Bu çalışmanın asıl amacı, Türk tarihçiler tarafından çalışma yapılmamış olan Doğu Trakya bölgesinde bulunan ve adını da veren Trak kabileleri hakkında öncü bir çalışma gerçekleştirmektir.
Çalışmada kültür sahaları, Ege Göçleri ve Trakları ayırt eden özelliklerinin diğer halklarla karşılaştırmasıyla, bir bütünlük oluşturarak Trak etnik kimliği tespit edilmiştir. Birinci bölümde Trakların göç öncesi durumu ve şekillendikleri kültür sahası anlatılacaktır. Türkiye sınırlarında bulunan Doğu Trakya kabilelerinin kökenleri aydınlatılacaktır.
Traklar, “Ege Göçleri”yle Trakya coğrafyasına yerleşmiştir. Göç elbette Trakya coğrafyasına yerleşen Trak kabileleri ile sınırlı değildir. Mısır’a kadar ulaşan göç dalgası hakkında ise pek çok çözümlenmemiş soru vardır. Çalışma da ise özellikle Trak kabileleri ve diğer kabilelerinin neden göç ettiği sorunu üzerinde durulacak ve olası tüm sonuçlar incelenecektir.
Doğu Trakya coğrafi olarak Avrupa kıtasının başladığı yerdir. Bu bölgede eski çağda pek çok kabile yaşamıştır ve bu kabileler Helen tüccarlarının “barbar” olarak tanımladıkları kişiler olmuşlardır. Tabi ki barbarlık tanımı son derece göreceli bir tanımdır. Barbarlık tarihin akışında Helen olmayan kavimlerinde kullandığı bir terim olmaktan çıkmıştır. Barbarlığın tanımı Helence konuşmaya layık olmayan vahşi anlamındayken; kendi tarihini yazamayan kavimlerin düşmanları tarafından vahşi/saldırgan anlamında evrensel bir nitelik kazanmıştır.
Barbarlık kavramı hiçbir ırkı ya da ulusu tarif etmek için kullanılamaz. Barbarlık insanlığın tamamının geçtiği bir sürecin adıdır. Dünyanın hiçbir yerinde yerleşik hayat ve yazıya geçiş eş zamanlı gerçekleşmemiştir. Coğrafi şartları uygun olan bölgelerde insanlık daha hızlı gelişmiştir. Daha hızlı gelişmesinin zekâ veya fiziksel üstünlükle de bir ilgisi yoktur. Nitekim binlerce yıl barbarlar tarım halklarına karşı savaşta üstün gelmeyi başarmıştır. Trakları, barbarlık ve yerleşik hayat arasında konumlandıracak olursak, yeni yerleşik hayatta geçmiş bir toplum olduklarını görürüz. Bu durum Traklara özel bir durumda değildir. Pek çok Hint – Avrupalı bu dönemde yeni yerleşik hayatta geçmeye başlamışlardır. Burada asıl dikkat edilmesi gereken husus; Trakların, Helen tarihçilerinin yoğun şekilde yaptıkları barbar ithafıdır. Burada Helen tarihçilerin de tarihini ve anlatım tarzını bilmek gerekir.
Çalışmanın Antik Çağ kaynaklarından Herodotos Tarihi ve Thukydides’in Peloponnesos Savaşları eserleri modern dönem tarihçiliğinin ve postmodern dönem tarihçiliğinin ilk örneklerini oluşturmaktadır. Herodotos tarihçiliği sosyal bilimlerin pek çok dalını sentez etmiştir. Kesin sonuca ulaştığını düşündüğü yerleri vurgulamış; doğruluğundan emin olmadığı bilgilerde ise seçici olmuş ve en olası olanları aktarmıştır. Bu anlatılarında da kendi görüşünü belirtmiş ve okuyucusunun kendisinin yanlış olduğunu düşündüğü bilgiyi de doğru kabul edebileceğini belirten bir ifade ile yazmıştır. Anlatımlarına mitolojik hikayelerde eklemiştir.
Eleştirildiği bir durum olsa da anlatısına olağanüstü hikayeler eklemiş olması; günümüzde postmodern Antik Çağ tarihçiliğinin en önemli yardımcı bilim dallarından karşılaştırmalı edebiyatın parçasıdır. Anlatımını tarafsızlık kaygısıyla yapması kilit hususlardandır. Herodotos’un tarafsızlık kaygısı yüzyıllarca anlaşılamayacak ve Plutarkhos tarafından “philobarbaros” lakabı verilmesine neden olacaktır. Bu lakap klasisizm düşünce anlayışının ve modern bakış açısının genel görüşüdür. Tarihçilik modern anlayışta her zaman bir ulusun çıkarlarını koruyacak şekilde yazılmış ve formülize edilmeye çalışılmıştır. Bu anlayış matematik, fizik, astronomi vb. alanların gelişmesi için son derece uygun bir düşünce biçimi olsa da tarihçilik ve sosyal bilimler için anlamsız kalmaktadır. Tarihçiliği takvim arkası yazı yazmaya indirgemektedir.
Evrimin keşfi sonrası klasisizmin formülize edici bakış açısı kökünden sarsılmıştır. Friedrich Nietzsche’yle birlikte de modernzmin yüzlerce yıllık süre gelen tezleri çürütülmüştür. Böylelikle 21. yy’de Heredot; klasisizm, rönesans ve modernizm düşünce anlayışının ona taktığı “yalancıların babası” kulpundan kurtulup, Cicero’nun ona ithaf ettiği “tarihin babası” lakabına haklı bir şekilde kavuşmuştur. Thukidides ise Heredot’tan farklı olarak modernist bir tarihçilik anlayışını benimsemiş. Helen olmayanları ötekileştirmiştir. Tarihçiliği formülize etmeye çalışmıştır.
Bize aktardığı kronolojik bilgiler taktire şayandır. Günümüz tarihçiliğinde modernist anlayışın oluşturduğu kronolojik aktarım ve tarihlendirme gibi konular tarihçinin ödevi niteliğindedir. Fakat bir tarihçiyi vakanüvisten ayıran birincil nitelik değildir. “Historia” kelimesi ilk olarak Heredot tarihinde geçer ve “araştırılıp sorgulanarak elde edilen bilgi” olarak tanımlanır. Bu doğrultuda bir tarihçiyi tarihçi yapan asıl özellik tarafsız bir araştırma yapması, elde edilen bilginin sorgulanıp seçilmesi ve doğru üslup ile aktarılmasıdır.
Modern kaynaklar Traklar için oldukça azdır. Trakya’da tamamlanan arkeolojik çalışmaların günümüzde artması bu alana ilgiyi yoğun bir şekilde artırmaktadır. Ergün Karaca’nın Milattan Önce Birinci Binde Doğu Trakya çalışması gerek arkeolojik buluntular olsun, gerek Trakların kısa tarihi olsun Traklar hakkında araştırma yapmak isteyenler için en kapsamlı Türkçe kaynaktır. Pek çok bilim insanı tarafından yazılan A Companion to Ancient Thrace kitabı ise en kapsamlı Trak tarihi kaynağıdır. Kültür sahası çalışmaları yapan enstitüler ise çeşitli coğrafyalarda yaşamış Trak halkının izini sürmek için önemli çalışmalar sunmaktadır. Kültür sahaları ve genetik çalışmalar birleştirildiğinde pek çok cevapsız soruya yanıt bulunabilmektedir. Robert Gabel’in Traklar üzerinde yaptığı genetik çalışmalar ve gen haritası; kültür sahaları ve göçler hakkında cevapsız kalan pek çok soruya cevap verilmesini sağlayacaktır.
