Onur Doğan ve Ece Bozkaya ile Ömer Seyfettin’in hikayesinden uyarlanan “Bomba filmine” özel röportaj.
Öncelikle sizi tanıyalım. Onur Doğan kimdir, kendinizden ve kariyerinizden bahseder misiniz?
Merhaba öncelikle röportaj için teşekkür ederim. Yaklaşık 12 yıldır medya ve reklam sektöründeyim. Üniversite ve yüksek lisansta sinema okudum. Mezun olduktan sonraki ilk yılımda Karınca Kapanı sinema filminin kurgusunu üstlendim. Sonrasında yönetmen Ezel Akay’ın reji asistanı olarak reklam setlerinde görev aldım. Bu dönemden sonra klipler ve iki kısa film (C.O.D. ve Reddedilen) çektim. Bu filmlerle yurtdışında festivallere ve workshoplara katıldım. 2019’dan beri özel bir kurumda sinema eğitimi veriyorum. Son 5 yıldır aktif olarak reklam yönetmenliği yapıyorum.
Yönetmen olma fikri nasıl oluştu? Çocukluktan gelişen bir durum mu? Yoksa sonradan evrildiğiniz bir alan mı oldu?
Benimki çocukluktan gelişen bir durum oldu. Çocukluğumdan beri babamın işi gereği sinema salonlarının içinde büyüdüm. Haftasonları çok küçük yaştan itibaren bir film eleştirmeni gibi haftanın tüm filmlerini sinemada tek günde 6 seansta izler günü bitirirdim. Sonrasında ortaokul ve lise döneminde film çekme isteği ve yönetmenliği meslek olarak seçme duygusu hiç kaybolmadı
Gelelim filminiz Bomba’ya, Ömer Seyfettin’in bir hikayesinden uyarlandı. Bu hikayeyi uyarlama düşüncesi nasıl oluştu? Sevdiğiniz klasiklerden miydi?
Aslında Ömer Seyfettin ile çok geç tanıştım. Küçüklüğümden beri Ömer Seyfettin deyince “Kaşağı” öyküsünün fesli çocuklu kitap kapağı tasarımını ve öyküyü hiç okumadığımı hatırlıyorum. Klasik sıkıcı edebiyat öyküleri gibi aklımda kodlayıp uzak durmuşum bunca zaman. Kendi yazıp yönettiğim ilk kısa korku filmimden sonra uzun zamandır kendim yazmadığım, uyarlayabileceğim bir öykü arayışına girdiğimde kendi edebiyat öykülerimize, hikayelerimize döndüğümde Ömer Seyfettin’i keşfettim. Ve hiçte ön yargılı olduğum gibi sıkıcı ve sıradan olmadığını hatta edebiyatımızdaki en vahşi korku hikayesi diyebileceğimiz öykülerin yazarı olduğunu Beyaz Lale ve Bomba ve Diyet’i okuduktan sonra fark ettim. Bu hikayeleri okuduktan sonra kendi edebiyatımızın Marquis De Sade’ı gibi görmeye başladım Ömer Seyfettin’i. Özellikle bu en rahatsız edici hikayelerinin günümüzde toplatıldığını, sansürlendiğini öğrenince filmini çekerek tekrar hatırlatmak ve gündeme getirmek de bu öyküyü film yapma düşüncemde önemli bir paya sahip.
Çekimlerle ilgili biraz konuşmak isterim. Ne kadar zamanda tamamlandı? Nerede çekildi?
Filmin tamamı Beykoz’da Mahmutşevketpaşa da küçük bir dağ evinde çekildi. Hikayeye çok uygun ve tam aradığım evi buldum. Öykü için tasarlanmış gibiydi neredeyse dekor olarak bu evi baştan yapsak yine böyle bir ev yapardık. Hikayede geçen her ana, kurmak istediğim her mizansene cevap veren, ürkütücü, tekinsiz, tenha bir yapısı vardı evin. Zaten aslında çekimlere kiraya verilen terk edilmiş ve bakımsız bir yapıydı. Sanat yönetmenim Yiğit Uzunefe ile evi film için baştan yarattık. Bazı zemin kısımlarını onardık, çatısını ve iç duvarlarını boyadık ve sıfırdan dekore ettik. Böylece tam istediğim hale büründü ev. Bizim için plato gibiydi.
