okula gitmiş. Ömrü boyunca hem devlet parasız yatılı bursu ile büyümüş. Kursağımda geçen her lokma ya devletten alınan emekli maaşıyla ya da öğretmen maaşıyla, ya devlet karavanasından geçmiş birisiyim. Ama ben halkı, milleti devletten iyi tanırım. Sokağın nabzını tutmakta iddialıyım.”
“’BU SEFER DOĞRU YAPTINIZ’ DİYECEK”
“Geçen yaz bir duygusal kopuş var. CHP değişmezse büyük bir felaket geliyor yerel seçimlerde dediğimde, ilk başta az kişiydik biz. Ama sonra çoğaldık biz. Bana ‘Boş havuza balıklama atladın’ diyenlere doğru söylüyorsun, ben düşene kadar dolacak, onu hesap ettim dedim. Doldu. Şuna inanıyordum. Delege yapısı öyledir, böyledir. Biliyorsunuz o dedikoduların hepsini. ‘Atatürk kalksa bu delege ile yenemez.’ Dedim ki hiçbir delege sokağa kulağını kapayamaz. Dediğim oldu. Burada söyledim. Göreceksiniz bizim delegeyi dedim. Berberi ikna edecek dedim. Tıraş yaparken, kulağına söylediğiyle. Asansöre bindiğinde üçüncü kattan inen küçücük çocuk ikna edecek delegeyi dedim. Genç ikna edecek. 18 yaşında bir genç ikna edecek. Öyle de oldu. Bugün sokaktan okumam şudur. Benim genel okumam şudur. Bu siyasette. Bir evde anne ile baba bağırış, çağırış, hele biraz artık şiddete de varan. Birbirlerine bağırıp bağırıp hakaretler ederken, evin küçük çocuğu ne yapar? Kulaklarını tıkar ya da odaya kapanır. Tayyip Beyle, milletin, çocuğun, halkın gerçek meseleleri üzerinden tartışmak yerine, Tayyip Beyle ağız dalaşı, Tayyip Beyle kavga, hakaret, birbirimize dünya kadar hakaret davası.
Seçmen kulaklarını kapatır. Kulaklar kapanınca sözü kuvvetli olanın aleyhinedir. Ben mazotu ÖTV, KDV’siz verdiğimi söyleyeceğim, Manisa’nın Çobahisar’ında kulağını kapatmış AK Parti seçmeni. Ben esnaf desteklerini anlatacağım. Unkapanı’ndaki esnaf kulağını kapamış bana. Ben çay üreticisinin sorunlarını anlatacağım, Rize bana kulağını kapıyor. Ben normalleşme diye adlandırılan diyalog ve hakaretsiz siyasete döndüm. Rize tarihinin en büyük mitinglerinden birini yaptım. Çay üreticisinin sorununu konuştum. Tayyip Bey’in adını ağzıma aldım ama orada ona hakaret etmedim. Ey Tayyip Bey dedim, bu Rize seni çok sevdi. Çok destek verdi. Bunların sesini duy kardeşim dedim. En çok alkışı orada aldım. Çevrelenen yerden değil. Karşıda ağaçların altından, kahvelerin önünden alkış aldım o söze ben. Çok seviyorlar seni, çok sevdiler, çok destek verdiler. Bu insanlara bunu yapma, bu çaya maliyetin altında para verme dedim. Karşıki kahvelerin önünden alkış aldım. O da olur. Eğer alacaksam önce bazı sözlerim alkışlanarak, hatta önce ben çıkınca kanal değiştirmeyerek alacağım. Ben gidince kahveden çıkandan oy alma şansım yok. Ama ben şimdi Hacırahmanlı’ya gidip o kahveye tekrar girdiğimde AK Partili o abi çıkmaya kalktığında diyeceğim ki, dur bir dakika ya. Niye çıkıyorsun. Ben senin seçtiğini dinledim bak. Emin ol ki o zaten kendi çıkmayacak. Diyecek ki hatta ‘Özgür Bey bu sefer seni dinliyorum. Bu sefer doğru yaptınız.”
“SİYASET UĞRUNA ÇOCUKLARIN HİJYENİNİ, ÇOCUKLARIN SAĞLIĞINI TEHDİT ALTINA ATIYORLAR”
“Ya ben şeyi anlayamıyorum mesela bunu bana söyleyenler olduğunda ‘Bana bir sert muhalefet tarif et’ diyorum. Ne yapayım, yani ne yapmıyorum? Mesela okullar pis, 973 ilçeye yazı yollayıp bu okulları çocuk mahremiyetine saygılı şekilde İl eğitim sorumlularımız öğretmenlerden kurulu kadroyla -ki hepsi zaten öğretmendir bizim il eğitim sorumlularımız- ziyaret edin, sorunu tespit edin, velilerle konuşun, okula malzeme hatta temizlik desteği verelim, en yakın belediyemizi yönlendirelim. Uzak kalana hizmet satın alacağız deyip yollayıp o en can meseleye böyle yaklaşmak mı sert muhalefet? Yoksa ‘Ey Tayyip Erdoğan senin evinde altın varaklı tuvaletin varken en temiz en güzel tuvaletler bütün sarayın tuvaletleri altınken bu okulların tuvaletlerinin hali ne?’ desem mi sert muhalefet? Vallahi bence birincisi daha sert muhalefet. Şimdi sen Tayyip Erdoğan’ın işte kullandığı tuvaletin altın kaplamasını söylersen, o da bu sefer ‘Gel bak’ diyor bu sefer sana ‘klozet’ diyor o sana klozet deyince sen ona ‘klozetin fırçası’ diyorsun. Olmuyor olmuyor Fatih Bey. Millet bunu duymak istemiyor. Millet rozetlerini bile çıkarmış bazıları okullar rahatsız olmasın diye. Ama herkes herkesi tanıyor küçük ilçelerde veya o okullarda. CHP Eğitim Komisyonu gelmiş, tuvalete bakmış, bilmem ne müdüre gitmiş ‘deterjan verelim, bilmem ne yapalım’. Bakın bizim şurada Şehzadeler Belediyemiz var. Birçok müdür ‘Gece gelin’ demiş, görünmeden. Köpük köpük yıkadık o okulları ve iletişimini yapmayın dedik. Çünkü Mansur Bey sayı verince bastılar hemen, ‘600 küsur okula bu hizmeti vermeye başlıyoruz’ dedik 600 bilmem kaç 500’ü vazgeçti istemekten. Yani siyaset uğruna çocukların hijyenini, çocukların sağlığını tehdit altına atıyorlar. Ben de burada üstüme düşen bir şey var. Ya burada da bilen bilsin, sosyal medyada da ‘tuvaleti biz temizledik’ diye paylaşım yapmayalım yani. Mesela bence bu sert muhalefet. Sert muhalefet nedir? Etkili olan muhalefettir. Yani küfür başka, hakaret başka, sert eleştiri başka. Esas mesele yani yeni doğan ünitelerinde ölen bebekler meselesinde yumuşak muhalefet mi yaptık biz? Yani mesele o ama üslup başka bir şey ve ben yani ne yapmam gerekiyor ki şunu anlamıyorum.”