1. Trakların Kimliğini Oluşturan Kültür Sahaları
Ege Göçleri öncesi Trak kabilelerinin yaşam alanı Balkan Dağları ve Tuna Nehri merkezli olmak üzere güneye doğru yayılmaktadır. Troya Savaşı öncesi yazılı kayıtlar bulunmadığından bu bilgilere arkeolojik çalışmalar sayesinde ulaşılmıştır. Geç Tunç Çağı’nda Urnfield Kültürü Traklarda hâkim kültür olmuştur. M.Ö. 1200 – 800 yılları arasında yaşanan bu savaşçı kültürü Trakların karakteristik yapısını oluşturmuştur. Ölü gömme gelenekleriyse bu dönemde yakmaktır. Ölülerinin küllerini Urne denilen pişmiş çömleklere koymuşlardır. Traklar’da Urnfield kültürünün yerini Trakya ve Anadolu’da yaygın olarak görülen menşei Orta Asya’ya ait olan Tümülüs Kültürü’nü İskitlerden almıştır. Böylece Traklarda kremasyon ve inhumasyon şeklinde yapılan defin işlemleri yerini gömmeye bırakmıştır. Erken Demir Çağı’nda ise Hallstatt kültüründen etkilenmişlerdir. Bu erken Demir Çağ Kelt Kültürü Trakları etkilemiş ve Novocherkassk kültürünün başlamasına öncülük etmiştir.
1.1. Urnfield Kültürü
Urnfield Kültürü’yle ölü yakma geleneği Bronz Çağ’da başlayıp günümüze kadar ulaşmıştır. M.Ö. 2000’den sonraki yıllarda sistemik bir şekilde Tuna civarındaki bölgelerde görülmeye başlanmıştır. M.Ö. 1500 yıllarına gelindiğinde inhumasyon ve kremasyon şeklinde yapılan ölü yakma biçimleri arasında sadece küçük farklar vardır. Kremasyon yüksek sıcaklıkta yaklaşık 1 saat boyunca ölü kişinin yakılarak toz haline getirilme sürecine denmektedir. İnhumasyon ise ölünün yakılarak ya da başka yöntemlerle vücudundaki etlerden arındırılıp toprağa gömülmesidir. Traklar bu dönemde bu ölü gömme yöntemlerini kullanmıştır.
Trak ölüleri üzerinde yapılan stronsiyum izotop analizleri tarihsel olarak incelendiğinde ekzogami evliliklerin yaygın olduğu görülmektedir. Yüksek nüfuzlu kişilerin kabile dışı statü sahibi ailelerin kadınlarıyla evlenmesi yaygın olduğundan kadınlar kültürel melezleşme de önemli rol oynamıştır. Siyasi güçler ve askeri ittifaklar kurmak veya ilişkileri pekiştirmek amacıyla yapılan evlilikler, aynı zamanda ticaret yollarını da belirlemektedir. Tabi bütün bunlar kabileler arası ilişkiler yolundayken mümkün olmuştur.
Bu dönem aynı Orta ve Doğu Avrupa’da silah teknolojisinin de geliştiği dönemdir.
M.Ö. 1300 gelindiğinde savaşçılar ağır bronz zırhlar, miğferler ve kalkanlar kullanmaktadır. Kılıçlarla da artık sadece saplama işlemi yapılmamakta artık kesme hareketi de yapılabilmektedir. Kılıçların kabzası tahta, kemik ya da boynuzdan oluşmaktadır. Urnfield Kültürü’nde gelişen bu savaş ekipmanları sadece Traklara özgü değildir. Fakat Traklarda diğer Avrupa’da yaşayan kabilelerden farklı olarak yaygın olarak at arabası kullanmaktadır. Evlerinde dahi süsleme olarak ve tanrılarına armağan olarak araba tekerleği bulundurmuşlardır. Apollon figürlerinde, savaşta ölenleri tanrının arkasına koyarak kahramanlıklarını vurgularlar. Figürün önünde yer alan domuz veya köpekte avı simgelemektedir.
1.2. Novocherkassk Kültürü
M.Ö. 8. yy’da Traklar Erken Demir Çağı’na girmişlerdir. Novocherkassk kültür sahasını oluşturmuşlardır. Bu kültür başlarda Trakya ve Kimmerleri kapsamış, İskitlerin tarih sahnesine çıkmasıyla da Trak, Kimmer ve İskitlerin ortak kültürü haline gelmiştir. Novocherkassk kültürüyle küçük çaplı Trako – Kimmer göçleri yaşanmıştır. Trakların göçleri batıda Doğu Alp Dağlarına kadar uzanmıştır. Traklar bu dönemde gittikleri bölgenin sadece yönetici kesimini oluşturacak küçük çaplı göçlerde bulunmuştur.
Bu dönemde Trakların diğer Hint – Avrupalı kavimlerden ayıran karakteristik özellikleri ortaya çıkmıştır. İlk Tümülüslere de bu çağda rastlanmaktadır. Trakların, İskitler üzerinden Türk olduklarının iddia edilmesinin altında yatan neden aynı kültürden olmalarıdır. İskitler çok geniş bir yüz ölçümüne yayılmış pek çok kabiledir. Bu kabilelerin hepsinin birbiriyle aynı ırka mensup olmaları mümkün değildir. Heredot’un tanımladığı İskit coğrafyasındaki çalışmalar günümüzde İskitlilerin tek bir ırktan oluşmadığını ortaya koymuştur. Bu doğrultuda bazı İskit kabilelerinin Proto-Türk iken, bazı İskit kabilelerinin de Proto-Cermen veya Kelt kabileleri olduğu iddiaları daha isabetlidir.
2. Ege Göçlerinin Genel Durumu ve Doğu Trakya Bölgesi
Geç Tunç Çağı ve Erken Demir Çağ ile kesişen M.Ö. 13. yy’da Ege Göçleri gerçekleşmiştir. Göç, İliryalıların Balkanlara gelmesi ve Trak kabileleri yerinden oynatmasıyla başlamıştır. Trak ve İliryalıların baskısıyla da Dorlar Mora Yarımadasına göç etmişlerdir. Dorlardan kaçan Akhalar da Küçük Asya’ya göç etmek zorunda kalmıştır. Bunun yanı sıra ana kitlesini Trakların oluşturduğu topluluklar Mısır’a kadar devam etmiş ve Hitit İmparatorluğunu yıkmıştır. Ege Göçleri 12. yy’ın son çeyreğinde yeniden cereyan etmiştir. Uzun süren dalgalar halinde gerçekleşen bir göç olmuştur. Antik Çağ Anadolu’sunda büyük devlet yapılanmaları yıkılmış ve yerini kabile devletleri almıştır.