Tabii kışın ortasında gece çektiğimiz için yağmur yağması, soğuk ile mücadele etmek gibi zorlukların yanında, elektrik, su, tuvalet gibi hiç bir olanağın olmadığı bir yapıydı. Jeneratör, karavan, catering ile bu eksikleri çözdük tabii bu da maliyetimizi bir hayli artırdı. Özellikle kısa film için benzerini pek görmediğim bir prodüksiyona dönüşmek zorunda kaldık ama buna değerdi açıkçası. Filmi yapım maliyetlerinden dolayı başta 2 gün tasarladık. Aslında yardımcı yönetmenim Deniz Ege Tuna ve görüntü yönetmenim Ece Latifaoğlu elimizdeki senaryo ve çekmek istediğimiz fazla plan sayısı nedeniyle 2 güne sığmayacağı konusunda beni uyardı ve beklediğimiz bir durumdu. Aynı zamanda filmin yapımcılarından biri olduğum için risk alıp 2 gün çektik Kasım ayında. Daha sonra yetiştirmediğimiz planlar için Şubat ayında 1 gün daha ekledik ve 3 günde tamamlamış olduk çekimleri.
Filminizin boy göstereceği festival veya özel ödül geceleri belli mi? Nerelerde gösterimi olacak?
Şu sıralar planlamamızda olan bir çok festivale başvuru yapmaya başladık. Bizim için önemli ve özel festivallere öncelik verdik. Bunlar ağırlıklı olarak dünya çapında uluslararası büyük janr festivalleri. Bazılarına bir önceki filmimle de seçildiğim bildiğim festivaller. Özellikle korku filmleri festivalleri dünyada çok fazla sayıda, kendi izleyici kitlesi olan ve oldukça rağbet gören festivaller. Bomba bir savaş hikayesi, özünde bir trajedi olsa da ben uyarlama yaparken eklediğim sahnelerle ve var olan öykü içindeki olaylara kendi tarzımı, yorumumu katarak öyküyü korku türüne daha fazla yaklaştırmam ile daha çok bu alandaki festivallere ve seyirciye uygun olduğunu düşünüyorum filmin.
Filmin içinde sevdiğim bilinen yabancı bazı korku filmlerine gönderdiğim selamlar, referanslar da ekledim. Bunu önceki filmlerimde de yapmıştım uğraşmayı sevdiğim ayrıntılar bunlar. Bu şekilde aslında ağırlıklı olarak korku seyircisine hitap ediyor diyebilirim. Ama yine hem ülkemizde hem de uluslararası genel drama festivallerinin arasında da yer alabilecek türde bir film o yüzden klasik festivallere de başvurularımızı yapıyoruz. Bunun dışında seçilecek festivaller öncesinde filmi ekipçe ve tanıdıklarımızı, film eleştirmenlerini, basından insanları davet edeceğimiz özel bir gösterimimiz olacak Eylül ayında. Bir yandan ona hazırlanıyoruz. Sanırım Türkiye’de ilk kez kendi gösterimimizde izlenebiliyor olacak sonrasında ulusal festival sürecimiz de başlamış olur.
Hikayeyi uyarlamak için nasıl izin süreçleri gelişiyor? Ömer Seyfettin’in şu an mirasçısı olan kişiler mi sürece dahil oluyor?
Normalde bir yazarın öyküsünü uyarlamak için kendisinden ya da mirasçılarından ya da telifin tabii olduğu yayınevinden izin almak gerekiyor. Ancak ülkemizde de dünyada olduğu gibi 70 yıl sonra eserin telifi düşüyor. Ömer Seyfettin’in vefatı üzerinden yaklaşık 110 yıl geçti ve telif hakları düşmüş oldu. Bu durumu kitaplarını basan bir yayınevinden de teyitleştirdim. Yakında başka bilinen yazarların da telifleri düşecek ve onların eserlerinin de uyarlamalarına sıklıkla rastlayabiliriz.
Uyarlamak istediğiniz başka bir Türk Edebiyatı klasiği var mı?
