Bu aralar nasılsın? Her şey yolunda mı? Bir karanlığın ışığında mı kayboluyorsun yoksa ışığına mı ulaşıyorsun?
Veya ortada bir tarafın ışıkta ışıldarken bir tarafın karanlıkta kayıp mı oluyor? Karar veremiyor, arafta mı kalıyorsun? Bazen ruh hallerimiz o kadar değişir ki hıçkıra hıçkıra ağlamak isterken gülmekten ağlayabilirsin ve yahut tam tersi kahkahalarla gülmek isterken kendini ağlarken bulabilirsin. Bu şeye benziyor bir çiçek dökülmeye başlayınca birden dökülmez yavaş yavaş dökülür. Dökülür ama bir yerinden de başka çiçek açmak için filizlenir. Ama sen filizlenen çiçeği görmez, dökülen çiçek için dövünüp, ağlar durursun. Açan çiçeği fark edene kadar da bir bakmışsın açan çiçekte dökülmeye yol tutmuş. Yine ağlar, dövünüp durursun.
Bu bir kısır döngü mü? Yoksa çemberinden dışarıya adım atamama korkusu mu ? Bana ikinci şık daha cazip geliyor. Hepimiz aslında çemberin dışına çıkmaktan aşırı korkarız. Ne bekler bizi, neyle karşılaşırız, ağlar mıyız, güler miyiz, sever miyiz, sevilir miyiz, nefret mi ederiz, kaçmak mı isteriz, kalmak mı? Düşünceleri hep beynimizin bir köşesini tırmalar durur. Korkudan çemberde deli gibi dolanıp dururuz.
Ayağımızı bir kez olsun çemberin dışına atsak, korkularımızla başa çıkabilsek, kendimiz olmaya başlamaz mıyız? Kendimiz olmak, duygularımız değil midir? Hayal kırıklıklarımız, sevincimiz, üzüntülerimiz, ağlayışlarımız, sevdalarımız bunlar bizi biz yapan şeyler aslında. Duygulardan kaçan insanların bir robottan farkı kalır mı? Duygularını yaşamaktan korkma, cesur ol. Ağlamak istediğinde hıçkıra hıçkıra ağla, gülmek istediğinde kahkahalarla gül. Aynı hem solan hem de filizlenen bir çiçek gibi. Solsan da yeşersen de vazgeçme çiçek açmaktan.