Göç sonrası Trak kabilelerinin Doğu Trakya’ya yerleşimi şu şekildedir: Apsintler, Enez’in doğusuna yerleşmiştir. Chalopothklar Gelibolu Yarımadası’na yerleşmektedirler. Ladepsoiler Ergene vadisine, Bettergerriler ise Edirne de yaşamaya başlamışlardır. Marmara sahiline ise Kainoiler yurt tutmuşlardır. Trakların en savaşçı kabilelerinden Tyn İğne Ada’da ve tek devletleşmeyi başaran Odrys Kabilesi ise Tuna vadisinden sahile kadar olan bölgeye yerleşmişlerdir.
2.1. Ege Göçleri Nasıl Gerçekleşmiştir?
Ege Göçlerinin sebebi tam olarak bilinememekle birlikte hakkında pek çok iddia vardır. Genel görüşlerden biri Balkanlar ve daha kuzeyinde kıtlık yaşanmış olmasıdır. Bunun yanı sıra Trakları harekete geçiren bir unsur olarak İliryalıların bölgeye gelmiş olmasını söyleyebiliriz. Fakat kuzeyden geldiği bilinen halkın büyük bir göç hareketine sebep olmuş olması ise pek tatmin edici bir cevap değildir. Nitekim Traklar güney ve güney doğuya göç etmek yerine İlliryalılarla savaşmayı da seçebilirdi. Eğer Traklar göç etmek yerine savaşmayı seçseydi göç dalgası yaşanmayabilirdi. Göçü ve yarattığı yıkımı açıklayabilmek için pek çok hipotez üretilmiştir ve hepsinin de arkeolojik bir temeli vardır. Ege Göçleri döneminde yazılı kaynakların azlığıysa dönemi tarihçiler için “karanlık çağ” yapmaktadır.
Ege Göçleri sırasında pek çok şehir yakılıp yıkılmıştır. Fakat bu şehirleri yakıp yıkanlar göçe katılan kabileler miydi? Fransız arkeolog Claude Frederic-Armand Schaeffer’e göre göç eden kabileler için ideal yerleşim yeri olan şehirleri yıkması için bir sebep yoktur. Rap Anu arşivindeki RS. 20. 33. numaralı tabletti baz alarak Ugarit’in Mısır ile düşman olduğunu dolasıyla göç eden kabilelerle iyi ilişki kurmuş olabileceğini düşünmektedir. Mısır kayıtlarında da Ugarit’e gerçekleşen bir saldırıya denk gelinmemiş olması Schaeffer’ı deprem sonucu yıkılmış olabileceğini ve Hattuşa, Alacahöyük ve diğer yerleşim yerlerinin de doğal afet sonucu yıkılmış olabileceği sonucuna ulaştırmıştır. Fakat Schaeffer’ın deprem hipotezi bilim dünyası tarafından kabul görmemiştir.
Yakılıp yıkılan yerleşim yerlerinde çok sayıda ok uçuna rastlanmıştır. Yıkılan yerlerdeki ev eşyalarının da yerlere düşmüş olması, ani bir baskın sonucu halkın uğradığı şaşkınlık ve telaşla açıklanmaktadır. Ugarit’ten Troya’ya kadar yıkılan yerleşim yerlerinde aynı durumla karşılaşılmıştır.
Troya’nın yıkılması da bu bağlamda tartışmalı konuların arasında yer alır. Troya antik kentini Mikenler mi yoksa Traklar mı yıkmıştır sorusu karşımıza çıkmaktadır. Troya Savaşı, Troya kültür katmanlarından VIIa katmanında yaşanmıştır. Carl Blegen yaptığı çalışmalarda M.Ö. 1275 yıllında VI katmanının deprem sonucu yıkıldığını tespit etmiştir. Troya VIIa’nın ise Akhalılar tarafından 1240 yılında yıkıldığı görüşüne varmıştır. Ekrem Akurgal ise M.Ö. 1200 yılında Troya VIIa katmanının yıkıldığını tespit etmiştir.
Trak kabilelerinin ilk Troya’yı, M.Ö. 1200-1100 arası Hattuşa’yı yıkıp, M.Ö. 1170 – 1760 tarihleri arasında da Asur’a ulaştığı görüşünü savunmuştur. Genel olarak iki arkeologda günümüzde en popüler olarak bilinen; Ege Göçlerinin büyük yıkıma sebep olduğunu savunmuştur. Düşünceyi Mısır yazıtları ve Ugarit mektupları desteklemektedir. Yüzeysel olarak bakıldığında ise cevap doğrudur. Fakat bu seferde karşımıza Trak kabilelerinin neden göç ettiğinin yanı sıra; Trak kabilelerinin veya Trak kabilelerine denk askeri güçlerin imparatorluklara nasıl üstün geldiği sorusu karşımıza çıkmaktadır.
20. yy’da bilim insanları ekseriyetle Ege Göçlerinin yıkıcılığını demirciliğin başlamış olmasına bağlamıştır. Demir silahlar kullanan kabilelerin tunç silahlar kullanan kabilelere üstün geldiğini savunmaktadırlar. Avustralyalı arkeolog Gordon V. Child’e göre Hititlere bağlı Anadolu kabileleri demirciliği keşfetmiştir. Hipotezine göre Hitit merkezi yönetiminden demirciliği saklayan kabileler isyan çıkarmış ve Hititleri yıkmıştır. Göç eden Trak kabileleriyle birleşen Anadolu halkları, Sicilya’dan Kenan’a kadar ellerindeki demir gücüyle tunç kullanan kavimlere üstün gelmiş, gittikleri yerlere yerleşmişlerdir. Demirin tarım aletlerinde kullanımıyla saban, çapa ve testere gibi aletler kullanılmaya başlanmıştır.
Merkezi devlet teşkilatlarının yok edilmesiyle kabileler özgürlüğünü kazanmış ve işlevsel tarım aletlerinin yaygınlaşmasıyla da Ege Göçleri tarım devriminin yaşanmasını sağlamıştır. Marksist bakış açısıyla bakan Child’in çizdiği Ege Göçleri tasviri pek çok açıdan bilimsellikten uzaktır. Göçe katılan kabilelerin demir silahlar kullandığına dair elimizde net bir bilgi bulunmamaktadır. Traklar da demir çağına M.Ö. 9. yy’de Novocherkassk kültürüyle geçmektedirler. Demir çağına geçtikten sonra yaptıkları küçük çaplı göçlerle gittikleri bölgelerin yöneticileri olmayı başarmışlardır.
George Mendenhall’da Child’in kurgusu üzerine M.Ö. 13. yy’da Demir Çağ’ına geçen Anadolu kabilelerinin yaptıkları göçlerle gittikleri bölgelerde yönetici olduklarını savunmuştur. Fakat Anadolu’da demirciliğin nasıl öğrenildiğine dair bir veri iki arkeolog da sunamamıştır. Demircilik hipotezi yapılan çağdaş arkeolojik çalışmalarla çökmüştür. Metalürjik ve arkeolojik çalışmalarda demirin kullanımının yaygınlaşması Ege Göçlerinden yaklaşık 100 yıl sonraya denk gelmektedir. Bu da çalışmamızda ortaya koyduğumuz Trakların Demir Çağ’a geçtiği tarihi doğrulamaktadır. Bu durumda da elimizdeki iki soru hala cevapsız kalmaktadır.