Aslında yine Ömer Seyfettin’in “Beyaz Lale” öyküsü “Bomba” ile benzer bir evrende geçen ve uyarlamak istediğim bir uzun metraj projesi olabilir. Ancak yapım maliyeti çok fazla olacağı için ve öykü Bomba’dan çok daha sert olduğu için şu an sadece bir düşünce olarak var aklımda. Yine ortak yapımcım Kerem Kurtuluş ile Bomba kısa filmi ekseninde öykünün başına farklı bir giriş yazarak ve öyküyü kaldığı yerden devam ettirerek uzun metraja dönüştürmek gibi bir fikrimiz de var. Onun dışında Sezgin Burak’ın Tarkan karakterini bir remake olarak tekrar ele almayı isterim. Ama aklınıza yeşilçamda izlediğimiz versiyon gibi gelmesin. Çok daha sert ve ciddi biraz The Northman çizgisinde bir atmosfer var aklımda. Tabii bunların yapım maliyetleri ve projelendirilmeleri ülkemiz şartlarında şu an çok zor. O yüzden uyarlama fikri olarak aklımda olan eser gibi sayıyorum bunları yalnızca.
Bundan sonraki dönemde Bomba gibi kısa filmler gelecek mi? Yoksa uzun metraj projelere mi yöneleceksiniz ?
Bundan sonra bir süre kısa film yapmayı planlamıyorum. Ülkemizde bağımsız film yapmak gibi belirli bir prodüksiyonda kısa film yapmakta çok zor ve lüks haline geldi. Üstelik kısa filmin mini dizi ya da uzun metraj gibi ticarileşebileceği, maliyetini karşılayabileceği hiç bir pazarlanabilir bir tarafı yok. Festivallerle ve seyirciyle buluşmak üzere çıktığınızı bildiğiniz bir yol kısa film. Önümde projelendirmek istediğim bir kaç fikir var. Korku türünde değiller bu kez biri kara komedi biri dram. Uzun metraj ya da mini dizi olarak düşünüyorum formatlarını. Belki bunlardan sonra kısa filme ya da korku sinemasına tekrar dönebilirim. Güzel sorular için tekrardan teşekkür ederim.
Ece Bozkaya kimdir? oyunculuğa başlama serüveniniz nasıl gelişti? Tam olarak ne zaman başladınız oyunculuğa?
Çocukluğumdan beri yatkın olduğum alanlar hep sanatla ilgili oldu. Şanslıyım ki ailem de bu hevesimi ve heyecanımı hep destekledi ve bana alan açmak için büyük fedakarlıklar yaptı. Klasik bale ile başlayan sahne serüvenim, lise yıllarında oyunculukla pekişti. Üniversitede çocuk tiyatrosu ve sınıf arkadaşlarımın film projelerinde yer alarak sektöre adım attım.
Oyuncu olma fikri nasıl oluştu? Bir çocukluk aşkı mıydı? Yoksa daha ileri ki yıllarda hayat mı sizi oyuncu olmaya sevk etti?
12 yıllık klasik bale serüvenimden sonra, sahnede olmadığım bir yol düşünmek benim için imkansızdı. Meslek seçme yaşım geldiğinde, ömür boyu tek bir alana odaklanmanın sürekli değişen ve gelişen yapımla pek uyuşmadığını fark ettim. Hem kendimi hem de hayatı daha fazla keşfetmek ve farklı açılardan bakabilmek istiyordum. Çünkü insanlar ve toplumlar için tek bir doğru olamazdı. Başkalarının gözleriyle ve anlayışlarıyla bakabilmeyi ön planda tuttum ve bu nedenle oyunculuğu seçtim. Farklı kültürlerle yoğurulmuş insanları, onların kararlarını ve dışavurumlarını anlamaya çalışmak ve onların rengine bürünmek ruhuma büyük bir zenginlik katıyor.
Bomba filminde rol alma süreciniz nasıl gelişti?