“BEN İÇERİDE NASILSAM DIŞARIDA DA AYNIYIM”
“Mesela ben Meclis’in en sert muhalefet yapan Grup Başkanvekiliydim. Sorun bakalım Meclis’e AK Partililere MHP’lilere. Diyorlar ki ‘Ya siz bu normalleşme adımlarını atınca parti çok şaşırdı ya biz bu Özgür Özel’i çok sert bir şey’. Ya Özgür Özel hep böyleydi siz yanlış tanıyordunuz. Çünkü benim hep en sert konuştuğumuz o 1-1 buçuk dakika. Ama ben hakaret hiç etmezdim. Vallahi bir kere Ayşenur Bahçekapılı’nın çantası görüntülenmiş yanlışlıkla bu binayı böyle yapmışlar diye çekmiştik. Oradan bana bir uyarı cezası verdi, ‘çantamı çektin’ diye yani sebebini bilmiyorum. Onun dışında ben Meclis’te hiç uyarı cezası almadım, hiç disiplin cezası almadım. Niye biliyor musunuz? Ben bugünkü gibi Meclis’in en çok yoklama isteyen, en çok zorlayan, en çok konuşan, en sert eleştiren ama hakaret etmeyen biriydim. Ve arkada gittiğimizde de çözüm odaklı DEM’le MHP kavga ederse de arayı ben buldurmaya çalışırdım. Öyle olunca ben de biriyle kavga edince arayı DEM’li biri bulabiliyordu. Biz aynı masanın etrafında çorba içebilen insanlarız. Şöyle bir sahtekârlık yapmıyorum diye yumuşak muhalefet oluyor. MHP ile DEM arkada birlikte iftar yaparlar. Öne çıkınca ‘terörist bunlar’, ‘elini sıkan da bilmem nedir’, ‘el veren de bilmem nedir’. Bak nereye geldiler. İçerideki halleri buydu zaten. Ben içeride nasılsam dışarıda da aynıyım ve ben hangi noktada yani bu kadar açık miting, bu kadar emek, ben rakamı söylemeyeyim arkadaşlar çalıştılar ekibimiz olarak, 31 Mart seçimlerinden bugüne kadar 46 ile 78 ziyaret yapmışım yanılmıyorsam. Tam rakamları geliyor, 5 Kasım geliyor. Bir yıllık rakamları paylaşacağız. Belki Türkiye’de gitmediğim 10 il kaldı bir yılda belki 15 il. Gittiğim her yerde de harıl harıl çalışıyorum, durmadan çalışıyorum. Bana düşen görev bu. Bana Tayyip Erdoğan hakaret davası açmıyorsa, hakaret etmediğim için açmıyor. Ama eleştirmiyorum muyum? Ne kadar rahatsız oluyor, neler söylüyor. Ama böyle yani bir laf olarak söylüyorlar, yumuşak muhalefeti. Bana bir kişi desin ki ‘Şu konuda yaptığınız muhalefet yumuşaktır’. Yumuşaklık yok, ama tarif ettikleri şey başka bir şey.”