Ege Göçlerinin neden yaşandığı sorusuna dönecek olursak genel kanı sorunun ekonomik sebepler olduğu yönündedir. Bu dönemde Hititler de dahil olmak üzere kıtlık yaşandığı bilinmektedir. Tarımsal ürünlerin çıkmaması ve hayvanların yeterli otlak bulamaması; insanların yeterli besine ulaşamamasıyla sonuçlanmaktadır. Böyle bir ortamda insanların kendi topraklarını savunması için bir sebep kalmamaktadır. Bu durumda Trakların İliryalılarla savaşması için bir sebep kalmamakta ve kar topu etkisiyle giderek kalabalıklaşan bir göç dalgası yaratmaları mümkün olmaktadır.
III. Ramses’in Medinet Habu Tapınağı duvarlarına yazdırdığı zafer anısı da göç eden kavimlerin sefillik içerisinde olduğunu doğrulamaktadır. Peter Garnsey imparatorlukların yıkılışını piyasadaki tahıl azlığına bağlamıştır. Garnsey aç kalan köylü halkların şehre yönelişi ve intikam alışı biçiminde yorumlamış fakat tarihte zayıf kalmış köylü halkın imparatorluk merkezlerini yıkmayı başardığı görülmemiştir. İmparatorluk ordularına karşı köylü halk tarihin hiçbir döneminde tehdit oluşturmamaktadır. Ras Şamra (RS 18.38) kayıtlarından Ugarit, Hitit İmparatorluğu arasındaki mektuplaşma da bunu doğrulamaktır. Kayıtta kıtlıktan değil, askeri sevkiyattan bahsetmektedir. Bu durumda kıtlık Balkanlardan göç dalgasını başlatmış olabilir fakat başarıya ulaşmalarının sebebi kesinlikle kıtlık değildir.
Nasıl üstün geldiği sorusuna dönecek olursak askeri teknolojinin Geç Bronz Çağı’nda bizimde çalışmamızda sunduğumuz Urnfield kültüründe geliştiğini görmekteyiz. Traklarda savaş arabası önemli ve kutsal bir konumda olmasının sebebi ellerinde az sayıda olmasından dolayı olabilir. Geç Bronz Çağı’nda savaş arabaları bir devletin gücünü belirleyen konumdaydı. Piyade düzenini mahveden savaş arabaları aynı zamanda önemli hareket imkânı sağlamaktadır. Urnfield kültüründe sonlarında kılıçların kabzaları ve ağızlarındaki gelişme sayesinde uzun ve kesme hareketine olanak sağlayan kılıçlar yapılmıştır.
Robert Drews uzun kılıçların, cirit ve ok gibi uzun menzilli silahların da askeri olarak kullanımına uygun hale gelmesiyle Traklar rakiplerinin savaş arabalarına üstünlük sağlamayı başarabildiğini savunmuştur. Uzun kılıçların savaş arabalarına karşı üstünlük sağlayabilmelerinin pratikte işlevsel olabilmesi için üst düzey profesyonel askerler gerekmektedir. Oysaki asker sınıfın ilk oluşumu Antik Çağ’dadır. Profesyonel, zorunlu askerlikse Fransız İhtilali sonrası ulus devletlerin oluşumuyla paralellik gösterir. Bu dönem için kılıçların eskiye göre daha uzun boya sahip olması pratikte savaş arabalarına karşı neredeyse hiçbir etki yaratmayacaktır.
Trak kabilelerinin veya diğer kabilelerin nasıl olup da Hititler gibi büyük devletleri yıktığı hususu günümüzde ki göç olaylarının yarattığı etkinin incelenmesi, daha önce fark edilememiş yeni görüşler ortaya çıkarmaktadır. Göç eden halkların hayatta kalma güdüsünün oluşturduğu baskıyla çok daha fazla ürediği ve demografik yapıyı görece kısa bir sürede değiştirdiği tespit edilmiştir. Demografik yapının değişmesi sonucu da bölgede yaşayan halkların oluşturduğu devletlerin hızlı bir şekilde parçalandığı görülmüştür. Hititlerin yıkılması ve Geç Hitit Devletleri dönemine girmesi de bunun göstergesidir. Orta Anadolu merkezli büyük Hitit Devleti halkları güneye göç ederek, dağınık bir halde küçük gruplar halinde yeniden yapılanabilmişlerdir. Bölgeye göç eden, Antik Çağ yazarları tarafından Trak kökenli olduğu öne sürülen Frigler hâkim olmuştur.
3. Trak Etnik Grubu
Günümüzde etnik grup araştırmaları postmodern bakış açısıyla yapılmaktadır. Bu bağlamda etnik grubu belirlerken modern bakış açısında olduğu gibi genetik akrabalığa bakılmaz; onun yerine bir kişinin veya kabilenin kendini nasıl tanımladığına, nasıl bir kültürü benimsediğine dikkat edilir. Her ne kadar Trakya Bölgesine Traklar ismini vermiş olsa da bölgedeki pek çok kabile hakkında yeterli bilgi olmaması bu kabilelerinin etnik grubu üzerine çalışma yapmayı imkânsız kılmaktadır. Buna rağmen elimizdeki Antik Çağ kaynaklarını inceleyerek Trakya bölgesi kabileleri hakkında önemli sonuçlara ulaşmaktayız. Trakların etnik grubunun tespiti aynı zamanda, tarih boyu diğer barbar kavimlerin de etnik kimliğini anlaşılır kılmamızı sağlayacaktır.
3.1. Trakya Coğrafyasındaki Farklılıklar
Herodotos Tarihi’nde Trakya coğrafyasında Getaililer ve Trausililerle Kreston’un kuzeyinde yaşayan kabileler dışındaki tüm kabilelerin büyük ölçüde aynı kültürel geleneği paylaştığı aktarılmıştır. Bu Trak kabul edilen fakat farklı gelenekleri bulunan kabilelerinde Traklardan ayrıldığı nokta genel olarak ölüm konusudur. Getaililere, Zalmoxis’in ölüp dirildiğine inanmış olmaları kendilerinin de ölümsüz olduğu inancını getirmiştir. Yıldırım ve şimşeğe karşı da ok atmaları Herodotos’un ilgisini çeken bir diğer farklılık olmuştur. Traklar ölüleri için üzülürken Trausililer ise doğan için üzülmekte ölüleri için sevinmektedirler. Bu da Trausililerin genel Trak kültüründen ayırılan özelliğidir.
Krestonluları ayıran kültür ise diğer iki kabileden farklı olarak erkeklerin çok eşli olmasıdır. Ölen erkeğin en çok sevdiği kadınsa boğazı kesilerek öldürülür ve birlikte gömülürler. Bu Krestonlu kadınlar için onurdur. Kadının kurban edilmeyi kabul etmesinin sebebi öldükten sonraki hayatının ebediyen iyi olacağı düşüncesi veyahut öldükten sonra yalnızca eşiyle olanların iyi şartlarda dirileceği inancından kaynaklı olabilir. Hayatta kalan eşler ise büyük utanç yaşamaktadırlar. Bu gelenekler Traklar içerisinde yaşayan kabilelerin farklılıklarıdır. Bu farklılıklar incelendiğinde yıldırım ve şimşeğe ok atma davranışını İskit geleneklerinde, ölen bir erkeğe eşlik etmesi için kurban edilen kadın geleneğinin benzerini de Orta Çağ İskandinav Bölgesi kabilelerinde de olduğu görülmektedir.