Yapımcılığını yaptığım “Merhaba Anne, benim Lou Lou” kısa filmi için, aynı zamanda Bomba filminin de görüntü yönetmeni olan Ece Latifaoğlu ile çalışmıştık. Kısa filmin yapım sürecinde bana Bomba filminden bahsetti ve beni yönetmenimiz Onur Doğan’la tanıştırdı. Hikayeyi okuyup Onur’un filmle ilgili vizyonunu dinlediğimde, benim oyunculuk anlamında denemek istediğim alanlarla çok örtüştüğünü gördüm. Karakteri, Ömer Seyfettin’in kurduğu temel üzerinden Onur’la beraber geliştirdik. Bir oyuncu olarak bu serüveni deneyimleme fırsatı beni çok heyecanlandırdı.
Bomba aşina olduğunuz bir hikaye miydi? Daha önce okumuş muydunuz?
Ömer Seyfettin’in birçok hikayesini okul yıllarımda okumuştum. Ancak “Bomba” hikayesiyle bu proje sayesinde tanıştım. “Bomba,” çok sert köşeleri olan bir hikayeydi ve bu hikayenin korku janrası kapsamında görsele dökülmesi, günümüzde de dört bir yanımız savaşlar ve şiddetle çevriliyken benim için büyük bir öneme sahipti.
Hikaye yaklaşık 100 yıl öncesinde geçmesine rağmen, aslında insanlık olarak bize yaşatılan acıların günümüzde de yeni maskeler ve sebepler ardına saklanarak tekrar ettiğini anlamamızı sağlıyor ve özdeşlik kurmakta zorlanmıyoruz.
Daha önce Bomba gibi kısa filmlerde yer aldınız mı?
Bugüne kadar bir çok kısa filmde rol aldım ancak “Bomba” filmi korku janrasındaki ilk deneyimim. Kısa filmler, yapısı gereği oyuncular, yazar/yönetmenler ve tüm sinemacılar için daha özgür bir alan sunuyor. Kısa filmleri, üniversitede sinema okuduğum zamanlarda ve sonrasında, hem kendi sınırlarımı keşfedip denediğim hem de sürecin bir parçası olarak beslendiğim bir alan olarak görüyorum.
Rolünüze hazırlık süreci nasıl oldu filmde? Genel olarak rollerinize nasıl hazırlandığınızdan da bahsetmenizi isterim.
Hikaye 1910’larda geçtiği için öncelikle dönemin demografik ve sosyo-ekonomik yapısı hakkında araştırmalar yaptım. Benim için bir role hazırlanırken her şey deneysel ilerliyor. Karakterin bulunduğu mekanları zihnimde ayrıntılandırarak içgüdüsel olarak oynadığım her karaktere özgü bir altyapı yaratıyorum. Senaryoyu okuduğum andan itibaren karakteri her eylemimde yanımda taşıyorum. Ama esas olarak çekim anındaki koşullarla ve deneyimin içindeki eylemlerin yarattığı ruhsal ve tepkisel durumla ilgileniyorum. Oyunculuğu ve oynadığım karakterleri benim için gerçek ve deneysel yapan şey de bu deneyim.
Sizin aklınızda Türk ve Dünya Edebiyatı özelinde, şu hikayede şu karakteri oynamak isterdim dediğiniz bir eser var mı?
Oyunculuk yapısı gereği kolektif bir meslek ve oynadığın karakterden çok beraber ürettiğin insanların önemli olduğunu düşünüyorum. Çalışmak istediğim yazarlar, yönetmenler harika dünyalar kuran sanat yönetmenleri, hayranı olduğum personalar yaratan makyaj artistleri var. Bir projenin çıktısından çok sürecine değer veriyorum.
Bomba’dan sonra yeni projeleriniz olacak mı? Film, dizi ve tiyatroda hazırlandığınız projeler var mı?
Oyunculuğun yanı sıra yapımcılık da yaptığım kendi projelerimi üretmeye başladığım bir dönemdeyim. Bu süreçte “Merhaba Anne, Benim LOU LOU” adlı kısa filmimizin festival süreci ile meşgulüm. Oyuncu olarak şekil değiştirebileceğim projelerde yer almaya çalışıyorum. Seyircinin, bir oyuncu olarak beni değil tamamiyle karakteri ve onun iç dünyasını izleyebileceği işleri bulmaya özen gösteriyorum.