“AVŞA ADASI’NDAKİ TEMSİLCİLİK BİNASINA KADAR GİDİP BİR ÇAY İÇMEDEN ORADA ÇALIŞMAYA BAŞLAMIYORUM”
“Bir de şöyle bir şey kişisel polemiğe girmiyorum. Girmeme sebebim şu: Milletin hiç ilgisini çekmiyor. Yani bakın sadece FOX Haber’de çok güzel chat oluyor. Halk TV izleyenler bayılıyor. Ama gerçek var Halk TV’yi izleyen FOX’ta bana bayılan, bilmem ne olanların oyunu zaten alıyoruz. Bana beni televizyonda gördüğünde veya bir CHP’liyi gördüğünde kanalı değiştiren adamın ‘dur ya bir ne diyor’ demesi lazım. Bu olmadan olmayacak. Ben o ‘sert yap’ diyenlerin dediği sertliğin beş katını yapabilirim, hiç sorun yok. 5 yıl daha Tayyip Erdoğan’a katlanmaya hazır olsunlar. Ben Tayyip Erdoğan’ı önümüzdeki seçimde eğer erken olursa aday olabiliyor YSK kararı yüzünden ve Anayasada ikinci döneminde sadece öne alınırsa aday olabiliyor ya da onun belirleyeceği adayı yenip Atatürk’ün partisini Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının ilk seçiminde iktidar yapmak istiyorum. Onun da yolu bu. Burada iki şey söyleyeyim Fatih Bey müsaadenizle. Bu yöntemle 31 Mart’ta birinci parti olduk. Sadece bu yöntemle değil. Ben yapmadım, biz yaptık, hep beraber yaptık. Nasıl biz yaptık? Doğru adaylarla. Doğru adayı belirlerken doğru yöntemleri kullanarak, ölçme değerlendirme anketlerle, kadınlara ve gençlere alan açarak, örgütle adayı barıştırarak, örgüte hak ettiği kıymeti vererek. 40 yıl sonra ilk kez bu partiye bir genel başkan geldi. Avşa Adası’ndaki temsilcilik binasına kadar gidip bir çay içmeden ben orada çalışmaya başlamıyorum. Örgüte değer vererek. Ama bir şey var, 47 yıl sonra birinci parti olduk ve o günden bugüne de anketlerde birinci partiyiz. Yarın öbür gün ikiye düşeriz bire çıkarız. Ama seçimi kazanma potansiyelindeyiz, potadayız ve yüzde 25 cam tavanı tuzla buz ettik. Ben size bunu şu stüdyoda söylemiştim. Bunu yapacağım dedim ve bunu yaparken bakın şunu da söylemiştim. Fatih Bey Ecevit dünyadaki rüzgarları doğru okuyarak, Türkiye’de seçmene çok doğru şekilde dünyadaki sol rüzgarları tercüme ederek -ortanın solunu kastediyorum- iyi bir kadro hareketiyle gençlerle, Deniz Baykal’ı 36 yaşında bakan yaparak, aynı zamanda Önder Sav’ı, aynı zamanda Erol Çevikçe’yi. Gencecik insanlarla tecrübeyi de birleştirerek ve nezaketle, kararlılıkla partisini girdiği iki yerel, iki genel seçimden 10 yılda 4 seçimden birinci parti çıkardı dedim. Ben de bunu yapacağım dedim. Birincisini yaptım Fatih Bey, ikincisi iktidarı değiştirecek olan seçim. Burada gerçekten bunu bu yöntemle başarabileceğimize inanıyorum.”
“KENDİME YENİLİRSEM O ZAMAN KAYBEDERİZ”
Özel, “Açık söyledim, ertesi gün bırakırım. Ama şöyle bir şey var. Dahasını söyleyeyim. Ben bu meselede başarısız olacağımıza şu kadar inanmıyorum. Nasıl oluruz biliyor musun? Bizim hepimizin ortak çıkarlarını bir yana bırakıp kendimi düşünür, ‘nasılsa bu seçim kazanılacak’ diye düşünür, inanır bu yetkiler bana geçsin ya da ya ‘tarihe geçen Cumhurbaşkanı ben olayım Tayyip Erdoğan’ı yenen’ dersem kendime yenilirsem o zaman kaybederiz. Onun için de cumhurbaşkanı adayı değilim, partiyi iktidara taşımaya adayım diyorum. Biz kazanacağız” ifadesini kullandı. Özel, Cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin soruya: ”Olmayacağım. Çünkü ben genetiği Cumhuriyet Halk Partisi’nden olan, sağ seçmenden oy alma noktasında en ideal isim değilim. Olsaydım olurdum. Bir de bir anket gerçeği var. Anketlerde çok yüksek oranda kabul gören arkadaşlar varken dış kulvardan ‘Geriden geleceğim ben, göreceksin o gün birinci olacağım’ demiyorum, demeyeceğim” yanıtını verdi.
“BURADA ERDOĞAN KONUŞACAK SONRA BİZ DÜŞÜNCELERİMİZİ SÖYLEYECEĞİZ”
Özel, TUŞAS saldırısıyla ilgili olarak, “Şimdi Fatih Bey, öyle zor bir soru ki. Bununla ilgili bir fikrim var ve bununla ilgili veya birkaç fikir var. Ama bunların her birisi bir parametreyi sabitlemekle mümkün. Bir şeyi doğru kabul edeceksiniz. Şu anda Erdoğan konuşmadığı için, süreç hakkında net ve şeffaf olmadıkları için, biz bilmiyoruz ki mesela bu işin ardında Suriye ile ilgili Amerika ile vardıkları bir mutabakat ve Öcalan’la birlikte vardıkları bir mutabakat varsa başka bir teoridir. Bunu Amerika’ya ve İsrail’e rağmen yapıyorlarsa başka bir teoridir. Suriye’nin toprak bütünlüğü meselesindeki tutumları değiştiyse başka bir teoridir. Orada Rusya ve Suriye vardır. Hedef İran’sa başka bir teoridir. Bunun için bizim veriye ihtiyacımız var. Şimdi bu şartlarda benim bu konuda hani bir şey söylemem spekülasyon olur. Tersten çözümlemeyle de bir şey bildiğim ve o şeyin bir şey olduğu anlamına gelir. Çok zor bir şey. O yüzden bunu söylemem zor. Yani düşündüğümü söylesem ‘Bu bunu biliyor, biliyorsa işin içinde, böyle olduğuna göre böyle’ falan. O yüzden burada Erdoğan konuşacak sonra biz düşüncelerimizi söyleyeceğiz” diye konuştu.
“EN RİSKLİ VE ZOR ADIMLARI DEVLET BEY’E ATTIRIP KENDİSİNİ YIPRATTIRMAMAYA ÇALIŞIYOR OLABİLİR”
TUSAŞ saldırısına ilişkin Erdoğan’ın henüz açıklama yapmamış olmasına yanıt veren Özel, “Bir ihtimal ölçüyor ve eğer toplumdan çok ciddi bir itiraz gelecekse vazgeçecek olabilir. Orada der ki ‘Ya Devlet Bey dedi ama bizim şimdi gündemimizde böyle bir şey yok’ der. Onlar bu işlerden manevrayı yaparlar. Ya da bir takvim dahilinde bir şeyler yapılacak, en riskli ve zor adımları Devlet Bey’e attırıp kendisini yıprattırmamaya çalışıyor olabilir. Ama eninde sonunda bir taktik olduğu belli. Ha bir kriz var mı yine dediğim gibi yüzde 5 ihtimal veririm veya 10. Dedim Devlet Bey’in dediği ‘Hani bir adımlar atılacak en olmayacağını söyleyeyim ki tıkayayım bu işi’ yapıyorsa o zaman susarak soğutmaya ve arka kanaldan ‘Ya bu işi bir revize edelim’ demeye olabilir. Ama dediğim gibi konuşmadan ve netleşmeden, o pozisyonunu cesaretle söylemeden bizimkiler sadece akıl yürütmeden öteye geçmez. Çünkü DEM Eş Başkanları diyor ki ‘Bizim süreçten haberimiz yok, yani bizimle yürütülen bir süreç ve müzakere yok’. Selahattin Demirtaş böyle söylüyor. Ben ana muhalefet lideriyim, herhangi bir bilgilendirme, herhangi bir şey yok. Dünya kadar iktidardan doğru kulis yazan bir sürü gazeteciden bir şey okumadık. İstediklerini yazdırdıkları kalemlerden bir şey okumadık, çelişkili bir şeyler var. Ondan kendisi konuşacak başka yolu yok” ifadesini kullandı.