3.2. Trak Kabilelerinin Giyimi
Trakları ortak payda da buluşturan geleneklere bakmadan önce bilmeliyiz ki Traklar zor coğrafi şartlar altında yaşamış kabilelerdir. Yaşam alanları dağlardır. Yaşam biçimlerini, kıyafetlerini ve karakterlerini coğrafi koşullar büyük ölçüde etkilemiştir. Oldukça soğuk dağlarda yaşadıkları için ketene çok benzeyen fakat ondan daha kalın olan kenevirden kıyafetler yapmaktadırlar. Tilki postlarıyla başlarını ve kulaklarını örten başlıklar giymişler ve Helenler gibi sadece gövdelerini örten kıyafetler değil, soğuktan korunmak için baldırlarına kadar uzanan tunikler giymişlerdir.
Traklar vazgeçilmez olarak gördükleri atlarını da tıpkı kendilerini korudukları gibi koruyarak onları da ayaklarına kadar uzanan giyeceklerle örtmüşlerdir.
Bu giyim pelike kaplarına da yansımıştır. Sozopol yakınında bulunan pelike kaptaki figürde bir Trak atlısı tilki derisi şapkası, iki ciriti ve Trakların kendilerine özgü birden fazla renk taşıyan peleriniyle resmedilmiştir. Bu resim Heredotus’un anlatılarıyla da Ksenephon’un anlatılarıyla da büyük ölçüde tutarlıdır. Trak atları Orta Asya atlarından biraz uzun olmakla birlikte boyları 1.44 m’yi geçmemektedir. İyi bir hıza sahip olsalar da Trak biniciler için boyları kısa kalmaktadır.
Trak atlarının boylarının kısalığına rağmen iyi eğitilmiş olması Pers ve Helen atları kadar Trak atlarını iyi yapmaktadır. Trakların yarışlarını diğer kavimlerden farklı olarak yokuş aşağı yapmasının sebebi de Trak atlarını hızlandırmak ve yüksek yerlerdeki yurtlarının savunulması için pratik yapmaktır. Helen süvari birliklerinin de neredeyse tamamının Traklardan oluşuyor olması Trakların binicilikte de usta olduğunu göstermektedir.
3.3. Trakların İnanç Sistemi
Traklar başlangıçta bulundukları Romanya coğrafyasında pek çok halkla etkileşime geçmiştir. Pek çok kültürün etkisi altında kalmıştır. Bu sebeple inançları, İskitlerdeki animizmden tutunda Mısır coğrafyasından gelen Hermes gibi tanrılara olan inanca kadar çeşitlilik göstermektedir. Hallstatt kültürü etkisinde kaldığında Kelt tipi anıt mezarlar olan dolmenleri yapmışlardır. Dolmenlerin ‘anne karnına’ benzemeleri tesadüfi değildir. Ana tanrıça kültü ve ölümden sonra doğum inancının bir temsilidir. Traklarda Keltlerden alınan kültürle köklü bir ‘ana tanrıça kültü’ oluşturmuştur. Keltlerde ana tanrıça olan Danu ya da Anu isminin kaynağı Tuna Nehrinden gelmektedir. Keltler o dönemde nehre Danube demişlerdir. Etimoloji de Romanya coğrafyasında Kelt-Trak ilişkisi yaşanmış olduğunu doğrulamaktadır.
Novocherkassk kültürüyle İskit animizmi etkisi altında kalan Traklar dini ve ölüm ritüellerinde çeşitli hayvanlardan kurban kesmeye başlamışlardır. Bunun yanı sıra eski ölü yakma geleneklerine, gömme geleneği de eklenmiştir. Tümülüsler de İskitler tarafından Traklara aktarılan başka bir gelenek olmuştur.
Trak halkının kalburüstü sınıfı için Trakların cenaze merasimleri şu şekildedir: Ölen kişiyi üç gün boyunca gömmezler. Bu süre zarfında kurban keserler sonrasında yakınmalar başlar. En son büyük bir şölenle yakmış oldukları ölünün küllerini veyahut yakmadan bedenini Tümülüs mezara yerleştirirler. Bu süre zarfında çeşitli ödüllü oyunlar düzenlenir. Bu oyunlardan en büyük ödül güreş müsabakaları için verilir. Bütün bu cenaze merasiminde -kremasyon hariç- yapılan ritüeller tamamen İskitlerden alınmıştır. Animizmin güçlü etkisi Traklarda ve komşu coğrafyalarında Oraklların toplumda çok önemli bir yeri olmasının sebeplerinden biri olmuştur.
Oraklların önemli olmasının bir diğer sebebi de Mısır kökenli tanrı Hermes’e olan inanıştır. Orakllar bilginin toplandığı merkezdir. Mısır tanrısı Thoth inanışı önce Pelasglar geçmiş sonra Pelasglar üzerinden Helenlere Hermes adıyla geçmiştir. Trak halkının geneli Odrys Krallığı döneminde Artemis ve Dionysos gibi anaerkil ilahlara inanmıştır. Sadece Odrys kralları özellikle Hermes’e önem göstermiştir. Odrys kralları, inanış biçiminde de görüldüğü gibi anaerkil halktan ataerkil karakterler olarak ayrılmaktadır. Trakya coğrafyasında Traklar içinde devlet kurmayı başaran tek soy olmalarının sebebi de bu farklılıklarıdır. Ataerkil düzen ile devlet düzeni paralel bir yapıdadır. İnsanlık tarihinde ataerkil düzen öncesi gelişmiş devlet yapılanması oluşmamıştır.
4. Doğu Trakya Coğrafyası Traklarının Menşei
4.1. Traklar Türk Mü?
Tarih boyu yaşayan her halk, kendilerini daha eski bir uygarlığa dayandırmıştır. Oysaki her çağ kendi uygarlığını yansıtmakta, kendine has özellikler barındırmaktadır. Fransız İhtilali sonrası ulusalcılık akımının yayılmasıyla, her ulusta olabildiğince daha çok Antik Çağ halkını kendi ataları gibi gösterme çabası başlamıştır. Günümüzde de durum bundan farklı değildir. Türkiye için değerlendirecek olursak bu durumu pek çok kitap ve makalede Traklar, Pelasglar, Frigler, Truvalılar, Etrüskler ve Hititler hakkında Türk’tür sonucuna varıldığını görmek mümkündür. Thrak adı Miken dilinde belirli bir coğrafya adı ve orada yaşamış ve büyük ölçüde aynı kültürü yansıtan kabilelere verilmiş isimdir. Miken dilinin Hint-Avrupa dil ailesinden olmasına rağmen günümüzde dahi Trakların, Türklüğü hakkında çıkan eserlerde Trak kelimesi Ural ve Altay dil gruplarından sözcüklerle kıyaslanıp ‘tur-ok’ kelimesiyle özdeşleştirilip çok hatalı etimolojik çıkarımda bulunulmaya devam edilmektedir.