“SİZİN BİLMEDİĞİNİZ HİÇBİR ŞEY İÇERİDE KONUŞULMADI”
İsrail’in Türkiye’ye saldıracağına ilişkin gündemi değerlendiren Özel, “Şimdi birincisi şunu söyleyeyim gizli oturum Meclis tecrübesiyle aldığım çok doğru bir karardı, doğru olduğu ortaya çıktı. Geçmişte hep şöyle oluyordu ‘Kardeşim gelin anlatın’ diyorduk ‘Ya Netanyahu canlı yayında mı dinlesin’ ve şeye oynadılar. Erdoğan’ın ‘bir bildiği var’a oynuyorlar. Evet İsrail bize saldıracak. Milli Güvenlik Kurulu’na o giriyor, MİT ona bağlı, her türlü istihbarat ona akıyor. Vardır bir bildiği deyip, o da İsrail saldıracak deyince oo tehlike büyük. Bir de 3. Dünya Savaşı lafları falan. Dedim ki ‘Gelin gizli oturuma, ne biliyorsanız anlatın’ ve şunu ekledim sorunuzu ondan buradan alıp yanıtlıyorum. Gizli oturum tutanakları 10 yıl açıklanamaz ve konuşulanlar hakkında bilgi verilemez. Verin bilgiyi neyse gereği üstüme düşen yapacağım. Ama konuşmadıklarınızı ifşa ederim dedim. Ve şimdi ifşa ediyorum ki sizin bilmediğiniz hiçbir şey içeride konuşulmadı. Bakın ne konuşulduğunu söylemiyorum. Demek ki neymiş, İsrail’in Türkiye’ye saldıracağı Türkiye’ye gireceği ile ilgili her iki Bakanın milletin vekillerine anlatabileceği bir veri ellerinde yokmuş.
Gizli oturuma rağmen bunları gizlemediklerine göre. Çünkü gelip bilgi veriyorlar. Şunu diyebilirlerdi, ‘Veri var ama sızar diye vermiyoruz’. Bunu da demediler. Geldiler ve sizin benim bilmediğim, ben orada hiçbir şey yeni bir şey öğrenmedim. Belki birkaç rakam. O da İsrail’in saldıracağını yönelik değil de genel Türkiye’nin kabiliyetleri ile ilgili falan. İsrail Türkiye çatışmasının yaklaştığına ilişkin hiçbir şey denilmedi. Bence de İsrail’in Türkiye’ye saldırma ihtimali yok. Bir terör saldırısının arkasında olabilir, yapar da yapıyor, yaptı. Türkiye’de siyasi suikast işlenebilir, yarın çeker beni vurdurur. Buna bu değil. İşgal veya direkt saldırı, Türkiye’ye füze atma. Böyle bir şey yok, olmaz, yapamaz. İsrail cürümü kadar yer yakamaz. Türkiye NATO’nun üyesi Türkiye uluslararası kuruluşların. Şimdi asla mazeret değil ama geçen sene Hamas sivillere balonlarla, zeplinlerle bomba attı bir gece. Terör yaptı. Onu araçsallaştırarak meşru müdafaa diyerek, sınırları aşıp devlet terörüne varana kadar saldırıyor. Bir bahanesi var, orada çelişkileri var, sorunları var. Kendisi karşısında saldıran örgütler var. Türkiye kim oluyor da ne oluyor da neyine güveniyor da yapacak. Peki ne yaptılar? İnsanlar açlık konuşuyor, insanlar yoksulluk konuşuyor, insanlar işsizlik, insanlar kira konuşuyor, insanlar asgari ücret konuşuyor.