Traklar ve Türklerin ortak özellikleri hakkında pek çok yazı mevcut fakat bunların hiçbiri tarafsızlık kaygısıyla yazılmış olmadığından hiçbirinde farkları hakkında bilgiler verilmemektedir. Nitekim “Trakların Kimliğini Oluşturan Kültür Sahaları” başlığında Traklar ve Proto-Türk olan İskitlerle ilişkilerinin nasıl gerçekleştiği aktarılmıştır. Bulunduğu Coğrafi konum sebebiyle batılı Kelt kültürü ve doğulu İskit kültürünün karışımından Trak kültürü oluşmuştur. Bu sebeple Trak kültürü pek çok yönüyle İskit kültürüyle ortak öğeler barındırsa da bu durumun Trakları İskit yapmayacağı açıktır.
Tarih boyu bütün komşu topluluklar birbiriyle kültürel alışverişinde bulunmuştur. Özellikle göçebe kavimlerin kültürü çok geniş alana yayılmıştır. Eski dünyanın hemen hemen her yerinde Türk kültürüne rastlamak mümkündür. Bu sebeple de ortak kültürü incelemek yerine ırk, dil ve farklılıklar üzerinde durulması zorunludur.
Irk, kavram toplumları fiziksel niteliklere göre ayırmaktadır. Bireyler belirli bir fenotipe sahip olurlar. Ortak fenotipte olan kişilerde aynı ırka mensup olur. Proto-Türk fenotipinde ön plana kısa boy, geniş omuz, geniş yüz, çıkık elmacık kemiği, kalın kaş, çekik göz, sivri sakal, kalın bıyık, uzun ve koyu saç rengi çıkmaktadır. Bu Çinlilerin tarifi olduğu için bahsedilen kalın bıyık gibi özellikler Hint-Avrupalı kadar gür olmayan bir seviyede olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.
Antik Çağ kaynakları ise Trakların uzun boylu, açık tenli, renkli gözlü, sarı ve kızıl saçlı oldukları konusunda fikir birliği göstermektedir. Keçi sakallı oldukları da kaynaklarda geçmektedir. Tipik Antik Çağ Hint-Avrupalı özellikleri göstermektedirler. En önemli temel farklardan biri fenotipleri olduğu gözükmektedir. Bir diğer incelenmesi gereken husussa dilleridir. İskitlerinde Traklarında yazılı kaynak bırakmamış olması, dilleri hakkında sadece varsayımlarda bulunulmasına sebebiyet vermektedir fakat bunun yanı sıra yazının başından beri ortaya konulan ilişkileri çerçevesinde olası en sağlıklı sonuca ulaşılabilmektedir.
İskitlerin, Hint-Avrupa dillerinin İran kolunu konuştuğu kabul edilir. Buna karşın İskitlerin kendi alfabesi vardır. ‘İskit runik alfabesi’ Göktürk alfabesinden, Viking alfabesine kadar Orta çağda çok geniş bir alanı etkilemiştir. Trakların kullandığı alfabeye dair ise hiçbir kanıt yoktur. Bazı yüzük ve anıt gibi objelerde Yunan alfabesi kullandığı görülmüştür. Antik kaynaklarda geçen kral isimleri ve bazı kelimeler üzerinde yapılan çalışmalarda ise Trakların Proto Hint-Avrupa dili konuştuğunu göstermektedir. Seslendirme benzerliklerine bakıldığında Baltık dillerine yakınlığı gözlemlenir. Bu durumda Orta Çağ Viking tarihçisi Nesir Edda’nın Vikinglerin atalarını Traklara dayandırması hipotezini güçlendirmektedir. Animizm etkisiyle Traklarda runik alfabeyi en azından -tıpkı Vikingler gibi- dini ritüellerinde kullanmış olabilirler fakat Traklara ait Ezerovo yazıtı, Kyolmen yazıtı ve Duvanlii yazıtı Helen harfleriyle yazılmıştır.
Bir diğer hususta İskitlerin bölgelerine domuz sokmamalarıdır. İskit coğrafyasının özellikle doğu bölgesi yarı çöl iklime sahiptir. Domuz sürüleri içme sularını kirlettiğinden ve diğer hayvanlara göre çokça tükettiğinden İskitlerde böyle bir kültür oluşmuştur. Traklarsa bu konu da tipik Hint-Avrupalı özelliği göstermektedir. Domuz hayatlarının parçasıdır. İnanç sistemlerinde avcılığı temsil etmektedir. Gerek Artemis inançlarında olsun, gerekse Apollon figürleri olsun domuzu kullanmışlardır. Domuz şeklinde eserler yapmışlardır. Traklar bu yönüyle de İskitlerden ayrılmaktadır.
Trakları, İskitlerden ayıran önemli hususlardan biriyse nüfustur. Göçebe ekonomisi büyük nüfuslar oluşturmaya uygun değildir. Traklarsa Antik Çağ kaynaklarında Hintlerden sonraki en kalabalık halk olarak geçmektedir. Antik Çağ tarihçilerinin Trakları en kalabalık ikinci halk olduğunu aktarmalarının sebebi ortak kültürü paylaşan ve Ege Göçleri içerisinde bulunan diğer kabilelerin de Trak olarak kabul edilmesi olabilir fakat yine de tam göçebe İskitlerden kalabalık olduğu açıktır. Antik Çağ’da İskitler içinde pek çok yanılgıya düşülmüştür. Çok geniş coğrafya tamamen sadece İskitlerin yaşadığı toprak olarak adlandırılmaktadır. Kanibalizm görülen kabile bile İskit kabilesi olarak varsayılmıştır. Oysaki Kraliyet İskitleri ve çevresindeki diğer İskit kabileleri Proto-Türkleri oluşturmaktadır.
4.2. Genetik Çalışmalar Işığında Traklar, Keltler ve Sorunlar?
Keltler, Galyalılar veyahut Galatyalılar günümüzde İrlanda, İskoçya ve Galler bölgesinde yaşayan halkın antik dünyadan günümüze kadar uzanan isimleridir. Avrupa’ya en erken dönemde göç eden halklarından olan Keltler, Traklar üzerinde büyük izler bırakmıştır. M.Ö. 3000’de Keltler ve Traklar arasında ticaret başlamıştır. Gerek Hallstatt kültürü olsun gerekse Avrupa’nın demir çağı olan La Tene kültürü olsun Keltler tarafından Traklara aktarılmış kültüreldir. Mezar tiplerinden, sanat eserlerine, savaş aletlerinden kaplara kadar Trak kültürünün Kelt kültürüne benzerliğini yazının birinci bölümünde anlatılmıştır. Bu kısımda ‘ne derece’ yakın olduğunu anlamak için Trakların genetik olarak Keltlere ne kadar yakın olduğu ve genetik harita sonucu çıkarılabilecek sonuçlar üzerinde durulacaktır.
Bu çalışmada, Traklar Ege Göçleriyle Anadolu coğrafyasına geldiği ve Demir Çağı’nın başında gerçekleşen Kimmero-Trak göçleriyleyse Avrupa’nın içlerine doğru yayıldığı iddia edildi. Bunun yanı sıra dilleriyle alakalı satem dillerinden mi yoksa satem dillerden çok etkilenmiş kentum bir dil olduğumu sorusu karşımıza çıktı.