12 bin 500 emekli maaşının Tayyip Bey geldiğinde 8 çeyrek altın aldığını, bugün 2,5 çeyrek altın aldığını konuşuyor. ‘Nerede benim 5,5 çeyrek altın’ diyor. ‘Yaktı bitirdi bizi’ diyor. Bunlar konuşulmasın diye makro gündem. Biliyorsunuz önce bir Anayasa turu yaptılar. Vallahi dedim ki Anayasa tartışması Numan Bey’in de yüzüne söyledim Tayyip Bey’in de yüzüne söyledim. ‘Anayasa tartışmaları makro tartışmalardır. Sis etkisi yapar başka bir şey görünmez oluyor. Siz bunu istiyorsunuz galiba’ dedim ‘Numan Bey. Ben esnafın sorununu konuşmak, emekliyi konuşmak, asgari ücretliyi konuşmak istiyorum ben sol bir parti sosyal demokrat bir parti olarak benim yükümlülüğüm bu ülkenin yoksuluna ve bu ülkenin işsizine karşı’ dedim. O Anayasaya biz öyle deyince bir durdular. Sonra döndüler yine bir makro tartışma başlatmak üzere İsrail Türkiye’ye saldıracak lafını çıkardılar. Bu silahı ellerinden almak istedim. Çünkü İsrail Türkiye Savaşı hemen o onu dedi bakın Meclis’ten çıktık arkadaşlarımla birlikte kulisteyim gazeteciler sordu orada söyledim. Hemen gelmeli, çünkü dedim o kürsü alelade bir kürsü değil. O kürsüde asla ve asla Cumhurbaşkanının söylediği laf boş bir laf olamaz, altı doldurulmalıdır, bir gizli oturumda bu bize anlatılmalıdır. Ben ak mı kara mı ortaya çıksın diye. Ama altı asla dolmadı. AK Partililere sorun dolmuş mu, MHP’lilere sorun. Birisi çıksın desin ki ‘Özgür Özel yalan söylüyor, biz aldığımız sunumlardan İsrail’in Türkiye’ye saldırmak üzere hazırlık içinde olduğuna, bunun bir yakın tehdit olduğuna ikna olduk’ diyemezler. Ama net bir şey söyleyeyim. Ben bunu söyledim. Akşam resepsiyon falan. Ertesi akşam televizyonların tamamında İsrail-Türkiye Savaşı konuşuluyor. Yok kaç firkateynimiz varmış, onlarda F35 varmış bizde F16 varmış, yok bilmem ne varmış, ama bizde İncirlik varmış, İncirlik NATO’nun parçası. Elde birer tane çubuk, o çubuğun ucunda ‘İşsizlik oranı buydu buraya geldi bilmem ne’ olacağına İsrail füzesi var. O iş şuraya varıyor. Teşbihte hata olmaz. Hitler’in ‘Çocuklarımız aç aç’ diye ağlayan Alman annelerine ‘Alman çocuklarının tereyağına değil Alman tanklarının gres yağına ihtiyacı var’ demesi gibi. Sen ‘Türkiye’ye İsrail saldıracak’ dersen ‘Benim çocuğum aç uyusun ama milletimiz devletimiz var olsun’ der bu ülkede insanlar.
Öyle bir suni tehdide karşı o hamleyi yapmıştık. Şimdi geldik. ‘Abdullah Öcalan gelsin Meclis’ten konuşsun’ demek de gündemde başka hiçbir şey konuşulmasına hizmet ediyor. Bunun için ben kadın cinayetlerini, bebek ölümlerini, çocuk istismarlarını, yurtlarda barınma sorununun tarikatlar üzerinden çözülmesiyle yapılanları, sokaktaki canların itilafını ve orman yangınlarını ve emeklinin yani hem ormandaki yangını hem mutfaktaki yangını, emeklinin sıkıntısını, asgari ücrete zam yapılmamasını ve gençlerin umutsuzluğunu ve uyuşturucu sorununu konuştum. O da bir yaşam hakkına müdahale. Metamfetamin meselesini. Ve bu gündemi Beşiktaş’ta bunun için haykırdım. Beş kişi öldü dördünün cenazesine gittim, birinin taziyesine gideceğim. Yüreğim yanıyor. Ama Türkiye sadece ve sadece kendi gündeminden koparılmasın diye buna çalışacağım. Benim en sert muhalefet anlayışım bu. Ben Tayyip Erdoğan’a İsrail konusunda ‘Doğru söylemiyorsun, yoksulluk konuşulmasına icat ediyorsun’ demek sert muhalefet. Tayyip Erdoğan’a ‘yalancı, sahtekar’ diyebilirim. Bunu demek yerine ‘Doğru söylemiyorsun’ diyorum. Çünkü ben ona onu dersem o da bana bilmem ne diyecek ve bu kavga bir hafta sürecek. Millet yine aç, yine işsiz. Benim derdim bu Fatih Bey” ifadesini kullandı.
“İÇERİYE DÖNÜNCE DÜŞÜYORSUN, DIŞARIYA DÖNMEK LAZIM”
Özel, anket sonuçlarına ilişkin olarak, “Şimdi bir kez şu. Biz 31 Mart’tan beri yani biz Mart ayında birinci olduğumuzu ölçtük ve çıktığım bütün yayınlarda söyledim. ‘Şu illeri alacağız birinci parti olacağız’. Dediğim oldu. Sonra da hiç birinci olmayı bırakmadık. Mayıs ve Haziran aylarında oldukça yüksek bir seyirdeydik. Temmuzda bir hamle daha oldu açıklanmayan asgari ücretin de etkisi olduğunu, zam verilmeyen asgari ücretin. Bizim anketler yani toplam 9 anket firması takip ediyoruz, 9’da 9’ken, bir tek Eylül ayında ikisinde ikinci olduk. Metropol ve Panorama TR’de ikinci olduk. Bu ay yeniden Metropol’de birinci olduğumuzu gördük. Panorama TR’nin de basım aşamasındaymış ama veriler CHP yeniden birinci diyor. Yani yine bütün anketlerde birinci olduğumuzu gördük. Dünkü bir şey hariç. Onu ayrıca anlatacağım, tekrar yükseldik. Biz çıkış trendimiz bir yerde durup biraz düştüğümüz ay kendi içimize kapandığımız ay. Ne yaptık, tüzük değişikliği. Çok başarılıydı, partiyi nasıl yöneteceğimizin mutabakatı tamdı. 