Traklar üzerinde yapılan Y-DNA Haplogrup I-L161 çalışması sonucu olarak Trak DNA ailesine, en çok Kelt coğrafyasında rastlanmıştır. Trak genlerine en çok rastlanan bölge olsa da bu oran %10-12 arasıdır. Günümüzde en çok rastlandığı bölge İrlenda’nın Galway bölgesindedir. Günümüzde İskoçya, İngiltere ve Galler ise diğer yoğun rastlandığı bölgelerdir. DNA ailesinin diğer rastlandığı bölgelerse Orta Avrupa ve İskandinav bölgesidir. Bu bölgelerde bu oran %1’in altına inmektedir.
Trak kabileleri fenotip olarak Dinarik ve Dinaro-Nordik insanlardan oluşmaktadır. Traklarla Keltlerin ilişkisi Orta Çağ’daki Kelt – Cermen sınırları ve ilişkisine benzemektedir. Aynı coğrafyanın kabileleridirler. Antik kaynaklarda bahsedilen Trak fenotipinin Keltlerle de eşleşmesinin sebebi de bu olmalarıdır. Geç Tunç Çağı’nda Urnfield kültür sahasında bir arada yaşamış oldukları iddiasını da genetik araştırmalar doğrulamaktadır.
Genetik çalışmaların gösterdiği bir diğer bulguda Trakların dili hakkındadır. Trak dili üzerinde yapılan satem bir dil mi kentum bir dil mi olduğu tartışma Trakların Dinarik ve Dinaro – Nordik bir halk olmasıyla çözüme kavuşmuştur. İrani bir dil olan İskit dilinden çok etkilenmiş olsa da Trakların dili kentum bir dildir. Trak kabilesi olan Daçyalıların da Roma diline yakın bir dil konuşmuş olması bunun ispatlar niteliktedir.
Sonuç
Traklar Ege Göçlerinin binlerce yıl öncesinde, Keltlerin Orta Avrupa’dan M.Ö. 2000’de yayılmasından bile 2000 yıl kadar önce Traklar Orta Avrupadan ayrılıp Balkanlara göç etmiştir. Yerleştikleri bölge Romanya ve civarı olmuştur. Yerleştikleri yeni bölgede de Keltlerle bağını koparmamış ve Keltlerle ticarete devam etmişlerdir. Bir diğer taraftan da M.Ö. 1000’den sonra Kimmerler ve İskitler ile yakın ilişkiler kurmuşlardır. Bu kavimlerle ortak kültürleri paylaşmışlardır.
Balkan coğrafyasına yerleşen Trak halkları Orta Avrupa merkezli Kelt kültürünü Demir Çağı’na kadar bünyesinde barındırmıştır. Kimmerle olan ilişkisiyle Erken Demir Çağı’na geçmeyi başarmışlardır. Sağladıkları bu askeri teknolojik üstünlük Trako – Kimmer göçlerinin başarılı olmasını sağlamıştır. Anadolu’nun içlerine ve Orta Avrupa’ya yapılan göçlerde, gittikleri bölgenin yöneticisi konumunda küçük azınlıklar oluşturmuşlardır.
İskitlerin tarih sahnesine çıkmasıyla da büyük kültürel değişim yaşamışlardır. Dillerine Satem dillerinden biri olan İskitçeden pek çok kelime girmiştir. Süvari birliklerini İskitler sayesinde geliştirmişlerdir. Anadolu ve Balkan coğrafyasında yaygın bir şekilde bulunan Tümülüslerde, Trakların İskitlerden aldığı bir başka gelenektir. Bütün bu süreçte Trakların Keltlerle olan bağı da kopmamıştır.
Avrupai tipte Kelt mezarları Trak coğrafyasında yapılmaya devam etmiştir. Kremasyon ve inhumasyon işlemleri de Trakların defin işlemlerinin bir parçası olarak uygulanmaya devam etmiştir. Tümülüs kültü daha çok seçkin sınıfın kullandığı mezar tipi olmuştur. Trak kültürü Eksenel Çağ’da ataerkil ve anaerkil olarak sınıflar arasında ayrışmıştır. İki toplum yapısı da kendi sistemlerini oluşturmuştur. Kraliyet ve tüccarlar Hermetik inanca sahipken, halkta ise İskit inanç sisteminden alınan animizm veya geçmişten gelen diğer okültist inançlar yaygın olarak görülmüştür.
Trak yönetici kesiminde baş tanrının Hermes olması, Hermes’in arketipinin anlaşılmasını sağlamaktadır. Hermes, Mısır’ın önemli tanrılarından Thoth’tur. Bilgeliğin ve yazarların tanrısı Thoth, Mısır inancından Makedonyalıların inanç sistemine geçmiştir. Oradan da Trakların inancında kendine yer bulmuştur. Hermes Musevilik, Budizm, Zerdüştlük ve İslam’da da kendine Uhnuh, Buda, Hoşeng ve İdris olarak Eksenel Çağ’ın inanç sistemlerinde var olmuştur. Trak yöneticilerin kendilerini Hermes soyuna dayandırması; halkın en çok inandığı Apollon’un üç kutsama verdiği Hermes hikâyesini oluşturmuş ve Trak liderleri kendilerine meşru alan oluşturmak istemişlerdir.
Bilgelik tanrısını seçmelerinin ve Apollo’nun soyundan geldiklerini iddia etmemelerinin sebebi de Helenlerle olan ilişkileridir. Bu kişiler Helenlerle ticaret ve antlaşmalar yapan kişilerdir. Apollo ise Helen inancındaki Truva Savaşı’nda Helenleri lanetleyen ve katleden bir tanrı olmasıdır. Traklar ve Helenler arasında ticaret olabilmesi için zaman içerisinde tanrılar ve kültür kaynaşmıştır. Özellikle Trakların tüccar ve yönetici kısmı Helenlerden Trak halkına göre daha çok etkilenmiştir. Traklara ait bulunan yazıtlardan, tacire ait yüzük Helen harfleriyle yazılmıştır. Tacirler sadece ticaret yapmamış aynı zamanda inanç alışverişinde de bulunmuşlardır. Ticaretin düzgün işleyebilmesi için inanç sistemleri birbirleriyle kaynaşmıştır.
Halk tarafındaysa asıl Trak kültürünü görmekteyiz. Daha anaerkil ve bireysel yapıya sahiptir. Karlı dağlarda hayatta kalma mücadelesi veren Trak kabileleri; birbiriyle yardımlaşarak hayatta kalmak zorunda olduklarından sosyalist bir yapıya sahip olmuşlardır. Ana tanrıça kültü etrafında bir inanç sergilemişlerdir. Çok bilinen tanrıçalardan Hera, Artemis de Trak inanç sistemine aittir. Bunun yanı sıra İskitlerden geçen animizm ve şamanların da Trak inancında önemli bir yeri vardır. Genelde tragedyalar ve mitolojilerde egzotik bir şekilde Helenli bir kahramanın uğrak noktası Oracklelarda şaman bir kadın tarafından kehanet verilmektedir. Bu merkezler de Trak inancının önemli parçalarındandır. Halkın inancındaki farklılıklar yaşam biçimi ve etkilendiği coğrafyalarla ilişkilidir. Kelt mezar tipleri de kullanmış, kremasyon ve inhumasyon uygulamaya devam etmiştir. İskit mezar tipleri, İskit dilinden geçmiş kelimelerse muhtemelen elit sınıfın kullandığı defin ve konuşma biçiminin bir parçası olmuştur.