600’ün üzerinde oylarla kıyasıya bir yarışla kazandığımız bir kurultaydan sonra o 650’ye 650’lik denge neredeyse yerini 36 karşı oya karşı bin 200 oy aldığımız, en tartışmalı maddenin bile 36 ret oyu aldığı, yani örgütün ve delegenin arkamızda bütünleştiği, 35 İl Başkanı bizi destekliyorken 81 il başkanının tüzüğe oy istediği bir sürece geldik. Çok iyi. Örgütte hiçbir sorun yok, ama kelime bulutları ölçtürüyoruz biz. Bizim ağzımızdan en çok konuşulan kelime bulutun en büyük parçası oluyor. Mayıs; işsizlik, enflasyon, ekonomi falan, Haziran öyle. Biraz orada diyalog, normalleşme falan var. Olumlu reaksiyon almış sağ seçmenden karşılıklı ziyaretler falan. Temmuz’da asgari ücret, enflasyon en büyük böyle böyle böyle. Ağustos ve Eylül’de ön seçim, tüzük, delege, kurultay konuşmuşuz. İçeriye dönünce düşüyorsun, dışarıya dönmek lazım birbirinden uğraşmamak lazım. Birbirine fıkra bile anlatmamak lazım dönüp millete hatır sormak lazım. Fıkra anlatacaksan millete anlat. Birbirimizi meşgul etmemek. Değil paçasından çekmek birbirimizi. Bu önümüzdeki belki bir yıl belki iki yıl bilemedin üç yıl içinde var işte seçim yani. Seçime kadar birbirimizi pozitif ya da negatif eylememek, meşgul etmemek, vatandaşa dönmek lazım. Vatandaşın sorununu nasıl çözeceğini anlatmak lazım. Bunun için de yaklaşmakta olan yani içinde bulunduğumuz programımızı yeniliyoruz. Partiyi nasıl yöneteceğimizde mutabakat tam, o defteri kapattık. Türkiye’yi nasıl yöneteceğiz. Yeni bir program. ‘Var bir çaresi’ de tam olarak derdi olana bunun ‘Var Bir Çaresi O da Cumhuriyet Halk Partisi’ diyoruz” diye konuştu. Özel, şunları kaydetti:
“GERÇEK BİR SOSYAL DEMOKRAT ÇİZGİDE BİR PROGRAM İÇİN ALINTERİ DÖKMEYE AZİMLİYİZ”
“Program yazma evresi o. 81 ile gidiyoruz 947 ilçeye gidiyoruz. Hem kendi içimizde programla ilgili ne yapıyoruz ama esas ziraat odaları, ticaret odaları, sanayi odaları. Onlara bir biz sizin derdinizi biliyoruz. Bunlar bizim çözüm önerimiz bunlar. Eksiğimiz var mı kardeş? Mutlaka var, her şeyi biliyor olamazsınız. O eksikleri alıp toplayıp bir ekip tüzükte olduğu gibi dünyaya bakıyor. Sol partilerin hangi programlarla başarılı olmuşlar? Yeşil ekonomi, sürdürülebilir kalkınma, sınırda karbon vergisi, robot vergisi. Değil mi robot vergisi diye bir şey var dünyada. Teknolojik kalkınmanın en uzman kişisi Daron Acemoğlu gitti Nobel ödülü aldı. Biz Daron’u çekiştirmekle meşgulüz. Bunların hepsine bakıp gelip, daha kısa, daha anlaşılır, partinin temel ilkeleriyle çelişmeyen, çağı yakalayan bir program. O program neye dönüşecek, hükümet programına dönüşecek. O programı parça parça yapıp politika belgeleriyle birlikte bütün seçim kampanyası da orada çalışacağız. Bizdeki çareleri ama bu süreçte 6 ay boyunca başka ne derdiniz var ve benim bu çözümümde sana uymayan bir şey varsa söyle. Önerin varsa söyle. O kadar farklı şeyler duyuyoruz görüyoruz ki. Bunda TÜSİAD da var DİSK de var. Yani toplumun hiçbir tarafını dışlamadan. Patronlar kulübü diye TÜSİAD’ı kendimizce ötekileştirip, iterek de değil. Çünkü patronsuz olmaz, işçisiz patron olmaz. Hani fabrikalar işçilerin olsun çok isteriz. Ama oralarda değiliz. Herkesin sorununu gören ve ne sermaye düşmanlığı yapan ne emeği ezdiren gerçek bir sosyal demokrat çizgide bir program için alınteri dökmeye, koşturmaya, dirsek çürütmeye azimliyiz. Parti de buna motive, örgüt motive.”
“ANKARA’DAYKEN KARAVANADAN YİYİN DEDİK”
Özel, Cumhuriyet Halk Partisi 7’nci Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “korumalarının yemek parasının kesildiği” iddiasına ilişkin olarak, “Hakikaten bunu açık açık anlatayım. Birincisi dünkü haberleri, kötü niyetli haberleri görün, neyle uğraşıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi Eski Genel Başkanına verdiği makam arabalarını geri aldı.’ Burayı anlatayım. Bu parti önceki hiçbir genel başkanına makam aracı ve koruma aracı vermemişti. Bunu ilk teklif eden Kemal Bey’e benim. Sayın Murat Karayalçın ve Hikmet Çetin, ikisi de eski Dışişleri Bakanı ama bir tanesi eski Meclis Başkanı da olduğu için birini Meclis’ten, birini Dışişleri Bakanlığı’nda A’dan Z’ye hangi partide olursa olsun makam araçları var. Mütevazı araçlar bunlar. Sayın Altan Öymen de kızının aracıyla geliyor, gidiyor. Ben Kemal Bey’e devir teslimde dedim ki, makam aracı, koruma aracı ve üzerimize ne düşüyorsa. Hatta bir ofis tutacağınız söyleniyor. Bir vakıf filan diyordu. O konuda şimdiki özel kalemlerinizden veya herhangi birisi, ikisi birden partiden maaş ödenmek kaydıyla gelsin. Siz orada rahat çalışın dedim. Kemal Bey ‘Ofisi çözeceğiz, öyle gözüküyor’ dedi. Diğerlerini kabul etti. Bizim orada işte makam aracımız, istiyorlarsa aracı bırakıp minibüs alabiliyorlar. Korumalarının filan araçları var. Şoförlerin harcırahı var. Korumalar da yemek de yiyorlar tabi ki. Bütün masraflarını karşılıyoruz. Bizim sayman, bana geldi bir şey söyledi. ‘Başkanım bu koruma giderleri çok fazla.’ Rakamlar verdi, vermeyim. Spekülasyon olmasın. ‘Senin korumalarda da var ama Kemal Beyinkilerde tamamen.’ Onlar da bizim geçen dönem arkadaşlarımız yani. Şöyle bir şey var. Ankara’dayken dışarıdan yemek yiyorlar ve şişkin faturalar var. 60 bin lira bir ayda yemek yenmiş mesela dışarıdan. ‘Burada yemek çıkıyor Genel Başkanım’ dedi. Sayman dedi bana bunu. Ben de o yemeği yiyorum bu arada Fatih Bey. Ben çok severim. Ben bakarım böyle her öğlen dışarıdan bir şey söylemeye. Bana karavana ne çıkıyorsa getirin. Yatılı okul çocuğuyum ben. O kadar güzel bir şey ki. A bugün ne varmış? Bu varmış. Hep de çok güzel yemekler. Zaten o da orada çıkarılmıyor. Yani bir eski il başkanımızın yemek fabrikası var. En iyi yemekleri yapıyor, bize de makul bir fiyatla veriyor. Çok makul fiyatta. Başkasından da almıyoruz. İl başkanımızdan, önceki dönem filan. Korumalar da ben binadayım, korumalar binada, yemeği neden dışarıdan yesinler? Sizinkilerde dediler daha az. Kemal Beyinkiler bir lokantadan, bir yerden yiyor. Bunu desem ki, Kemal Beyin ofisi de çok yakın. ‘Ben bunları arasam, münasip dille desem ki, hem senin koruma amirine hem ona. Ankara’dayken yemeği Genel Merkez’de yeseler. Baya karımız olacak’ dedi. Bizim de zorlanıyoruz ekonomide. Ankete, mankete para verdik seçim zamanı çok. Olur dedim, konuş. Bunu konuşmuş. ‘Efendim korumaların yemeğini kestiler.’ Bu tutanak geldi önüme. Arabalar iade edilmiş. Kendileri başka arabalar temin etmiş. Şoförü iade etmişler. Ben Kemal Bey’in doğrudan dahili olduğun sanmam da etrafındaki bazı karar vericiler, bunu bir mağduriyet aklı sıra yaratmak için. Özel kalemler konuştu bu mevzuyla ilgili. Benim ayıbıma gider. Efendim, korumanız şunu yapsın. Bir de saymanımız Kemal Bey’e yakın bir milletvekilimizi aradı. Dedi ki ‘Yahu bakın, bizim derdimiz Kemal Bey’in değil. Bizim korumalar da. 40 bin lira birisi, 60 bin lira birisi. Ben niye para vereyim. Bu yok zamanda. Mis gibi yemek çıkıyor. Buradan yesinler’ diyor sayman. ‘Biz bir lokanta ile anlaştık’ cevabını aldık. Benim bunu Kemal Bey’le konuşmam doğru bir şey değil. Hoş olmaz. Sonra da arabalar geldi. Sonra bir haber. ‘Kemal Bey’in altındaki arabayı geri çektiler.’ Biz çekmedik. Herkes biliyor. Bugün düzeltilmiş herhalde o. Bu sefer yemeklerini kestiler. Biz şunu dedik, Ankara dışındayken her türlü faturayı öderiz. Ankara’dayken karavanadan yiyin dedik. Suçumuz bu” diye konuştu.
“1 MİLYON 600 BİN KİŞİ HATA YAPMAZ”
Özel, Cumhurbaşkanı adaylığı konusundaki tartışmalara ilişkin olarak, “Bizim Ekrem İmamoğlu ile olan ilişkimiz kardeşlik hukuku. Bunu bozmaya filan çalışanlar oluyor. Gülüyoruz. Her türlü fitneyi birbirimizle ilk biz paylaşıyoruz. Dışarıdan dönüp ‘Yahu Ekrem Bey’e böyle yapmışlar’ demeden Ekrem Bey beni arar. Ben de ona söylerim. Bu yüzden aramızda bir fitne savar var. Bu çok iyi bir şey. Çünkü biz birbirimize düşürsek parti mahvolur. Bu benimle Mansur Bey için de öyle. Ama benimle Ekrem Bey için özellikle öyle. Çünkü biz Ekrem Bey seçimin ertesi günü ‘değişim’ dedi. Ben de o değişime inanan birisi olarak ve kendisi de değişimi savunan birisi olarak oturduk ve yollarımızı ortaklaştırdık. Bizim umudumuz, Türkiye’yi yeniden demokrasiye taşıyacak ve insanların sıkıntılarını çözecek bir Cumhuriyet Halk Partisi iktidarını kurmak. Bunun için Ekrem Bey de ben de yeminden daha ileri bir noktadayız. Bu sözlerimizle önce kendi namusumuza, sonra birbirimize ve partimize bağlıyız. Hal böyle olunca, benim açımdan aday belirlemede Ekrem Bey’i seçtik desem, kimsenin diyecek bir şeyi yok. Ama dediğiniz sebeplerden dolayı, kamuoyu karşılığı açısından bir Mansur Yavaş gerçeği var. Burada ben yükü kendi sırtıma alırsam, bu bencillik olur. Oysa biz, ‘ben’ diyen bir parti olmamalıyız.
Durumu anlatırken bazen çok, bazen ‘ben’ dediğimiz olsa da siyasette kibirden ‘biz’ diye kendinden bahseden liderler var. Liderlik ve güç tartışılmasın diye ‘ben’ desek de her kararı birlikte alıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin MYK’sıyla, PM’siyle. Ben iki ayda bir toplanan PM’yi aday belirleme sürecinde iki ayda 12 kere toplantıya çağırmışım. Net. Ben bu yükü sırtıma almayacağım. Ben bu yükü sadece milletvekili grubuna da bırakmayacağım. Ben bu yükü sadece PM’ye almayacağım. Örgüte ve belki de daha fazlasına. Çünkü bizim tüzüğümüzde şu yazıyor. Yöntemlerin içinde. Aday yoklaması, ön seçim, geniş halk yoklamaları. Yolunu bulursak bize oy veren seçmene erişmeye, dünyada bazı şeyleri var. 6-8-10 milyon kişiyle bile ön seçim yapmaya razıyız. Ama bir kere Cumhuriyet Halk Partisi’nin kayıtlı üyeleri, belki şu da bir fikir. Cumhurbaşkanı adayını belirlemek istiyorsan gel partiye kayıt ol. Üyelere sorarak biz Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayını Türkiye İttifakı’nın adayı yaparak, aday gösterildiği gün seçimi kazanacağı garanti olarak belirlemek istiyoruz. Kırmadan, dökmeden. Ekrem Bey’i seçip, Mansur Bey’i ve sevenlerini, Mansur Bey’i seçip, Ekrem Bey’i ve sevenleri kırma lüksümüz yok. Ama demokratik bir şekilde yapacağız. Bu kesin böyle olacak demiyorum ama en doğrusunu arayacağız ve ortak akılla bulacağız. Herkes şundan emin olsun. En doğru adayı belirleyeceğiz.
Aday Cumhuriyet Halk Partili olacak ama Türkiye İttifakı’nın adayı olacak. Seçimi kazanacak adayı belirleyeceğiz. Bunun önünde kim engelse, kendi kibrim dahil. Kim engelse onu bertaraf edeceğim. O yüzden ilk ve en olası engeli kendim ortadan kaldırdım. Kendi adaylığımı ihtimal dışı bıraktım. Çünkü karar verme, bizim partide, her partide, genel başkanlık. Partinin Parti Meclisi, o var, bu var ama en üst organı genel başkandır. Çok önemli bir yer. O genel başkan nefsine düşerse Türkiye’ye çok şey kaybettirebilir. O yüzden dedim ki, burada en büyük engel kimdir? Senin kendi nefsin, şişirecek olanlar olabilir. Bu ihtimali baştan tüket dedim ve en büyük engeli kaldırdım ben. Bunun dışında şu anda dediğiniz gibi iki isim önde. Emin olun ben Ekrem Bey için de söylüyorum. Hani diyoruz ya, tut bir üçüncü isim, bir yerden, partinin içinden elbette çıktı. Kamuoyu araştırmalarında Ekrem Bey’i geçti, Mansur Bey’i geçti, sonra Ekrem Bey’i geçti ve en yukarıya geldi. Yerleşti. Vallahi Ekrem Bey bana der ki, ‘Başkanım bunu yapalım aday.’ Mansur Bey de ‘Yahu bunun yerine ben aday olmalıyım’ demez. Çünkü onlar biliyorlar ki biz bu seçimi kazanırsak önümüzdeki dönem hem insanlara ve bu ülkeye çok büyük katkılar sunacağız. Hem de kim, neyi yönetmek istiyorsa fazlasıyla yönetecek zaten. O kadar çok makam, mevki, o kadar çok yapılacak iş var ki. Hepimize yeter. O yüzden ben bu meseleyi buradan görüyorum ve buradan okuyorum. Süreci böyle yürüteceğiz. Bu süreç yürütümünde meseleyi kişiselleştirmemek, kurumsallık içinde ve mümkün olan en geniş katılıma yaymak lazım. Hata yapmamak için. Bir kişi hata yapar. 1 milyon 600 bin kişi hata yapmaz.”
“CUMHURİYET’E SAHİP ÇIKMAYA DAVET EDİYORUM”
Özel, “Yarın 29 Ekim. Ben şöyle bitirdim. Mitingde anlattım ama mitingi izlemeyenler olur, burada anlatayım. Müthiş bir hikaye. Çok sevdiğim bir hikayedir. Bir kere bilmeyen gençler için söyleyeyim. Yurtdışına eskiden trenle gidiliyordu. Böyle çok uçaklar yoktu. Haydarpaşa’dan tren kalkıp gidiyordu. Haydarpaşa’ya Anadolu’dan gelinirdi, Sirkeci’den de yurtdışına gidilirdi. Trene telgraf diye bir uygulaması vardı PTT’nin. Çünkü adam kalkmış Sivas’ın Zara’sının köyünden, köyden Zara’ya, Zara’dan Sivas’a aksak ulaşım imkanı Ankara, İstanbul’a gelmiş. Karşıya geçmiş. Trene binecek. O sırada, onun belki annesi öldü. Trene telgraf çekilirmiş. Sirkeci, 16.15 treni. Almanya Münih diyelim. Bağırıyorlar, Özgür Özel, Özgür Özel, telgrafın var. Hatta onu filmlerde görürsünüz belki. Biri bağırır, camdan alırlar telgrafı. Bu yöntemi Atatürk kullanırmış. Milli Eğitim Bakanı eliyle yurtdışına okumaya yolladığımız öğrencilere telgraf çektirirmiş. Dermiş ki, paşamın selamı var. Bu telgrafı onun adına çekiyoruz. Diyor ki, evlat bir kıvılcım olarak sıçrayıp Avrupa, Amerika’ya gidiyorsun. Avrupa’ya gidiyorsun, Almanya’ya gidiyorsun. Orada aldığın eğitimden sonra sakın oralarda kalma. Anlatırken biraz duygulanıyorum. Türkiye’ye bur Cumhuriyet ateşi olarak döneceksin. Ben bugün gelenlere dedim ki, Türkiye’nin dört bir yanından kıvılcımlar buraya geldiniz. Cesareti yükselttiniz. Lütfen evlerinize birer Cumhuriyet ateşi olarak dönün ve 29 Ekim’i kutlaması gerektiği gibi, terörden korkmadan, iptale bahane arayanlara fırsat vermeden, halkın bayramı olarak Cumhuriyet Bayramı olarak kutlayın dedim. Cumhuriyeti kutluyorum. Bütün vatandaşlarımızı geçen sene 100’üncü yılda olduğu gibi, ara sokaklardan insanlar akıyordu geçen sene, öyle sokaklara çıkmaya, törenlere katılmaya, iptal edilen konser varsa, belki çok neşeli konserler iptal edildi, o günün şeyiyle ama konserlere gitmeye. Teröre inat, Cumhuriyet düşmanlarına inat Cumhuriyete sahip çıkmaya davet ediyorum” diye konuştu.