Ege Göçleri öncesinde dahi Traklarda tüccar sınıf ve alt sınıf oluşmuştur. Bu dönemde Truva, Trak bir kral tarafından yönetilen bir şehir devletidir. Halkı Trak ve İlliryalılardan oluşmaktadır. Truva kenti dönemin en önemli ticaret merkezlerindendir. Limanı Akdeniz dünyasının doğusu ve batısı arasındaki köprü niteliğindedir. Truva’nın Mikenler tarafından istilası ve Truva’yı savunmaya gelen Trak halkının da anlatıldığı İlyada Destanı yazılı kayıtlardaki ilk Trak – Helen teması olmuştur. Trak kralı Rodos önderliğinde Truva ticaret merkezi korunmaya çalışılmıştır.
Truva Savaşı’ndan sonra çok geçmeden yaşanan Ege Göçleri’de Trakların göçlerini Truva’nın da içinde bulunduğu ve günümüzde de kendi adlarıyla anılan Trak coğrafyasına yapmalarının sebebi olmuştur. Trak ana kitlesi Truva coğrafyasına yerleşmiştir.
Trakların menşei hakkında ise Türkiye’de pek çok bilimsel değeri olmayan eserler yazılmıştır. Bunların yazılmasının sebebiyse yüz yıl öncesine uzanmaktadır. Yüz yıl önce büyük toprak kayıpları yaşayan ve Anadolu’nun pek çok bölgesinin kontrolünü belli bir süre kaybeden Türk halkı o dönem ırkçı görüşlere karşılık vermek için küçük devlet psikolojisiyle sözde bilimsel çalışmalarla kendilerini Antik Çağ halklarına dayandırmıştır. Günümüzde de bu düşüncenin tortuları kalmıştır.
Altaid dil konuşan ve coğrafi olarak fenotipi değişen Türk halkının kendi göçebe tarihleri dışında yerleşik halklardan ve farklı dil ve farklı fenotipteki insanların tarihine ihtiyacı yoktur. Irkçı bakış açısında göçebelik uygarlık dışı yaşam ve yıkıcı bir güç olmaktan fazlası olmadığı için Türkiye’de yaşayan Türklerin tarihi değiştirilmeye bazen iyi niyetli bazen kötü niyetli olarak mesnetsiz bir şekilde değiştirilmeye çalışılmıştır. Traklar Proto- Türk kültüründen pek çok unsuru barındırsa da İskit değildir. Traklar Orta Asya’dan gelen bir halkta değildir. Konuştukları dil İskitlerden pek çok kelime almış olsa da Hint – Avrupa dillerinin batı kolundan Latinceye yakın bir dildir. Genetik çalışmalarda Trak fenotipinin Dinoro veya Dinoro – İskandinav olduğunu göstermiştir.
Traklar anaerkil ve ataerkil yaşam arasında iki sınıf oluşturmuş köklü geçmişi olan bir Avrupa halkıdır. Pek çok dağınık kabileden oluşsalar da ekseriyetle aynı özellikleri göstermişlerdir. Kelt coğrafyasından erken bir dönemde ayrılmışlardır. Traklara ait genlerin günümüzdeki Kelt halkında yüzde ondan daha fazla bulunmuştur. Yüzde beşten daha az olmak üzere de günümüzde Orta Avrupa ve İskandinavya’da Traklara ait genlere rastlanmaktadır.
Traklarla ilgili çalışmalar çok yeni olduğundan kendilerine özgü kültür sahası var mıdır? Yoksa Keltler, Kimmerler ve İskitlerle ortak kültür sahalarının bir harmanı mı olduğu sorusu kesinlik kazanmamıştır. Günümüze kadar yapılan çalışmalarda ortak kültür sahalarının oluşturduğu bir harman olarak görülmektedir. Günümüzde gelişen teknolojiyle yapılan çalışmalar Trak tarihiyle birlikte; Antik Çağ’ın sadece ön plana çıkmış halklarının katı ataerkil yaşamı dışında insanlığın çok daha geniş bir alanda heterojen bir Eksenel Çağ yaşadığını gösterecektir.
Kaynakça
ATİK, Neşe, “Thrak Göçleri ve Heraion Teikhos Kenti”, Arkeoloji ve Sanat Dergisi, /52, (2016), ss.78.
CAVAZZUTİ, Claudio, “Human mobility in a Bronze Age Vatya ‘Urnfield’ and the Life History of a High-Status Woman” Plos One Journal,(https://doi.org/10.1371/journal.pone.0254360, 29.01.2022),
16/7, (2021).
DREWS, Robert, Tunç Çağı’nın Sonu, Çev. Tolga Ersoy-Gürkan Engin, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2012.
DURİDANOV, İvan, Die Sprache der Thraker [ Trakyalıların Dili ]. Bulgarische Sammlung (Almanca). Neuried : Hieronymus Verlag. ISBN’si 978-3888930317. (https://stringfixer.com/tr/Thracian_languages)
EKİN, Çetin, “Yazılı Kaynaklara Göçe Ege Göçlerine Katılan Kavimler” KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 14/2 (2017), ss.501-521.
EROĞLU, Engin, Ege Göçleri ve M.Ö. 1. Binde Anadolu, Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1/1, (2014), ss. 43-55.
GABEL, Robert, Trak Genetik Çalışmaları, (www.familytreedna.com/public/I2a-L161, 01.05.2022).
GİMBUTAS, Marija, Bronze Age Cultures in Central and Eastern Europe, (Berlin: Degruyter Yay., 2011) ss.32-71.
GRANİNGER, Denver, “Ethnicity and Ethne”, A Companion to Ancient Thrace, Oxford: Wiley Blackwell, 2015.
HERODOTOS, Herodotos Tarihi, çev., Müntekim Ökmen, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1973.
KSENEPHON, Anabasis, çev. Ari Çokona, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yay., 2021.
KÜRKLÜ, Enver Emir, Pagan İnanışında Ana Tanrıça: Antik Ege’de Kutsal Alanlar, (Yüksek Lisans Tezi), Edirne, Trakya Üniversitesi, 2020.
MEMİŞ, Ekrem, “Ege Göçlerinin Tetiklediği Diğer Göç Hareketlerine Kısa Bir Bakış” Avrsaya Uluslararası Araştırma Dergisi, 7/19, (2019), ss.148-162.
ROUX, Jean Poul , Türklerin Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl, İstanbul: Kabalcı Yay., 1984.
TAŞDÖNER, Kevser, “Eski Çağ’da Anadolu’nun Siyasi ve Demografik Yapısını Değiştiren Kitlesel Göçler”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Dergisi, 10/13 (2012), ss. 85-103
TÜREMİŞ, Murat, İstambul Arkeoloji Müzesi, 2011, Yaban Domuzu Heykeli, İstanbul.
VLADİMİROVİCH, Makhortykh Sergei, Kuzey Kimmerlerinin Kültür Tarihi, (Doktora Tezi),(Kiev: Ukrayna Ulusal Bilimler Akademisi, 2008).
WEBER,Christoper, “Odrysian Cavalry Arms, Equipment, and Tactics,”, Early Symbolic Systems for Communication in Southeast Europe, (https://www.academia.edu/744900/Odrysian_Cavalry_Arms_Equipment_and_Tactics), ss.529-553.